Van Bağımsız Milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Suriye’deki yeni gelişmeler ve yaklaşan ABD Başkanlık seçimlerinin Kürt sorunu üzerindeki etkileri ile çözüm umutlarının neden bir türlü yeşeremediğini yazdı.

 

İşte Taraf’ta yayınlanan o yazı:

 

AKP İLE KÜRT SORUNUNDA ÇÖZÜM YOK
Gerçek olan şu ki, Kürt siyasetinin majör aktörlerinin rezervinde 2009’dan beri AKP ile çözüm ihtimali tedrici olarak tükenmiş durumda. “Kürt sorunu benim için bitmiştir”, “Kürt sorunu diye bir şey yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” diyen ve 10 yıldır iktidarda olan Erdoğan’a umut bağlamak belki derin bir umutsuzlukla da açıklanabilir.

Ancak, Kürt siyasi hareketini ve aktörlerini AKP ile çözüm ihtimalinde sıfıra yakın tutan ve güven konusunda tam bir kırılmaya yol açan dört önemli aşama yaşandı. Anımsayalım:

1) PKK’nin 13 Nisan 2009 ateşkesine karşılık 14 Nisan 2009’da siyasi soykırım olarak tanımladığımız tutuklama operasyonlarının başlaması.

2) Abdullah Öcalan’ın yol haritası ve buna bağlı olarak barış gruplarının Habur’dan gelişine karşılık sürecin “silbaştan” ele alınması ve Öcalan’ın hücreye atılması. (Hatırlatmalıyım Öcalan halen o hücrede ve tecrit koşullarındadır.)

3) Öcalan’ın sunduğu protokollerin reddedilmesi ve hemen akabinde entegre devlet stratejisi ile Kürtlerin politik toplumsallaşmasına karşı savaşa girişilmesi.

4) Ve en nihayetinde de tüm bu süreç boyunca ve halen devam eden özerklik çözüm modeli ve talebine karşı bir tutumu da ifade eden KCK adı altında yaklaşık 8 bin Kürt siyasetçinin tutuklanması.

Roboski (Uludere) katliamı, Pozantı vahşeti ve Newroz ise bu kırılmanın kitleselleşmesidir!

Elbette devletin/AKP’nin de kendine göre tezleri ve argümanları var. Nitekim Başdanışman Yalçın Akdoğan her yazısında bunlara vurgu yapıyor. Belki de o söz konusu tezlerin üretiminde yer aldığı içindir.

Sayın Akdoğan’ın ısrarla gözden uzak tuttuğu önemli bir nüans var; Kürt siyasi hareketinin barışa ve çözüme dair her adımı stratejik değer taşımaktaydı. Buna politik, programsal ve takvimsel ve hatta niyetsel karşılık vermeyen AKP iktidarı oldu. “Konuşma ve oyalamaya” dayalı taktiksel yaklaşım sürdürülemeyince, kısa yoldan Kürtlerle savaşa girişildi.

Özcesi, şu an işleyen/işletilen süreç Kürt siyaseti açısından “AKP’ye rağmen çözüm”, AKP açısından ise “Kürt hareketine rağmen çözüm” sürecidir. Şiddetin iki taraf açısından da devrede olmasının esas sebebi de budur. ...

I. Erdoğan için bu yaz zor geçecek, geçiyor. Dünyanın egemen aktörleri - buna Hocaefendi de dahil - Erdoğan’ı kaba, nadan ve fevri görüyorlar. “Rol-model” vizyonuna uyarlayamıyorlar. Bundan sonra nokta vuruşlar gündemde olacak. Erdoğan sonrası senaryolar önemli merkezlerde konuşulmaya başlandı. Erdoğan’a demokrasi ve laiklik konusunda yüklenilecek. Zaten Wall Street Journal ’ın haberi öncü ataktı. Devamı gelecek. Yeni oyun planında Erdoğan, Öcalan, Esad, Maliki vs. oyun dışında tutulmak isteniyor. ABD’ye giden her heyete üstü kapalı bir biçimde bu hissettiriliyor. Yaz aylarında en az iki büyük ekonomik sarsıntı bekliyor Türkiye’yi. Bir de Cumhurbaşkanlığı seçimi senaryoları gündeme gelirse, Kemalistler, Abdullah Gül ve cemaati de katarak “yeni Ortadoğu’da lider Türkiye” hamlesi başlatır. Abdullah Gül aday ilan edildi. Erdoğan alternatifsiz değil.

“Mustafa Kemal’in mirasının önemli olduğu bir Türkiye” üzerine ABD çalışıyor. Zbigniew Brzezinski’de son kitabı Küresel Vizyon’da buna değinmiş. Bu kavram daha sık duyulacak.

Erdoğan’ın etrafındaki liberallerin çekilişi, işareti aldıkları içindir.

II. ABD’nin Kürt politikasında Bill Clinton’dan beri pek değişiklik olmadı. Suriye, İran ve Irak konjonktürünün de etkisiyle hem bölge hem de Kürtlere yönelik yeni bir politik-stratejik yaklaşım şekillendiriliyor. ABD Kuzey Kürtleriyle de diyalog ve ilişki kurma arayışında. PKK bunun dışında değil.

Kanımca ABD ve İsrail, Suriye’deki Kürtlere federe bölge haklarının verilmesine kadar birçok çerçeveyi kabul edecek. Dahası, Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümü için ABD bir görüşme masası kuruyor ve bu masanın etrafında Kuzey’den yer alacak ekibi belirlemeye çalışıyor. Sonrasında planını gündeme getirip herkesle konuşacak. Bunun için ABD yönetimi Kasım 2012 başkanlık seçimleri ve Suriye meselesi halledilinceye kadar ciddi olarak ateşkes istiyor. Sorun şu ki, ABD İmralı hariç herkesle masasında konuşmaya hazır. PKK ateşkes talebine olumlu yanıt verebilirdi. Ancak İmralı açmazı devam ediyor. Kürtler Öcalan’da ısrarlı olacak ve AKP “yumuşak karnı” bildiği için tahrike devam ediyor, edecek.

ABD yönetimi yeniden seçilirse AKP’yi de dizayn edecek. Cumhurbaşkanlığı seçimi vs. buna uygun ortam sunuyor. Erdoğan ise, anayasa yazımı ve başkanlık kartlarını oynadı, ABD’ye bakıyor...

III. CHP’nin adımı elbette uluslararası çevrelere ve gelişmelere dair okumalarından kaynaklanıyor. Fakat sadece bu değil. “Devletin stratejik aklı” CHP’yi dürtmüştür. AKP ve Başbakan Erdoğan Kürt meselesinde derin bir açmaza saplanmıştı. Roboski’den sonra Kürtler giderek AKP’den (dolayısıyla devlet ve sistemden) kopuyordu. Bu halen sürüyor. Bu kopuş sürecini durdurmak için CHP rol aldı. Devlet-parti kimliği ve ulusal konulardaki hassasiyetiyle CHP’nin devreye girmesi hiç de zor olmadı. Böylece Kürt coğrafyasında tam bir kilitlenme ve açmaz yaşayan AKP ve Başbakan’a yeniden manevra yapabileceği alan ve zaman yaratılmış oldu.

Söz konusu Kürtler olunca her şey devlet sistemi içinde işlemektedir. Kılıçdaroğlu’nun “Biz çözemezsek uluslararası güçler devreye girecek”, “Kürtler bir kopuşu yaşıyordu, bunu durdurmak için devreye girdik” ve en önemlisi de “Oslo görüşmeleri meşru değildir” ve benzeri söylemleri CHP’nin hamlesinin karakterini ve kaderini ele vermektedir.

Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesinde aldığı inisiyatif ve önerdiklerinin tek amacı var o da yeni Oslo’yu engellemektir!

Ortada çözüm adına bir şey yok. AKP muhtemelen bu yılı da “mutabakat” ve “seçmeli dil dersleri” ile götürmek isteyecek. Barış ve çözüm taleplerini en soyut haliyle gündemde tutacak. Yalancı bahar-barış rüzgarları estirip Dağlıca gibi olaylardan sonra her zaman yaptığı üzere “tam barışıyorduk ki, yine provoke ettiler” deyip aklımızla alay edecekler.

IV. Avni Özgürel’in bizzat devlet adına Kandil’e götürdüğü “silahları bırakın sonrasına bakarız” içerikli özlü mesaja aldığı cevaptan Ankara’nın pek hoşlanmaması çözümsüzlüğün süreceğine dair en “resmî” gelişmelerden sadece biridir.

Ve bu savaşı bitirebilecek tek irade olan Öcalan’ın halen ölümcül tecrit altında tutulması, KCK adı altında sürdürülen ucube operasyonların Bekir Kaya, Kürt tıp öğrencileri ve KESK’li Kürt sendikacıların tutuklanması boyutuna varması diğer önemli gelişmeler olmaktadır.

Pozantı’yı, Roboski’yi, Urfa Cezaevi’ni saymıyorum bile. Devam edelim.

V. Türkiye siyasetinde bütün kartlar yeni bir oyuna başlamak üzere karılıp yeniden dağıtılacak. Herkes yeni ilişki ve denklemlerle pozisyonunu yeniden belirleyecek. Uluslararası gelişmeler ve planlamalarla izdüşecek bu iç hareketlilik sonucunda yeni bir aşamaya geçilecek. Sonbahara kadar düzçapraz, karmaşık-basit, konjonktürel-stratejik kendi devinimini tamamlayıp ABD’ye bakacak Erdoğan. ÖYM düzenlemesi, cemaatin yeni arayışları vs. hepsi bunun işaretleri, dahası girişimleridir.

Şahsen son dönemde en çok Darbeleri Araştırma Komisyonu’na Süleyman Demirel’in söylediklerine takıldım. Adeta “devran döner ve şimdi iktidardakiler yargılanır” diyordu. Soru şudur; Demirel’i bu kadar kendinden emin ve hedefi belli tarzda konuşturan nedir? Değerlendirmelerim yine esmer. Ergenekon’un asıl kitlesi, neo-Kemalistler, ordu ve emniyet içindeki güçlü bir bürokratik aygıt 2011 seçimlerinden sonra yeniden organize olup bazı stratejik ilişkiler geliştirerek mevcut hükümeti etkisizleştirmek için harekete geçti. Cemaat de bu stratejik ilişkinin en önemli unsurlarından birisiydi.

Evet, Türkiye’nin klasik iktidar elitleri herkesin birkaç geri adım atması üzerine yeni bir mutabakat kurdular.

7 Şubat 2012’den bugüne kadar hükümete karşı “tam saha pres” uygulanıyor. Uludere, kürtaj, cami inşaatı vs.’nin hepsinde hükümet geri adıma zorlandı. Yakında düşürülen uçak ve sonrasındaki kriz nedeniyle Erdoğan belki de hayatının en büyük baskısıyla karşılaşacak. Dahası Oslo masasını yıkanlar da aynı çevreydi. Bir daha masa kurulmaması için her şeyi yapacaklar. Bir soru daha; peki Hocaefendi televizyon ekranlarında “dön-gel” çağrısından sonra neden ağlıyordu? Şüphesiz çok duygusal biridir. Ancak ben onu hep bir büyük hamle öncesinde ve rakiplerini küçük görürken ağlar gördüm.

Evet, Hocaefendi ağladı. O zaman bir şeyler olacak!