Gazete Karınca yazarı Abdulmelik Ş. Bekir, Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılan Suriye görüşmelerini, Rakka operasyonunu, ABD ve Rusya’nın YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri’ne yaklaşımını ve Türkiye’nin tutumunu değerlendirdi.

Rusya ve ABD’nin tavrını değerlendiren Bekir, “ABD, Türkiye’nin Kürtlerle uzlaşarak Suriye ve Irak denkleminde yer almasını arzulamaktadır” ifadelerini kullandı ve ekledi, “Asıl sorun Türkiye’nin Kürt politikasında ne kadar esneyebileceğiyle ilgili. Bu konuda bir uzlaşmaya varılırsa, Suriye’deki yeni dizayn bugünkünden çok farklı parametreler üzerinde gelişecektir. Bunun için hem Kuzey Suriye Federasyonu hem de Türkiye’nin belli tavizler vermesi gerekecek.” dedi.

Bekir, “Rusya kullanacağı en güçlü faktörün de Kürt kartı olduğunun bilincinde. Kuzey Suriye Federasyonu yetkililerini Rusya’ya çığırması, Astana’da sunduğu Suriye anayasa taslağında Kürtlere kültürel otonomi önermesiyle bu ısrarını teyit etti” değerlendirmesinde bulundu.

Abdulmelik Ş. Bekir’in Gazete Karınca’da yer alan, “ABD’nin dönüşü, Astana’nın teklemesi ve Bab çıkmazı: Suriye’de neler oluyor?” başlıklı yazısı şöyle:

Suriye ya da daha genel anlamıyla Ortadoğu’daki gelişmelerin hızına yetişmek imkansız. Gelişmelerin hız kazanması bir yönüyle hayatın genel akışına uygun. Altı yıl önce iş savaşla başlayan yapı bozumunun sonuna gelindi. Sıra yeni dizayn ve dengenin oluşturulmasında. Yeni dizaynın etkilerinin Ortadoğu’yu aşan ve küresel ölçekte yansımaları olacağından, işin içine küresel ve yerel birçok aktör dahil olmakta. Neticede ise günü birlik ittifak ve ihtilafların yoğunlaştığı karmaşık ve belirsiz bir manzara ortaya çıkmakta.

Suriye’de artık çoğu iş öyle klasik siyaset biliminin kurallarına göre düz yürümüyor. Taraflar açısından oldukça reel ve akilane olan çoğu hamle sahada tersi bir sonuç üretebiliyor. Sahada ki gelişmeleri takip etmek ne kadar zor ise, tarafların karşılıklı adımlarını tamamıyla mantıklı bir denkleme oturtmak da o kadar zor ve imkansız olabilmekte. Bu zorlukları gözeterek mümkün olduğunca Bab, Rakka ve Suriye’deki gelişmeleri toparlamaya çalışacağız. Öncelikle konuya sahadaki belirleyici aktörler açısından bakmakta fayda var.

ABD’NİN SAHAYA HIZLI DÖNÜŞÜ

ABD, Suriye ve Ortadoğu’daki en belirleyici güç konumunda. Obama döneminde görece daha yumuşak ve uzlaşmacı yürütülen politikanın yeni dönemde Trump ile ne yönde değişeceği uzun süre merak edildi. Her kesim kendi pozisyon ve çıkarlarına göre bir beklentinin içine girdi. Obama döneminin ABD açısından Ortadoğu’da imaj düzeltme süreci olduğu ve Trump ile sahada daha agresif politikalar izleneceğine daha önce çokça değindik. Trump’ın göreve başlamasından sonra oluşturulan ekibe ve ilk icraatlere bakıldığında ise dış siyasette daha müdahaleci olacağı neredeyse netlik kazandı.

İlk belirtiler ise Suudi Arabistan, Katar, Mısır ve Türkiye gibi klasik müttefiklerini konsolide etme yönünde. İran’a yönelik sert söylem ve kararları da bundan kaynaklı. Bunu ise İngiltere ve İsrail gibi stratejik ortaklarıyla yürütecek. Yine Rusya ile seçim dönemi vaat ettiği uzlaşmacı söylemini bir tarafa bırakacağını ve ilişki-çelişki diyalektiği gereği kah uzlaşarak kah çatışarak yürüyeceği Ukrayna-Kırım meselesinde kendini aşikar etti. Bu denklemin en sorunlu ve zayıf halkası ise Türkiye. Sorunun kaynağında da ABD’nin Rojava’daki Kürt politikası var. Türkiye ısrarla Kürt meselesinde ABD’nin kendi çizgisine gelmesini dayatıyor. Bu çizginin özü ise 20. yüzyıldaki statükonun korunarak Kürtlerin hiç bir hak ve kazanım elde etmeden statüsüz bırakılması.

Suriye ve Ortadoğu’daki kaos 20. yüzyıl statükosunun yarattığı çözümsüzlük sonucu ortaya çıktı. Aynı statükonun korunmasına dayalı bir politikanın çözüm olmayacağını ABD başta olmak üzere tüm güçler biliyor ve kabul ediyor. Dolayısıyla ABD, Türkiye’nin Kürtlerle uzlaşarak Suriye ve Irak denkleminde yer almasını arzulamaktadır. CİA Başkanı Mike Pompeo ve ABD Genel Kurmay Başkanı’nın Türkiye ziyaretleri genellikle Bab ve Rakka operasyonları bağlamında tartışıldı. Ancak asıl sorun Türkiye’nin Kürt politikasında ne kadar esneyebileceğiyle ilgili. Bu konuda bir uzlaşmaya varılırsa, Suriye’deki yeni dizayn bugünkünden çok farklı parametreler üzerinde gelişecektir. Bunun için hem Kuzey Suriye Federasyonu hem de Türkiye’nin belli tavizler vermesi gerekecek. Türkiye’nin mevcut politikası nedeniyle ABD’nin işinin oldukça zor olduğu aşikar. Bununla birlikte alternatifsiz olmadığı ise başka bir yazının konusu olsa da Suriye’de güvenli bölge oluşturma tasarısı, Rakka için Obama yönetiminin oluşturduğu planı revize ederek Suriye’ye konvansiyonel birlik gönderme ihtimali ve SDG ile çalışmayı sürdüreceğine yönelik beyanlarını hatırlamakta fayda var.

RUSYA

Denklemin diğer önemli ve belirleyici aktörünün ise Rusya olduğu genel kabul. Rusya, ABD’nin seçim süreci nedeniyle yaşanan boşluğu, ABD-AB ve Türkiye ilişkilerindeki sorunlar ile Türkiye’nin sıkışmışlığını fırsat bilerek önemli hamleler yaptı. Radikal grupları Türkiye eliyle hem ayrıştırdı hem de zayıflatarak Halep’te çok kolaylıkla kontrol sağladı. Akabinde Astana süreciyle radikal grupları karşı karşıya getirerek önemli oranda zayıflattı. Moskova deklarasyonu ve Astana süreci ile Esad rejiminin realitesini ve meşruiyetini Türkiye’ye kabul ettirdi. Her şeyden önemlisi de uçak ve elçi meselesi ile Fırat Kalkanı operasyonuna göz yumma karşılığında Türkiye’den ciddi sözler aldı. Verilen sözlerin Türkiye’nin karşısına nasıl çıkacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Rusya’nın, aldığı sözlerin takipçisi olacağını son bir haftalık beyanlarından çıkarmak mümkün. Öncelikle ABD-Türkiye ilişkilerini çok yakından takip ettiği ve Türkiye’nin ABD’den istediklerini alması için kendisini bir koz olarak kullanmaya müsaade etmek istemediğini hissettiriyor.

Bu bağlamda kullanacağı en güçlü faktörün de Kürt kartı olduğunun bilincinde. Kuzey Suriye Federasyonu yetkililerini Rusya’ya çığırması, Astana’da sunduğu Suriye anayasa taslağında Kürtlere kültürel otonomi önermesiyle bu ısrarını teyit etti. CİA Başkanı ve ABD genelkurmay başkanının Ankara’ya ziyareti sırasında da bu kartı üst üste hatırlattı. Son bir haftada YPG ve PKK’yi ‘terörist örgüt’ olarak görmedikleri ve Kürtlerin Cenevre’de olmaları gerektiği yönünde birçok açıklama geldi. Yine KDP dışında tüm Kürt taraflarının katılımıyla Moskova’da gerçekleştirilen Kürt konferansına ev sahipliği yaparak katılım gösterdi. Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonu için izin alması gerektiğini hatırlatarak, akabinde Bab’ta Türk mekanize birliğini vurdu ve son olarak, “Türkiye’den radikal gruplara silah ve lojistik temin edildiğini tespit ettik” diyerek ABD ile olası bir anlaşma ihtimaline karşı Türkiye ile Ağustos ayı öncesi politikasına her an dönebileceğinin mesajını çok açık vermiş oldu.

Şimdilik Rusya’nın Türkiye’nin ABD ile ilişki ve anlaşmalarını gözlemleyecek ve beklentilerinin hilafına bir gelişme durumunda ise uçak meselesinden tutalım da elçi ve Fırat Kalkanı konularına kadar çeşitli vesilelerle Türkiye’den alacaklarını tahsil yoluna gideceği sır değil.

Üçüncüsü düzenlenen Astana görüşmesinde soğuk rüzgârların esmesinin yanı sıra bir yandan Türkiye’ye bağlı grupların arıza çıkarması öte yandan Suriye’nin “Türkiye, topraklarımızdan çekimeden ne Astana ne de Cenevre’de yüz yüze görüşmeyeceğiz” açıklamaları ile Astana’ya giden Rus temsilcinin “Türkiye’den radikal gruplara giden desteği tespit ettik” söylemi Rusya’nın olası ABD-Türkiye ortaklaşmasına verilen ilk tepkiler olarak ele alınabilir. Suriye’nin tavrının da Rusya ile uyumlu olacağı değerlendirilebilir.

TÜRKİYE

Suriye denkleminin en belirsiz ve giderek en etkisiz elemanı olma pozisyonuna evriliyor. Bunun en önemli hatta artık tek nedeninin ise Kürt karşıtı politikası olduğunu vurgulamak gerekir. Suriye üzerinden kurguladığı Sünni dünyanın hamisi olma iddiasından vazgeçtikten sonra müflis tüccar misali, en azında Kürtler bir kazanım elde etmesin çabasında. ABD’ye kızıp Rusya’ya yakınlaşması da, Rusya’ya verdiği tehlikeli sözlerden cayıp tekrar ABD ile dirsek teması sürdürmesi de, Fırat Kalkanı operasyonu ile Suriye’ye girmesi de, içerde yaşadığı büyük sıkışmışlığının da altında en önemli nedenin bu olduğunu söylemek abartı olmasa gerek.

Özellikle Bab konusunda ortaya çıkan tablonun temel nedeni de bu politikasızlık politikası olduğunu görmek gerekir. Fırat Kalkanı operasyonu ile Cerablusa girdiğinde yandaş medyanın ve hükümet yetkililerinin abartılı ajitasyonun acısı bugün çekiliyor.

“IŞİD’e karşı sadece YPG direnebilir efsanesini yerle bir ettik, en iyisini ÖSO ile biz yaparız” ajitasyonunun kısa süre sonra, “ÖSO grupları silahları başka gruplara satıyor, mevzi tutmadan kaçıyor” şikayetlerine dönüşmesinin hesabının verilmemesidir Bab’ta yaşanan badire.

Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere hükümet yetkililerinin ayları bulan Bab operasyonuna ilişkin açıklamalarını hatırlayalım. Şimdiye kadar defalarca “kuşatıldı, ha bu gün ha yarın temizlenecek” şeklinde açıklamalar yapıldı. Son olarak Genelkurmay Başkanı Akar tarafından bitirildiği müjdesi verildi, beş dakika arayla Savunma Bakanı Fikri Işık tarafından yalanlanarak devam ettiği belirtildi.

Aynı kafa karışıklığı Suriye’de ne yapılacağına dair de sürüyor. Gün aşırı Bab ve Rakka sarkacında sallanıp duruyor Türkiye siyaseti. İşin tuhaf yanı da tekleştirilen medya sayesinde bu hezimet halktan saklanabiliyor.

Bugün “Sahi El Bab’ta durum ne?” diye sorsan Türkiye’de toplumun ezici çoğunlu medyanın ajitasyonu sayesinde “IŞİD’den temizledik” diyecektir. Ancak Bab tamı tamına IŞİD’in kontrolünde. Art arda gelen birbirini yalanlayan çelişkili açıklamaların nedeni de Türkiye’nin ABD ve Rusya arasında tercih belirtme anına yaklaşmasıdır. ABD’den ardı sıra gelen ziyaretçilerden işkillenen Rusya, Türkiye’ye “hele bir az dur” dedi.

ABD ile ne yapacağına karar ver, sonra tekrar düşünürüz. ABD ile yapılan pazarlıkların sonucudur El Bab’ın medya yardımıyla günü birlik alınıp kaybedilmesi ya da Rakka’ya bir koşu gidip gelmeler. ABD’den yana tutum belirleme ihtimali güçlü, ancak bu sefer de Rusya’ya verilen sözlerin sancısının başlaması kuvvetle muhtemel. Bu durumun çok sürmeyeceği de kesin. Tüm bu belirsizlikler içinde emin olunan tek şey ise ne olursa olsun güzide medya sayesinde Türkiye’nin en kazançlı ülke olacağıdır! Gerçek ise, Suriye’de konvansiyonel güçle sahaya giren üçüncü ordu konumundaki TSK’nın Fırat Kalkanı operasyonundan öncesine göre caydırıcılığını önemli oranda yitirdiğidir. Bunun en önemli müsebbibi de sığ ajitasyon ve öngörüsüz siyasetin ta kendisidir.

KÜRTLER

Üzerinde birçok hesabın yapıldığı ve Suriye’de bir denge durumuna gelen diğer bir güç de Kürtler.

ABD ve Rusya ile ilişkileri sürüyor. Başından beri Suriye’de hem alternatif hem de dengeli ve başarılı bir siyaset yürüttüklerini teslim etmek gerekir. Rusya’ya nazaran ABD ile askeri ve giderek siyasi bir mecraya evrilen ilişkileri daha kalıcı görünüyor. ABD’nin Türkiye’nin talepleri üzerinde dayatmaları ciddi bir boyut kazanmadığı sürece bu ilişkiyi sürdürecekleri malum.

Geçen hafta Suriye Demokratik Meclisi Eş Başkanı İlham Ahmed’in ABD’ye ziyareti ve ardından basına verdiği mülakata bakıldığında önümüzdeki dönemde bu ilişkilerin siyasi bir boyut kazanması güçlü bir ihtimal. Özellikle ABD’nin Kuzey Suriye Federasyonu’nu kapsayan bölgeyi ‘güvenli alan’ olarak ilan etmesi, buraya yeni birlikler takviye etme ve ABD’de temsilciliğin açılması ihtimalleri gerçekleşirse ilişkiler yeni bir boyuta taşınmış olacaktır.

Rusya da, ABD-Türkiye ilişki ve anlaşmalarına bakarak Kürt siyasetini dizayn edecektir. Kürtlerin aleyhine gelişebilecek olası bir Türkiye-ABD ortaklaşması Kürtleri ve Rusya’yı daha da yakınlaştıracaktır. Bu durumda Rusya, Kürtlere yönelik otonomi önerisini İran-Suriye ikilisine kabul ettirmeye çalışacaktır.

Bu noktada İran’ın Kürtlere yönelik niyeti Türkiye’den farklı değil ancak başından beri Kürtlerle direk karşı karşıya gelmekten imtina etmeyi tercih etti. Ya da Türkiye’nin radikal Kürt karşıtı politikasından faydalanarak Kürtleri Türkiye eliyle engellemeyi çıkarına daha faydalı buldu. Ancak ABD-Türkiye ilişkilerinde Kürtler üzerinden yaşanan zorlanmanın bir benzerinin Rusya-İran ilişkilerinde de yaşanması mümkün.

Sahada ise üçüncü aşaması devam eden Rakka operasyonu başarılı bir şekilde yürütülüyor. IŞİD’in başkentinin bu kadar kısa sürede üç yandan kuşatılması SDF’nin savaş performansının giderek arttığına işaret. Hamlenin Rakka’nın temizlenmesiyle sonuçlanması Suriye’de rejim ile SDF’nin masada kalan temel iki güç olacağı anlamını taşır.

Yazının tamamı burada.