Central Florida Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Güneş Murat Tezcür Suriye savaşında gelinen son durum,  ABD, Rusya, İran ve Türkiye’nin Suriye politikası ve PYD’nin rolüne ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

ABD’nin kısa vadede Suriye’den çıkmasının söz konusu olmadığını savunan Central Florida Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Güneş Murat Tezcür’e göre IŞİD’in tamamen ortadan kalktığı düşünülür, Türkiye İran karşıtı politika açısından vazgeçilmez hale gelir ve uzun vadede Suriye’de ortaya çıkacak temsiliyet sorununu gidermek için Fırat’ın doğusunda Sünni Arapların etkin hale gelmesi ihtiyacı hasıl olursa Amerika’nın Kürtler aleyhine bir politika gütmesi söz konusu olabilir.

Trump’ın ABD’nin dış politikasını belirlemediğini savunan Tezcür'e göre, ABD'nin Suriye politikasında devamlılık söz konusu.

Tezcür, “Pentagon’un politikasında ise Trump’tan farklı olarak bir devamlılık söz konusu. Pentagon, Fırat’ın doğusu ve Menbiç’i kurtarılmış bölge olarak görüyor. Amerika açısından bu pozisyonun tek sıkıntılı yanı, Türkiye’yle ilişkilerinde sorun yaratıyor olması” diyor.

Central Florida Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Güneş Murat Tezcür, Duvar’dan İrfan Aktan’ın sorularını yanıtladı.

Erdoğan-Putin-Ruhani üçlüsünün Ankara’da gerçekleştirdiği zirve, Trump’ın ABD askerlerini Suriye’den çekeceğine ilişkin beyanatından hemen sonra, 4 Nisan’da gerçekleşti. ABD’nin çekilmesi İran, Türkiye ve Rusya’yı sahada çok daha belirleyici pozisyona getirecekken, Trump neden geri çekilme planı yapıyor?

Bir kere Trump şu ana kadar Obama’nın Suriye politikasından sapmış değil. Obama’nın son yıllarından itibaren Kürtler, ABD’nin Selefi-cihatçılarla, özellikle de IŞİD’le mücadelesinde en önemli müttefik haline geldi. Bu sürecin başlangıcı da Ekim 2014’te Kobani’ye hava desteğine dayanıyor. ABD-Kürt ittifakı, IŞİD’in büyük ölçüde ortadan kaldırılması sonucunu yarattı.

Geçen sonbaharda Rakka’nın alınmasıyla beraber IŞİD’in Suriye ve hatta Irak’ta kontrol ettiği popülasyon merkezi kalmadı. Dolayısıyla Amerika’nın bu politikasını sona erdirmesinin tek yolu, bir şekilde zafer ilan ederek “IŞİD’i ortadan kaldırdığımıza göre Suriye’de kalmamın bir nedeni yok” demesidir.

IŞİD’in bazı kırsal bölgeler haricinde kontrol bölgelerini yitirmesiyle birlikte ABD açısından çekilmenin koşulları tamamlanmış oldu mu?

Hayır, çünkü Suriye ve Irak’ta savaş devam ediyor. Resmi rakamlara göre ABD’nin sadece 2 bin dolayında askeri Suriye’de bulunuyor ama zaten operasyonların çoğu havadan yapılıyor. Trump’ın zaman zaman attığı tweetler üzerinden ABD’nin dış politikasına dair net bir öngörüde bulunulamaz. ABD’nin Suriye politikasını da Trump’ın tweetleri belirlemiyor. Geçen hafta sahadan çekileceğiz diyen de, bugün (4 Nisan) “IŞİD ortadan kaldırıncaya kadar Suriye’de kalmaya devam edeceğiz” diyen de Trump. İç politikaya dair çıkarsamalar açısından da aynı şeyi söylemek gerekir. Geçtiğimiz günlerde Florida’daki okul katliamından sonra silah politikasını değiştireceğini söyleyen Trump, üç gün sonra fikrini değiştirdi.

‘PENTAGON, FIRAT’IN DOĞUSU VE MENBİÇ’İ KURTARILMIŞ BÖLGE OLARAK GÖRÜYOR’

Peki ABD’nin iç ve dış politikasını Trump’ın git-gelli ruh hali mi belirliyor? Dış politikaya Dışişleri Bakanlığı mı, Pentagon mu, Trump mı yön veriyor?

Geçen ay görevden alınan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın yerine getirilen eski CİA Başkanı Mike Pompeo şahin olarak biliniyor ama onun nasıl bir politika güdeceği henüz belli değil. Ama zaten ABD’nin Suriye politikasına yön veren esas aktör, emekli general James Mattis’in başında bulunduğu Savunma Bakanlığı, yani Pentagon. Pentagon’un politikasında ise Trump’tan farklı olarak bir devamlılık söz konusu. Pentagon, Fırat’ın doğusu ve Menbiç’i kurtarılmış bölge olarak görüyor. Amerika açısından bu pozisyonun tek sıkıntılı yanı, Türkiye’yle ilişkilerinde sorun yaratıyor olması.

ABD yönetimi IŞİD’i hâlâ bir tehdit olarak görüyor mu?

Elbette; IŞİD bir terör örgütü olmanın yanısıra, 2013’ten 2016’nın sonuna kadar bölgesel gücü olan, popülasyon kontrol eden, vergi toplayan, devlet olmaya çalışan bir yapıydı. Fakat bunun da ötesinde IŞİD bir fikir; dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan cihatçılar için ilham kaynağı. Amerika’da veya Avrupa’da yaşasa bile IŞİD’den ilham alarak saldırılar gerçekleştiren çok sayıda insan olduğu görüldü. 2014-2016 yılları arasında IŞİD esinli saldırılarda patlama yaşanmıştı. Bu da doğal olarak ABD’deki güvenlik sektöründe ciddi kaygı yarattı. Benim de yaşadığım Orlando’da, Haziran 2016’da gece kulübüne yönelik saldırıda 49 insan öldürüldü. Saldırıyı gerçekleştiren adamın esin kaynağı da IŞİD’di.

Saldırıların bir kısmını doğrudan IŞİD değil de IŞİD’den esinlenen cihatçılar yapıyorsa, son bir yılda Batı’da bu saldırıların azalmasının örgütün Suriye’deki yenilgisiyle nasıl bir ilgisi olabilir?

IŞİD’e değişik ülkelerden yaklaşık 40 bin kişinin katıldığı söyleniyor. Bunların bir kısmı Mısır, Tunus, Suudi Arabistan, Türkiye gibi Müslüman ülkelerden katıldığı gibi, önemli bir kısmı da Fransa, Belçika, İngiltere, Amerika’dan gitti. Hatta Karayip’lerden bile örgüte katılan çok sayıda cihatçı var. IŞİD etkisini sürdürdükçe hem ilham kaynağı olmaya, hem de alternatif bir politik vizyonu ortaya koymaya devam edebiliyordu. Fakat gücü kırılmaya başlanınca, dünyanın farklı yerlerindeki cihatçılar açısından ilham kaynağı olmaktan, cazip görülmekten çıktı. Diğer yandan IŞİD’e katılıp da hayatta kalanların, ülkelerine geri dönmeye başladıkları gerçeği var.

‘MUHAMMED BİN SALMAN’IN BEYAZ SARAY ÜZERİNDE ETKİSİ VAR’

Fakat gerek Batı’daki ülkelerine dönen IŞİD artıkları, gerekse o ülkelerde yaşayıp IŞİD’den esinlenen cihatçıların varlığı, Trump’ın Suriye’den çekilme tasarısını desteklemiyor…

Trump’ı etkileyen, ABD kamuoyundaki “çocuklarımız neden Ortadoğu bataklığında savaşıyor” algısı. Bu algının bir benzeri Türkiye’de de yok mu? İnsanlar, “askerlerimiz neden orada ölüyor” diye sormuyor mu? Özellikle Irak işgalini yanlış bulan ABD vatandaşlarının önemli bir kısmı artık askeri bir varlık olarak Ortadoğu’da bulunulmasını istemiyor. Bu algının tam tersi pozisyonda Cumhuriyetçiler bulunuyor. Fakat Trump, Cumhuriyetçi olmasına rağmen Amerika’nın başka ülkelere askeri müdahalede bulunmasını benimsemeyen, nevi şahsına münhasır bir başkan. O yüzden de belli aralıklarla Suriye’den çıkacağına dair tweetler atabiliyor.

ABD’nin Suriye sahasından çekilmesi, kısa veya orta vadeli İran politikasına dair de fikir verici olacağa benziyor. Bir kere ABD’nin yakın gelecekte İran’a yönelik daha sert bir pozisyona geçme olasılığı var mı?

İki önemli değişiklik fikir verici olabilir. Trump, Tillerson’u görevden alıp yerine sertlik yansılı Pompeo’yu yeni Dışişleri Bakanı yaparken, Milli Güvenlik Danışmanı McMaster’ı da gönderip yerine Amerika’nın en aşırı İran karşıtı isimlerden biri olan John Bolton’ı getirdi. Bu iki önemli değişiklik, gelecekteki İran politikasına ilişkin fikir verici olabilir.

Öte yandan şöyle bir sınırlandırıcı faktör de var: Amerika’yla İran ilişkilerinin çok ciddi bir uluslararası boyutu söz konusu. ABD, İran’la Nükleer Anlaşma’yı imzalamadan önce sadece Batılı ülkelerin değil, yeri geldiğinde Rusya ve Çin’in de desteğini almıştı. Dolayısıyla Nükleer Anlaşma’yı yok sayması, başta Avrupa olmak üzere tüm müttefiklerden tepki görecek. Şu anda Avrupa’da Nükleer Anlaşma’nın yenilenmemesine ilişkin hiçbir tavır yok. Dolayısıyla Trump’ın bu anlaşmayı yenilememesinin de bir maliyeti olacak.

Buna mukabil Amerikan-İran ilişkilerinin bozulmasını en fazla isteyen ülke Suudi Arabistan. Veliaht prens Muhammed Bin Salman, bütün siyasetini İran karşıtlığı üzerine kurmuş durumda. Üstelik Suudi Arabistan’ın Birleşik Arap Emirlikleri’yle beraber Amerika’da ciddi bir lobisi var. Dahası, Muhammed Bin Salman’ın, Trump’ın damadıyla birebir, çok ciddi bir ilişkisi, dolayısıyla Beyaz Saray üzerinde etkisi var. Bu lobi, Trump’ı İran’a karşı daha sert bir pozisyon almaya yönlendirmeye çalışıyor. Neticede Trump’ın Nükleer Anlaşmayı yenileyip yenilemeyeceğine dair kararını 12 Mayıs’a kadar vermesi gerekiyor.

İran’la imzalanmış olan anlaşmanın rafa kaldırılmasının ABD’ye nasıl bir katkısı olacağı düşünülüyor?

Trump özellikle seçim kampanyasında bu anlaşmayı aptalca bulduğunu, Obama’nın Amerikan çıkarlarını gözetmeyerek İran’a açık çek verdiğini defalarca ifade etti. Diğer yandan bu anlaşmayla İran’ın nükleer programının rafa kaldırıldığı ama bunun geleceğinin de belirsiz olduğu, bununla beraber İran’ın Irak, Suriye ve Yemen başta olmak üzere bölgedeki etkinliğini daha da artırdığı değerlendirmesi yapılıyor. Anlaşmayı eleştirenler, “hedefimiz İran’ın nükleer programını rafa kaldırtmakla sınırı olmamalı. İran’ın bölgedeki etkinliğini de zayıflatmalıyız” diyor.

ABD’nin Suriye’den çekilerek sahayı İran, Rusya ve Türkiye’ye terk etmesi bu hedefin tam karşı pozisyonu anlamına gelmeyecek mi?

Soru mantıklı ama bu ülkenin başkanının kararları her zaman büyük bir stratejiye dayanmıyor. Kimse Trump’ın tutarlı bir siyaset izlediğini, kafasındakilerle sahadaki gerçeklerin ve hedeflerin örtüştüğünü söylemiyor. Bakın, Trump çıkıp “Çin’e karşı ticaret savaşına gireceğim, çünkü Çinliler bizi kazıklıyor” diyor ama Amerikan borsası buna olumlu tepki vermiyor. Çünkü bunun uluslararası ticareti etkileyeceği, Amerikan firmalarının Çin tarafından cezalandırılacağı, dolayısıyla her iki tarafa da kaybettireceği biliniyor.

‘RUSYA’NIN EN BÜYÜK KAZANIMI TÜRKİYE’Yİ NATO’DAN UZAKLAŞTIRMAK OLUR’

İlki 22 Kasım 2017’de Soçi’de, ikincisi de 4 Nisan 2018’de Ankara’da gerçekleştirilen Rusya, İran, Türkiye üçlü zirvesinin üçüncüsü Tahran’da yapılacak. Bu üçlü zirve ABD’ye ne anlatıyor?

Ekonomisi Sovyetler Birliği dönemiyle mukayese edilemeyecek düzeyde zayıflamış olmasına rağmen Rusya, son birkaç yıldır sıkletinin üstünde yumruk atabiliyor. Londra’da eski bir ajan ve kızını zehirlediği için Rusya’ya Amerika dahil çok sayıda Batılı ülke uzun zaman sonra ilk defa kolektif bir tepki göstererek çok sayıda Rus diplomatı kovdu.

Öte yandan Amerika’nın Ortadoğu’daki alanını sınırlaması, Rusya’ya ciddi bir manevra alanı açtı. Rus hava gücü, Esad rejiminin avantajlı konuma geçmesinde belirleyici oldu. Diğer yandan Rusya’nın bu süreçteki önemli kazanımı, Türkiye’yi Amerika’dan ve NATO’dan olabildiğince uzaklaştırmak olur. Afrin’i de bu çerçevede okumak lazım. Rusya, Türkiye’nin Afrin’e girmesinin yolunu açarken, Amerika ise Türkiye’ye Menbiç yolunu kapatınca, Türkiye açısından Rusya’yla yakınlaşmanın stratejik bir anlamı oluyor.

İran’a gelince; rejimi zaten 1979’dan beri doğrudan Amerikan karşıtlığı üzerine kurulu. Suudi Arabistan başta olmak üzere İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri gibi rakiplerine karşı müttefik bulmak, Türkiye gibi ülkeleri karşı bloktan uzak tutmak, İran açısından son derece önemli. Diğer yandan şu an Suriye savaşının kazananları, Esad’ın kalmasını isteyen İran ve Rusya. Nitekim PYD’nin kontrol ettiği bölgeleri hariç tutarsak, İdlib dışında muhaliflerin kontrol ettiği çok fazla yer kalmamış durumda.

Cihatçıların desteğiyle Afrin’i ele geçiren Türkiye’yi İran’la yakınlaştıran temel çıkar ne?

Başlarda Türkiye’nin Suriye’de öncelikli hedefi Esad rejiminin düşürülmesi ve onun yerine demokratik olup olmamasına bakmaksızın Sünni Arapların daha fazla temsil edileceği bir rejimin işbaşına gelmesiydi. Son iki-üç yılda Türkiye’nin bu temel amacına yaklaşamayacağı ortaya çıktı. Böylece PYD’nin ortaya çıkardığı fiili Kürt özerkliğinin ortadan kaldırılması veya en azından örselenmesi birincil hedef haline geldi.

Böylece aslında Türkiye hedef küçültmek zorunda kaldı. Türkiye’yle İran ve Rusya’nın ittifakını sağlayan da bu hedef küçültmedir. Tabii bu kısa vadeli bir ittifak, çünkü uzun vadede çelişkiler var. Her şeyden önce Türkiye’nin Afrin ve İdlib’de desteklediği güçlerin bir kısmı cihatçı, geri kalanı da Sünni muhalefetin artıkları. İran ve Rusya, buraları da tekrar ele geçirmek istiyorlar. Ruhani, İran basınına verdiği demeçte açıkça “Afrin, Suriye ordusuna teslim edilmelidir” dedi. Dolayısıyla bu anlamda İran-Türkiye ilişkilerinin bir geleceği olduğunu düşünmüyorum.

Trump, Suudi Arabistan’ı kastederek “müttefiklerimiz Suriye’de kalmamızı istiyorsa, maliyetini karşılamalı” dese de, ABD’nin Suriye’deki varlığı devam edeceğe benziyor. Acaba Trump çekilmeyi gündeme getirerek Suudi Arabistan’a bir tür şantaj mı yaptı?

Trump’ınki müflis tüccarlığı Ortadoğu’yla sınırlı değil ama tabii, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerine silah satmak istiyor. Suudi Arabistan,  Amerika’nın Suriye’den çekilmesinin İran’a manevra alanı kazandıracağının farkında. Ama bundan bağımsız olarak da Amerika’nın yakın vadede Suriye’den çekilmesi muhtemel değil.

‘ABD-PYD İLİŞKİSİNİN SONLANMASI TÜRKİYE’NİN İRAN POLİTİKASINA BAĞLI’

Peki İran ve Rusya’nın Suriye’deki ilişkisi stratejik mi?

Bunu söylemek fazla iddialı olur ama rejimin kalması ve toprak bütünlüğünün korunması konusunda anlaşıyorlar. Öte yandan her ne kadar ABD’nin Suriye’deki tek müttefiki PYD olsa da Türkiye’nin İran karşıtı kampa, yani Suudi Arabistan ve Amerikan eksenine yakınlaşması ABD açısından cazip görünüyor. İşin aslına bakılırsa Amerika’nın Suriye’den çekilmesi veya PYD’yle ilişkilerini sonlandırması, Türkiye’nin İran’a karşı alacağı pozisyonuna bağlı. Fakat bu senaryo şu an olası değil. O yüzden de Suriye’de Türkiye-ABD gerginliği devam edeceğe benziyor.

Bu tablo, Kürtlerin geleceğine ilişkin nasıl bir öngörüde bulunmayı sağlıyor?

PYD açısından esas avantaj, diğer muhalif gruplara kıyasla son derece organize bir yapıya sahip olması. Ciddi bir ideolojik bütünlüğü ve mobilizasyon gücü var. PYD’nin dezavantajı ise jeopolitik koşullardan dolayı Amerika ve Rusya odaklı bir politika izlemek zorunda kalması. Afrin’de de gördüğümüz gibi bu iki güçten birinin politikası değiştiğinde, fiili Kürt otonomisi zor duruma düşebiliyor. Keza yarın Amerika-Türkiye ilişkileri değişirse, bunun bedelini de yine Kürt otonomisi ödeyecek.

‘İSRAİL’İN LÜBNAN İŞGALİ DENEYİMİ TÜRKİYE’NİN ROJAVA POLİTİKASI İÇİN DE GEÇERLİ’

Afrin’le birlikte Rusya’nın Kürt politikasının radikal bir biçimde dönüştüğü söylenebilir mi?

IŞİD yeraltına inmiş olsa da hâlâ varlığını sürdürüyor ve son aylarda Kerkük’te defalarca saldırı gerçekleştirdi. Diğer yandan Kürtlerin, IŞİD karşıtı koalisyonun en etkin aktörü olduğu açık. 2014’ten 2016’ya kadar KYB ile IŞİD arasında bin kilometreyi bulan bir sınır vardı. Fakat İsrail dışında hiçbir uluslararası güç, IŞİD karşısında bu kadar etkin olan Kürtlerin Irak’taki bağımsızlığını desteklemedi. Uluslararası güçlerin Kürt politikası hiçbir zaman bağımsız, müstakil bir politika olmadı. Her zaman başka jeopolitik dengelere tâbi bir Kürt politikası geliştirildi. Dolayısıyla az önce Rusya veya Sovyetler Birliği için söylediğim şey ABD ve Avrupa için de geçerli. Nitekim Kürtler bağımsızlaşmak istediğinde Amerika, Irak’ı tamamen kaybetmemek için destek vermedi. Keza Suriye’de Kürtleri destekleyen Amerika, Türkiye’yle ilişkilerinin çok gerildiği noktada yalpalayabiliyor.

O halde uluslararası güçlerin Kürtlere vereceği destek, IŞİD’in ömrüyle mi sınırlı?

Kürt hareketlerinin tarihsel olarak üç mücadele yöntemi var. İlki silahlı mücadele. İkincisi, uluslararası destek aramak. Zamanında Mahabad Cumhuriyeti’nin Sovyetlerden, Barzani isyanının 1975’e kadar ABD ve İsrail’den, Öcalan’ın 1998’e kadar Şam’dan destek alması örnek verilebilir. Üçüncü yöntem de HDP’nin yapmaya çalıştığı şeydir. Yani bulunduğu ülkedeki diğer muhalif güçlerle işbirliğine giderek etnik sorunu demokratikleşme sorunuyla birleştirmek. Gerçekçi olmak gerekirse ne Irak ne de Suriye’de üçüncü seçeneğin altyapısı yok. Her iki ülkenin de yakın vadede demokratikleşmesi mümkün görünmüyor. Dolayısıyla Kürtler açısından hem Irak hem de Suriye’de silahlı mücadele ve uluslararası destek bulmak temel iki seçenek olarak kalıyor. Fakat Irak’taki bağımsızlık referandumu örneğinde olduğu gibi silahlı gücün olsa bile, uluslararası güçlerin çıkarları bir anda seni bulunduğun ülkenin iktidarına karşı yalnız bırakabiliyor. Suriyeli Kürtler de IŞİD karşıtı mücadele dolayısıyla uluslararası bir destek aldılar ama bu desteğin de limitleri var.

‘KÜRTLERDEKİ BÖLÜNMÜŞLÜK BÖLGE DEVLETLERİNİN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRIYOR’

Sizce Kürtlerin uluslararası güçlerin desteğine tâbi olmaktan çıkmasının yolu nedir?

Kürt ulusalcılığı açısından bölünmüşlük sorunu her zaman tartışma konusu oldu. Fakat bu bölünmüşlüklerin ciddi tarihsel ve sosyolojik nedenleri var. Kürtlerdeki bölünmüşlüğün sebebi Öcalan ve Barzani’nin birbirinden hoşlanmaması değil yani. Keza Talabani ve Barzani aileleri 1960’lardan beri çok farklı sosyolojik temellere sahip. Kürdistan referandumu sonrasındaki çöküşün temel sebebi tam da bu bölünmüşlüktü. Eğer Kürt Peşmergesi ciddi bir direniş sergileyebilseydi Iraklı Şii gruplar bu kadar rahat hareket edip Kerkük’e giremezdi. Ayrıca sahada savaşan bir gücün uluslararası destek alması da olası hale gelirdi. Kerkük’ü altı saatte kaybedersen, hangi uluslararası güç sana destek verir ki? Kürtlerdeki bölünmüşlük, bölge devletlerinin işini de kolaylaştırıyor. Nitekim referandum sonrasında İran, Talabani ailesinin Barzani hoşnutsuzluğundan yararlanarak Kerkük’te savaşmamasını sağladı. Talabani Peşmergesi savaşmayınca da bütün savunma hattı çöktü.

Amerika, referandumda Kürtleri desteklemeyerek İran’ın oradaki etkinliğine de göz yummuş oldu. Aynı politikayı Suriye için de gütme olasılığı yok mu?

ABD, Başbakan Abadi’yi Irak milliyetçisi ve dolayısıyla İran’ın etkinliğine karşı bir tedbir olarak görüyor. Oysa Kürt lobisi ABD yönetimine, bağımsızlaşmanın İran’ın etkinliğini sınırlayacağı tezini öne sürüyordu. Ne var ki Kürdistan’ın bağımsızlaşmasının Abadi’yi etkisizleştireceği, bunun da İran’ın Irak üzerindeki kontrolünü artıracağı endişesi ABD politikasında belirleyici oldu. Aynı şekilde Amerika’nın, Türkiye’yi kaybetmemek adına Suriyeli Kürtlerden desteğini çekmesi de söz konusu olabilir.

‘ABD’NİN KÜRTLER ALEYHİNE POLİTİKA GÜTMESİ ÜÇ ŞARTA BAĞLI’

ABD açısından hangi koşullar, Suriyeli Kürtleri gözden çıkarmaya sebep olur?

Bunun için üç koşulun olgunlaşması gerektiği üzerinden ancak spekülasyon yapabiliriz. O üç koşul da şu: IŞİD’in tamamen ortadan kalktığı düşünülür, Türkiye İran karşıtı politika açısından vazgeçilmez hale gelir ve uzun vadede Suriye’de ortaya çıkacak Sünni Arap temsiliyeti sorununu gidermek için Fırat’ın doğusunda bunların etkin hale gelmesi ihtiyacı hasıl olursa Amerika’nın Kürtler aleyhine bir politika gütmesi söz konusu olabilir.

Kürtler IŞİD’i bitirdikçe yalnızlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaksa, bu savaştan vazgeçecek noktaya gelirler mi?

IŞİD karşıtlığı üzerinden ABD’yle işbirliği yapmasının PYD açısından önemli kazanımları olduğunu unutmamak lazım. Üç yıl öncesine kadar Kobani gibi küçük bir kasabayı elinde tutmakta zorlanan PYD, Fırat’ın doğusunu, Rakka’yı bile kontrol eder hale geldi. Fakat bu kazancın bedeli olarak da ABD’nin dış politikasına endeksli bir siyaset izlemek zorunda kalıyor. Rakka gibi çoğunluğu Sünni Araplardan oluşan bir yere girmek de ABD dış politikasına endeksli bir hamleydi.

PYD’nin başka bir alternatifi var mıydı?

Türkiye’deki barış süreci devam etseydi, olabilirdi. Şu an terörist olarak aranan Salih Müslim, Ankara’ya gelip görüşmeler yapıyordu. Ne zaman ki barış süreci Temmuz 2015’te çöktü, Türkiye’nin Suriye politikası da değişti ve bunun karşısında PYD’nin pek bir alternatifi de kalmadı. PYD’nin güçlenmesi Türkiye’deki çözüm sürecinin bitmesinde etkili olduğu gibi, çözüm sürecinin bitmesi de PYD’ye Amerika dışında bir seçenek bırakmadı.

Sovyetler Birliği’nin de Kürt politikasını araştırmış biri olarak söyleyebilirim ki, Rusların Kürt otonomilerine veya bağımsızlıklarına prensip olarak karşı çıkmama politikası bir devamlılık arzediyor. Ama aynı zamanda Rusya açısından jeopolitik faktörler her zaman daha öncelikli olmuştur. Rusya, Kürtleri bir kenara iterek Türkiye, Irak veya Suriye’den fazlasıyla taviz alabiliyorsa, bunu her zaman yapıyor, yapabiliyor. Rusya, Kürt kartını bölgede daha fazla ödünler almak için kullanagelmiştir. Afrin’de de yaptığı buydu. Böylece bir NATO müttefiki olan Türkiye’yi yanına çekmeyi başardı ve karşıtlarına bir gol attı.

Türkiye ise Afrin’de askeri bir zafer kazanmış görünebilir ama şuna bakmak lazım: Orada senin siyasi amaçların doğrultusunda bir sonuç çıkacak mı, çıkmayacak mı? Bir kere Türkiye, Sünni Arapların Suriye’de etkin bir konuma gelme hedefinde başarısız oldu. Keza, diyelim ki ABD askeri varlığını sonlandırdı ve Türkiye Menbiç dahil çeşitli bölgelere askeri olarak girmeyi başardı. Peki, uzun vadede orada siyasi bir çözüm sağlayabilecek mi?

ABD’nin Irak işgalinin sonuçlarını görüyoruz. Keza İsrail 1982’de Lübnan’ı işgal etti ve 1985’e kadar geniş, 2000 yılına kadar da dar bir alanda kaldı ama sonuçta bu işgal Hizbullah’ın güçlenip palazlanmasına katkıda bulundu. Çünkü İsrail’in sahada çalıştığı aktörlerin siyasal temsiliyeti çok dardı. Bu deneyim Türkiye için de geçerli. Fırat’ın doğusundaki aktörleri uzun vadede nasıl denetim altında tutacaksınız? Türkiye’nin buna dair bir stratejisi bile yok.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Afrin’in Türkiye tarafından ele geçirilmesi ve Trump’ın askerlerini çekeceğine ilişkin beyanatından sonra Kürtlerle Paris’te toplanması ve bölgeye asker göndermesi ne anlama geliyor?

Avrupa’da son üç-dört yıldır PYD’ye karşı, IŞİD’le savaşından dolayı ciddi bir sempati olduğunu biliyoruz. Macron’un çıkışının bununla da ilgisi var. Ama Fransa ve hatta İngiltere gibi aktörlerin bu süreçte Suriye’de belirleyici rol olması pek mümkün görünmüyor. Avrupa’nın Suriye’ye bakışı mültecilerle sınırlı. O yüzden bu aktörlerin Suriye’ye çok fazla yatırım yapması da söz konusu değil.

Fakat IŞİD başta Fransa olmak üzere Avrupa’da çok büyük katliamlar gerçekleştirdi…

Evet ama zaten tam da bu nedenle Avrupa ülkeleri de Uluslararası Koalisyon’un içinde yer aldı, hava bombardımanlarında rol oynadı. Ama Fransa, Almanya veya İngiltere açısından Suriye savaşının bitmesinin en büyük avantajı mülteci sayısındaki düşüş olacaktır.

Söyleşinin tamamı burada.

Kaynak: Gazete Duvar