Andon Parizyanos ve Taki Francis, ikisi de İstanbullu Rumlardan, biri hala İstanbul'da biri Atina'da yaşıyor. Çocuk hafızalarından 6-7 Eylül'ü ve bugüne yansımalarını anlattılar.

Nilay Vardar'ın bianet'te yer alan haberine göre İsmini Yunanca’dan alan ve nüfusun yüzde 90’ını Rumların oluşturduğu Burgaz Adası’nda şimdi 6-7 Rum kalıyor.

Tarihi 8. yüzyıla dayanan Ayios İoannis Kilisesi de olmasa adadaki Rum kimliğini hissetmek mümkün olmayacak.

Andon Parizyanos ve Taki Francis’le de kilisenin bahçesinde bir araya geldik. 6-7 Eylül 1955 olaylarının 60. yılında hem geçmişi yeniden hatırlamak hem de bugünü konuşmak için.

Türkiye’nin yakın tarihinde herkesin gözü önünde yaşanan bu pogromu bir kez daha onların çocuk hafızasından dinlemek istedik.

Burgaz Ada, 6-7 Eylül’ün şiddetini yaşamayan nadir yerlerden biri.

İkilinin anlatımına göre, adadaki Kemal Komiser, Rumlara saldırmak üzere motorlarla adaya gelenlerin haberini alınca halka bir miktar silah vererek ada etrafında nöbetçiler koyar. Motorla gelenlere karşı havaya birkaç el ateş edilmesiyle kimse adaya ayak basamaz. Burgaz Ada o şiddetten nasibini almaz, Heybeliada, Büyükada ve diğer azınlıkların yaşadığı semtler için ise aynı şey söz konusu olmaz.

Francis de Parizyanos da 6-7 Eylül gelmeden evde bir şeylerin olacağının konuşulduğunu hatırlıyor. “Kıbrıs olayları nedeniyle cemaat çok tedirgindi. Babamlar sürekli fısır fısır bir şeyler olacak derdi” diyorlar.

O dönem sekiz yaşında olan ve Kurtuluş’ta yaşayan Andon, o günleri şöyle anlatıyor:

“O gün Balat’ta anneannemdeydik. Komşusu Zehra Hanım geldi. ‘Bana soru sormayın, anneanneme sen Katina benim eve gel, siz de evinize gidin’ dedi. Öyle yaptık. Babamla Taksim’de yürürken duran kamyonları gördük. Babam tuhaflık olduğunu anlamıştı.

"Akşama doğru olaylar başladı. İşaret evde ışık yakmaktı, biz hata etmişiz, apartmana koca bir Türk bayrağı astık ama ışıkları kapattık. Terastan Yedikule kilisesinin yanışını görüyorduk. Tam o sırada yanıbaşımızdaki kilise de yanmaya başladı. Kubbesindeki kurşunlar eridiğinde büyük bir mangal gibi kaldı kilise.

"Gruplar sonra ellerinde benzin şişeleriyle sokağa geldi. Biz de korku git gide artmıştı. İri yarı bir arnavut komşumuz vardı, elinde baltayla ‘o apartmanı yakarsanız benimki de yanar’ diye bunları korkuttu. Birkaç cam kırıp gittiler.

"Ertesi gün evden çıkamadık. İki gün sonra anneannemin Balat’taki evine gittiğimizde ev dört duvar kalmıştı. Anneannem karşıdaki komşusu Zehra Hanım’a gitmişti. Evini yıktıkları zaman komşusu Zehra bayrağı tutuyor, anneannem de alkışlıyormuş ki belli olmasın Rum olduğu. Kendi evinin yıkılışını alkışlayarak izlemiş yani.


"Evde hiçbir şey kalmamıştı. Büyük bir çaydanlığı vardı, bakır onun üstünde bile tepinip tepsi gibi dümdüz etmişler. Mahallenin Bodoz isimli bir Rum bakkalı varmış. Biraz kazıkçıymış sanırım. Babanemin evindeki eşyaları atarlarken ‘al sana Bodoz, al sana Bodoz’ diye bağırıyorlarmış. Fıkra gibi şimdi anlatınca ama onu o zaman yaşamak…”

Francis ise 9 yaşında Tarlabaşı’ndaki evinden izlemiş tüm şiddeti.

“Babam, kamyonlarla grupları gördüğü için eve gelip içeri soktu hemen bizi. Bütün her yeri kırmaya başladılar. Eski rum evlerinde demir kapılar olurdu, bizim eve o yüzden giremediler. Bazı Rum evleri işaretliydi ama hepsini de ayıramıyorlardı. Mesela yandaki eve girdiler, onlar Ermeniydi, mobilyacı Yahudiydi, onun dükkanını da yağmaladılar.

"Kasaptan bıçakları toplamışlardı. Giremedikleri evlerin pencelerini kırıp bıçakları atıyorlardı. Mithiş bir korku, arka odalara çekilmiştik. Bizim eve de bıçak atılınca babam yedek subaylıktan kalan subay üniformasını dışardan görünecek şekilde apartmanın portmantosuna asmıştı. Belki subay sanıp giderler diye…

“Gece 11’e kadar sürdü olaylar. Kamyonların, itfaiye arabalarının arkasına kumaşçılardan aldıkları top kumaşları bağlamışlardı, onlar gittikçe kumaşlar açılıyordu. Dükkanlardan evlerden erzaklar dökülmüştü, pis kokular yükseliyordu.

"İki gün sonra sıkıyönetim gelince sokağa çıkabildik. Aya Triada Kilisesi yakılmış, babamın çalıştığı okulda hiçbir şey kalmamıştı. O zaman bir kez daha babamın yıkıldığını hatırlıyorum. “

O günden sonra Rum cemaatinde korkunun yanında ne yapmalıyım sorusu belirmiş.

Gitmeli mi, kalmalı mı?

Parizyanos, “Rumlar için mübadele, varlık vergisi, amele taburları hep bir kırılmadır zaten. 6-7 Eylül 1955 de o kırılmalara büyük bir korku ekledi. Ancak yine de kimse gitmedi. Asıl göç 1964 Rum sürgünü ve ardından başladı” diye anlatıyor.

Francis de lise yıllarında sınıfındaki 27 arkadaşından 24’ünün Atina’ya göçtüğünü anlatıyor. Babası ona da sormuş: Gitmek ister misin? Gözleri doluyor. “Gitmedim, kaldım.”

Parizyanos da gitmemiş. Yunan Edebiyatı’nı bitirdikten sonra Zoğrafyon Lisesi’nden öğretmen olmak için 1972’den 1987’ye tam 15 yıl atama beklemiş. Her seferinde gerekçesiz uygun değilsin yanıtı almış. İzin çıkana kadar okulda öğretmenlik yerine muhasebecilik yapmış inatla.

Aynı akıbet Francis’in babasının da başına gelmiş. Rum okullarında hem öğretmen hem okul müdürü babası, bir anda iki görevinden de atılmış. Diğer birçok Rum okul müdürü gibi. Sonradan anlaşılmış ki bunların hepsi aslında Rum eğitim hayatını bitiremeye dönük hamleler.

Francis, “Babam Ankara’ya gitti, sormadığı kimse kalmadı. Ama kimse yanıt vermedi. Yıllarca babam bunun acısını çekti, sonra da kahrından öldü” diye anlatıyor.

İşte Francis’in 44 yaşında memleketi terk etme nedeni de yine eğitim oluyor. Oğlunun öğretmensiz Rum okullarında eğitiminin yarım kalmaması için Atina’ya gidiyor. Tabii, ticari hayatında “Bu Rum Taki’den alışveriş etmeyin Kemal’den edin” laflarının da işlerini düşürdüğünü ekliyor.

Haberin tamamını buradan okuyabilirsiniz