Kobani’de yaşamını yitiren Suphi Nejat Ağırnaslı’nın babası Hikmet Acun, Yurt gazetesine konuştu. Acun, oğlu ve yoldaşı Nejat’ın, ölümüyle Türkiye soluna çok önemli bir soru sorduğunu söyledi: ‘Sen niye orada değilsin? Şimdi değilsen sen ne zaman enternasyonal olacaksın?

Ağırnaslı’nın babası Hikmet Acun, Yurt gazetesinden Taylan Kesanbilici’nin sorularını yanıtladı:

‘ORADA OLDUĞUNU BİLİYORDUM’

Nejat'ın yaşamını yitirdiğini ne zaman öğrendiniz? Haberi nasıl aldınız?

Ben haberi basında yer almadan 5 gün önce öğrendim ve sosyal medyada da ben açıkladım. Ne mi hissettim? Sanırım hiçbir şey. Yani hiç sürpriz olmadı benim için. Giderken bana söylemedi ama ben oraya gittiğini, orada olduğunu biliyordum. Bu onun dünyayı kavrama biçiminin, hayatla kurduğu ilişkinin doğal bir sonucuydu. Çok özel bir ilişkimiz vardı, ikimiz de birbirimizin dünya görüşünü, kullandığımız kavramları, bu kavramları nereye koyduğumuzu bilirdik. Hatta o kadar çok bilirdik ki, birbirimizden uzak da olsak, “Nejat burada böyle düşünür” ya da “babam burada böyle düşünür” diyecek kadar birbirimizin zihin yapısına hakimdik. Ama bir baba olarak ne hissettiğimi sorarsanız, korkunç bir acı çekiyorum, bu çok önemli bir şey benim için ve onu kimseyle paylaşmam, o bana ait bir şey.

Nejat bu savaşa dahil olarak neyi anlatmak istedi? Onun yaşamını yitirdiği mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim; bir evladım olan Nejat var, bir de yoldaşım olan Nejat var. Ben şu anda insanlarla yoldaşım olan Nejat'ı konuşuyorum. Nejat aslında oraya gidişiyle değil, ölümüyle bize bir şey söyledi. Çünkü savaş bölgesine gitmek, halklarla dayanışmak, haklı bir savaşın yanında olmak özel cesaret gerektiren bir şey değildir, bir erdem de değildir, bir şeref de değildir, zaten olması gerekendir. Esas önemli olan Nejat'ın ölümü ve ölümünü nasıl kurduğu. Nejat şunu anlatmak istedi bize, yanıbaşımızda bir halk var olmaya çalışıyor, IŞİD gibi paramiliter güçlerle boğulmaya çalışılıyor, tüm bu zor koşullar altında oradaki halk bir model geliştirmeye çalışıyor. Bu model sadece Kürt topraklarını değil, Araplar dahil olmak üzere bütün bölge halklarını özgürleştirebilecek bir proje. Zaten oraya bu denli saldırmalarının nedeni de o insanların Kürt olmaları değil, onların projeleri. Dolayısıyla Nejat'ınki bir Türk-Kürt dayanışması değil, bir sosyalistin, bir halkın inşa etmeye çalıştığı projeyle kurduğu bir dayanışma. Nejat'ın ölümü tam buraya oturuyor, burada anlamını buluyor ve bize, “Siz alçaksınız.” diyor, “Kobane'ye sıkılan kurşun senin nerenden geçiyor? Sen niye orada değilsin?” sorularını soruyor. Nejat'ın ölümü Türkiye soluna “Şimdi enternasyonalist değilsen ne zaman enternasyonalist olacaksın?” dedi. Bu anlamıyla ben Nejat'ın bir yoldaşı olarak onun savaşmasıyla değil de ölümüyle ilişkileniyorum ve kendi adıma da o büyük ölümün karşısında utanıyorum. Çünkü kendimi o ölümle eşitleyebilecek bir yerde değilim.

FARK ETTİRMEDEN VEDALAŞMIŞ

Tıpkı sizin de söylediğiniz gibi Nejat'ın orada bulunması farklı bir anlam taşıyor. Ne kadar zamandır orada olduğunu biliyor musunuz?

İki aydan beri oradaydı. Ama Nejat oraya gitmeden önce bütün hazırlıklarını yapmış tabi. Çalışmalarını ona göre ayarlamış, çevirilerini ona göre ayarlamış, çeviri telif haklarını güvendiği bir arkadaşına emanet etmiş, her şeyini hazırlamış. Tüm arkadaşlarıyla uzun süre zaman geçirip aslında onlara farkettirmeden vedalaşmış. Yani ölümlü bir sona gittiğinin çok farkında. Savaş bölgesine giden sıradan bir insanın tesellisi, “ola ki ölmem” umududur. Ama Nejat'ta böyle bir düşünce yok. Tabi seçtiği kod isim de çok önemli. 'Paramaz' ismini ve Alevi olmamasına rağmen Kızılbaş ismini seçmiş olması çok manidar. İlginç olan şu, Nejat'ın ölüm biçimi almış olduğu takma isimle de hayatını kesiştiriyor. 15 Haziran'da, Beyazıt Meydanı'nda, 19 yoldaşıyla birlikte asılan 'Paramaz'ın bir mezarı yok, Nejat'ın da bir mezarı yok. Gerçi Nejat başka türlü bir ölümle de karşılaşsaydı mezarının olmasını asla istemezdi.

DEVRİMCİ BİR ENTELEKTÜELDİ

Nejat'ın farkettirmeden sevdikleriyle vedalaştığını söylediniz. Sizinle vedalaştığını fark edebildiniz mi?

Hayır, asla... Yani o kadar ince düşünen bir insandı. Öncelikle zihin yapısı ve dünyayı anlama biçimi açısından muadili yok Nejat'ın. Savaşarak ölmüş bir insandan bahsetmiyorum, bir entelektüelden bahsediyorum. Kelimenin tek anlamıyla devrimci bir entelektüel. Dünyayı kavrayışı, sahip olduğu birikim, o birikimi kullanma biçimi belki önümüzdeki yıllarda çok fazla konuşulup, tartışılan bir şey olacak.

Nejat'ın entelektüelliğinden söz ettiniz. Biraz daha açar mısınız?

Nejat, başka türlü bir zihne sahipti, algıları bizden daha farklıydı. Bir yazı ahlakı vardı Nejat'ın, bu çok önemlidir. Dil oyunları yapmaz, kelimeleri güçsüzleştirmezdi. İnsanlar sırf kendilerini tatmin etmek için kelimeleri güçsüzleştirirler, bu imaj devşirmektir. Mesela biz onun yazılarını okurken asla Nejat'ı hissetmeyiz, orada başka bir özne vardır. Nejat bir sosyolog olarak akademik alan içerisine asla sıkışmadı. Bir sosyolog olmasına rağmen zihin haritasını sosyolog gibi çalıştırmadı, bir devrimci olarak, bir Marksist olarak çalıştırdı.

NEJAT’IN YAZILARI HEP BİR SORUYLA BAŞLAR

Nejat, medyada sürekli 'genç sosyolog', 'Boğaziçili' gibi vurgularla tarif edildi, ama Nejat bu tariflerin hepsine temelden karşı çıkan bir insandı. Tabii ki Boğaziçi'nin ona kattığı bir çok şey vardır, ama günlük hayatında o etiketi kullanmaktan imtina ederdi. Üst düzey bir yönetici de olabilirdi, çok iyi maaşlarla çalışan biri de olabilirdi ama Nejat evde freelance çalışan ve günde 10 saat çeviri yapan bir çeviri emekçisiydi. Son bir yıla kadar Nejat Okmeydanı'nda yaşadı. Tabii ki bir militandı, ama iyi bir entelektüeldi, çok iyi bir çevirmendi. Türkiye devrimci hareketi için entelektüel anlamda kafa yoran ve devrimci dönüşümün sorularını sorma kabiliyetinde olan bir arkadaşımızdı. Nejat'ın yazıları hep bir soruyla başlar. Bulunduğu duruma, bulunduğu hayata sorular sorarak ilerlerdi. Gidişi de aslında böyle bir soruydu.