Taraf gazetesinin eski yayın yönetmeni Ahmet Altan, Mehmet Baransu'nun Balyoz belgelerini açıklamaktan tutuklanmasının ardından önceki gün kaleme aldığı yazısına gazeteci Ahmet Şık’tan sert yanıt geldi.

Ahmet Şık Cumhuriyet’te yer alan yazısında Ahmet Altan’ı sert bir dille eleştirdi. Şık, “Ne biat edip yoluna devam edenler ne de iktidarını sağlamlaştırmasında rolünüz bulunduğu sivil diktanın zulmünden payına düşeni yaşayanlar için. Çünkü hepinizin eline kan bulaştı” dedi.
 
Şık'ın, Ahmet Altan'a yanıt niteliği taşıyan "Ahmet Şık'tan, Altan'a yanıt: Hepinizin eline kan bulaştı" başlığıyla (4 Mart 2015) yayımlanan yazısı şöyle: 

Zor, her açıdan zor bir yazı olacak. Neresinden tutmaya kalksan elinde kalacak bir konu hakkında kalem oynatmaya çalışmak güç. Bir yanında bir kaç yıla yayılan özgürlüklerin çalınması ve bu sırada yitirilen canlar var. Bu mağduriyetlere yol açan kumpasın kamusal alana taşınması ve meşruiyetini sağlama rolü üstlenmiş bir gazete ve çalışanları var. Diğer yanında "medya çalışanı"birinin tutuklanması var. İddia edilen o ki söz konusu kumpasta yer almakla suçlanıyor. Ne gariptir ki o kumpasta kullanılan ve sahteliği kanıtlanmış belgelerden değil de gerçek olanlarından tutuklanıyor. Ve bir de her sözcüğüne kibir sinmiş bir yazıyla güya meydan okuyan ve gazetecilik yaptığı iddiasında direten bir "kullanışlı aptala" bu gazetenin, Cumhuriyet'in sütunlarını açması meselesi var.

DEVR-İ SAADET BİTİNCE

Durumu en kötü olandan Mehmet Baransu'dan başlayalım. Basın özgürlüğünün ihlaliyle anılan bu tutuklama bir savaşın doğal sonucu. Geçmişin kirine ortak iki suç odağının iktidar savaşında kayıplar verileceği kesindi. Öyle de oldu. Oluyor. Lakin Baransu bir medya çalışanı olunca iş çetrefilleşti. İmzasını attığı haberler ya da hedef aldıklarını tutuklatmakla tehdit ettikleri yazıların hangilerinin ya da ne kadarının mesleki faaliyet kapsamında değerlendirileceğinin hesabını yapmak benim işim değil. Ama Devr-i Saadet döneminin haysiyet cellâtlarından biri olmasına dair söyleyecek çok şey var. Şimdilik bunu da bir kenara not etmekle yetinelim. Zira tutuklu birinin ardından, hele de nasıl kirli olduğuna dair yazı yazmak da benim işim değil. Baransu'yu bir kumpasa ortak olmakla suçlayıp, o komplolarda kullanılan belgelerin sahte olanından değil de gerçek olanlarından tutuklamak hukukun değil geride kalanlara yönelik bir gözdağının kanıtı. Baransu'ya yöneltilen sorular ve yanıtlarına bakıldığında yöneltilen suçlamanın bir kumpasa ortak olmaktan ziyade belge yayımlamaktan ibaret bir mesleki faaliyet olduğu sırıtıyor. Örgüt üyeliği ya da evrakta sahtecilikten değil gizli belgeleri temin etmek ve yayımlamakla suçlanan Baransu'nun yaşadığı despot iktidarın hoşuna gitmeyen haber yapacak her gazetecinin başına geleceklerinin habercisidir. Ama söz konusu kişi gibi kirli bir dönemin en büyük nefret öznelerinden biri olmasında çoğu kişinin haklı nedenleri olduğu Baransu olunca bu gerçek göz ardı ediliyor. Baransu dilerim kısa zamanda özgürlüğüne kavuşur. Ortada suç varsa elbette yargının konusu olmalı ama gazetecilerin mesleki faaliyet olarak değerlendirilen çalışmalarından ötürü tutuklanmasını savunacak değilim. Bu bir prensip. Karşımızdakinin kim olduğuna göre eğip bükebileceğimiz cinsten de değil.

KULANIŞLI APTALLIK VE GÜNAH ÇIKARMA

Fazla uzatmadan başta belirttiğim ve kimilerinin hakaret kastıyla söylendiği yorumunu yapmakta gecikmeyeceği "kullanışlı aptal" tanımına ve muhatabı Ahmet Altan'a geçmekte fayda var. Bu niteleme, Fransız gazeteci Ariane Bonzon'un Türkiyeli liberallerin sefaletini anlattığı bir yazısında geçiyordu. Bonzon, referansını dinden alan bir siyasi parti ve dini bir cemaatin gayrı resmi koalisyon ortaklığıyla memlekete demokrasi getireceği illüzyonuna inanmakla kalmayıp bu yalana kamusal meşruiyet sağlama görevini üstlenmekten hala pişman olmadıkları için "kullanışlı aptal" dediği liberalleri ele almıştı yazısında. Kirli bir dönemin suç ortakları olan Gülen Cemaati ile AKP hükümetinin koalisyonunun sona ereceği ortaya çıkınca Taraf gazetesinde üstlendiği tetikçilik rolünü iktidar medyasında sürdüren Yıldıray Oğur'un hoşuna giden bu tanım kendince günahlarından arınmasına da vesile oldu. Oğur, "Cemaat beni kandırdı, kullanışlı aptalmışım" dediği bir yazı kaleme aldı ve kendince geçmişinin günahlarından arındı. Cemaat medyasındaki tetikçilerin helallik isteyerek sırtından atmaya çalıştığı yükten, "Yeni Türkiye"nin, sırtını güce yaslayan dindarları da bu şekilde günah çıkararak kurtuluyordu. Bu yazının konusu Taraf'ta, "medya-polis iş birliğinin nadide örneklerini sergilediğini" söyleyen bir "medya çalışanı" olan Oğur değil. Hakkındaki eleştirel her yazıyı kullanışlı hale getirerek kendine mağduriyet yaratmayı becermekte mahir Oğur, bu yazıda haddinden fazla yer kaplamasına da gerek yok.

ALTAN, ADININ AĞIRLIĞINDAN FAYDALANILAN İSİM

Ahmet Altan, alengirli haberlerin ardındaki kaynağın Cemaat olduğundan kimsenin kuşkusu olmadığı Taraf'ın o dönemki çalışanları içinde kullanışlı aptal tanımına en uygun isimdi. Bir projeyle çıkılan yoldaki operasyon gazetesi olan Taraf'ın hitap ettiği kamusal alanı etkilemek için Ahmet Altan, o dönem için kıymeti olan adının ağırlığından faydalanılan bir isim oldu. Yanılıyor olabilirim elbette ama kanımca Altan'ın kullanışlılığı buradan geliyor. Aptallığı ise "devrimci bir gazetecilik"yaptığını sanmasından, Türkiye'de askeri vesayete son veren isim olarak anılacağını düşünmekten. Hakkını yemek istemem Türkiye'de ordunun olması gereken yere siyasetin dışına çekilmesinde iş arkadaşları, "haber kaynakları", Cemaat'in çetesine mensup polis ve yargı mensupları ve siyasal destekçileri AKP hükümetiyle birlikte büyük payları var. Altan ve ekibi doğruluğunu araştırmadıkları iddiaları, gerçekliğini kontrol ettirmedikleri belgelerde yazanları gazetenin sayfalarına pike ederek yaptıkları haberlerle bir darbe döneminin siyasal davalarında önemli bir kilometre taşı oldular. O iddialar, üretilmiş belgeler ve haberlerle vesayete son vermedi ama sahibini değiştirdi. Siyaseti ve toplumu anti demokratik yöntemlerle şekillendirmeye çalışan silahlı bürokrasinin demokrasi üzerindeki baskısını benzer anti demokratik yöntemlere yok etmeye kalkışınca üniformalı despotların yerini kravatlılar aldı o kadar. İktidar perçinlenince de soygunlar hız kazandı, talan ve yağmayla birlikte zulüm daha da arttı.

YAPILANIN ADI İYİ GAZETECİLİK DEĞİL

Yenilir yutulur anti demokratik yöntemler değildi bahsedilenler. Hukukun paspas edildiği darbe dönemlerini aratmayan ama “darbecilikle mücadele” diye sunulan, mağdur edilenlerin arasında masumların çokça yer kapladığı, gerçek suçluyu gerçek suçundan yargılamayan soruşturmalarla Türkiye yargı tarihinin pespayelikler zincirine yenilerini eklediler. Yüzlerce insan özgürlüğünden edildi. Hapiste hayatını kaybetmeyenler, sevdiğine son bir kez dokunamadı. Haysiyet cellâtlığıyla itibarları yok edildi. Bu pespayeliklerin her birisi "Hatalar oluyor ama demokratikleşiyoruz, sivilleşiyoruz"yalanıyla rasyonalize edilmeye çalışıldı. Bunların müsebbiplerinden birisi olan, kibrinden aklı körelen Ahmet Altan, gerçekleri eğip büktüğü iki gün önceki yazısında ise yaptığının nasıl “iyi bir gazetecilik” olduğundan dem vurup aynısını bin defa daha yapmaya hazır olduğunu söylüyordu.

ALTAN'IN SORUSUNUN HÜKMÜ YOK

Altan'ın gerçekleri eğip büktüğünü söylememiz boşuna değil. Altan'ın "sarsıcı haberler uzmanı"diye tanıttığı Baransu'ya yönelik suçlamalara kaynaklık eden gizli belgelerin Balyoz Davası ile bir ilgisi yok. Çünkü Balyoz, sanıklarının da reddetmediği seminer konuşmalarından yola çıkılarak üretilen, imzasız sahte dijital dokümanlar üzerine kurgulanmış bir dava. Baransu'nun tutuklanmasının gerekçesi yapılan, gerçekliği kabul edilen imzalı olan Yunanistan'la karşılıklı yaşanacak bir askeri hareketlilik durumunda yapılacakları konu edinen "Egemen Harekât Planı" adlı belgeler. Yani Altan'ın, "Ne zamandan beri darbe planları 'devletin güvenliğine ilişkin belge' ve 'devletin gizli kalması gereken bilgileri' olarak niteleniyor?" sorusunun bir hükmü yok. Altan eğip büktüğü bu gerçekten yola çıkıp sahte diye savunulan belgelerin Gölcük donanma istihbarat merkezinde ne aradığını da sormuş. Oradan çıkan bir dolu eşya ve doküman arasında kimin hazırladığına dair kanıt olmayan sahte Balyoz dokümanları da bir hard diskin içinde bulundu. Ama belli ki Altan'ın haberi yok ya da öyle davranmayı tercih ediyor. Çünkü konunun uzmanlarının hazırladıkları sayısız bilimsel raporda, söz konusu dokümanların bulunduğu hard diskin kullanımdan kaldırıldıktan sonra tarihi geri alınmış bilgisayara takılmasıyla kopyalandığı yazıyordu.

İDDİALARA TAKINILAN CEVVALLİK KUŞKULARDA YOK

Bunu anlamak biraz teknolojik bilgi gerektirdiği için Altan anlamamış olabilir. Bir ihtimal sonradan kendisine ve Cemaat'e ihanet edenlerden Baransu ile birlikte haberlere katkı sunan Yasemin Çongar, Kurtuluş Tayiz, Yıldıray Oğur'dan aldığı bilgilerle yetinmiş de olabilir. Ya da Balyoz delilllerinin çelişkisini aklamak için “sanıkların kendisi güncelleme yapmış” diye taklalar atan Alper Görmüş'ün “engin bilgisi” Altan'a yeterli gelmiş olabilir. Ya da hepsinin toplamıyla birlikte Altan'ın hiçbir şey okumadığını da söyleyebiliriz. Hangisi bilmiyorum. Ancak suçlamaya yol açan seminere katılanların yaklaşık üçte biri darbecilikle suçlanırken, söz konusu çalışmadan haberi bile olmayan çok sayıda subayın hapse konulmasıyla ortaya çıkan kuşkulu durumu anlamamış olmasının bir izahı olmalı. Suça konu edilen dijital belgelerin henüz icat edilmeden önce kullanılan yazı tipleriyle hazırlanmış olmasının da öyle. Ya da o dijital belgeleri hazırlamakla suçlananlardan bazılarının o tarihte denizin dibinde belgesel çekiminde olduğunu ya da binlerce kilometre ötede bir dış görevde olduğunu kanıtlamalarına rağmen kahramanlık payesi verdikleri savcı ve hâkimleri ikna edememesine de bir izahat getirmeli. Bu uzun konuyu yeniden aynı argümanlarla tartışmaya açmaya lüzum yok. Meraklısı Altan'ın "Darbeci kayınpederini aklayabilmek için kıvranıp duran damat" diye nitelediği Dani Rodrik'in eşiyle birlikte, Devr-i Saadet dönemi gazetecilerinde olmayan kuşkuculuktan yola çıkıp bir dedektif gibi iz sürerek ortaya koyduğu gerçeklere göz atabilirler.

ELLERİNİZE KAN BULAŞTI

Meraklısı dediğimiz için Altan'ın bunu yapmayacağı ortada. Çünkü eski yol arkadaşlarının kimisinin alçaklığını tespit eden Altan ve gazetecileri sahte belgelere ne kadar özenlilerse kuşkulu noktalara da bir o kadar uzak kalmayı tercih etmeye devam edeceğini ilan ettiler zaten. Çıkarları gereği sahibinin sesi olmayı tercih ederek, her devrin kullanışlısı olmayı kanıtlamanın çabasındakiler de samimiyetsiz özürlerle günahlarından kurtulduklarını düşünüyorlar. Ama bu kadar kolay değil. Ne biat edip yoluna devam edenler ne de iktidarını sağlamlaştırmasında rolünüz bulunduğu sivil diktanın zulmünden payına düşeni yaşayanlar için. Çünkü hepinizin eline kan bulaştı. Özgürlükten çalınan her bir günün gardiyanı, kurduğunuz medya mahkemelerinin haysiyet cellâtlarıydınız. Altan'ın son yazısından yola çıkarsak, insanın kibri kendinden büyük hale gelince hatalarıyla, günahlarıyla yüzleşemediğini söylememiz mümkün. Adını sanını bilmezken zalimin zulmünü, soygunlarını, talanlarını meşrulaştırma göreviyle Türkiye medyasına boca edilenlerden bazılarının "Taraf okulunda yetişmekle" övünmelerinin günahı Altan'a mı ait bilmiyorum. Ama bir yazısında "sırat köprüsünde sırtında taşıyacağını" söylediği vaiz ve çetesinin günahları, işte onlar Altan'ın sırtında.

Öküzün altına buzağı sokulmasın diye hayli uzun olduğu için benim talebimle internet sayfasında yayınlanan bu yazıyı meraklısı için son bir notla bitireyim. Kişisel kanaatim Balyoz seminerlerinde "iç tehdit" olasılıklarından bahisle yapılan, haddi ve kastı aşan konuşmaların görevi kötüye kullanma suçunun konusu olacağı. Gazeteci ya da yurttaş gözüyle ordunun geleneksel tutumundan yola çıkarak bu konuşmaları bir darbe niyeti olarak yorumlamak da mümkün. Mümkün olmaması gereken, niyet okumayı gizlemek için sahte belgeleri kanıt diye ortalığa saçmak ve bunlar üzerine davalar inşa ederek insanları yıllarca hapsetmek. Sahte belgeleri hazırlayanlar da bu dokümanlardan yola çıkarak darbecilerin yargılandığına yönelik kamusal meşruiyet yaratma gayretine giren medya mensuplarının da bildiği gibi "hukuk, niyeti sorgulayamaz!".Buna kalkışan bir yargıya sahip rejim, Devr-i Saadet'in sahibi suç ortakları ve kullanışlı gazetecilerinin sivilleşme, demokratikleşme yalanıyla birlikte hukukla değil faşizmle anılır.

Ahmet Altan'ın yazısını okumak için tıklayın...