Politik tutuklu olarak Türkiye’nin en uzun süre cezaevinde yatan kişisi olarak bilinen Tahir Canan‘ın yaşamı bir yığın hukuksuzlukla dolu. Ve bunlara her geçen gün yenileri eklenmeye devam ediyor.

2 Ekim 2011 tarihinden itibaren başlayan “Tahir Canan’a Özgürlük!” kampanyası çerçevesinde yürütülen mücadele kamuoyunca biliniyor.

12 Eylül’e hazırlık sürecinden beri (1991-1993 yılları hariç) yaklaşık 32 yıldır cezaevinde olan Tahir Canan yaşadığı hukuksuzlukları her fırsatta kamuoyuna duyurmaya çalışıyor.

PEKİ, HUKUKİ SÜREÇ NEDİR?

Tahir CANAN 12 Eylül öncesi politik kimliğinden dolayı işlemediği cinayetlerin faili haline getirildi. 12 Eylül döneminde uygulanan her türlü işkence ve kötü muameleye rağmen üzerine yıkılmak istenen cinayetleri kabul etmeyen ve aynı dönemde bu suçu üstlenen kişi ve örgütler de bulunmasına rağmen Canan’a 36 yıl ceza verildi. 91 yılında çıkan af yasasıyla şartlı tahliye olan Canan, 93 yılında TDKP üyeliğinden tekrar yakalandı ve infazı yandı… Yani önceki cezasının da tamamını yatması gerekti… Hukuk mücadelesi de böyle başladı.

2003 yılında Tahir Canan hakkında cezayı veren (DGM’lerin kaldırılması sonucu) Malatya DGM yerine Malatya  Ağır Ceza mahkemesi tarafından 4959 sayılı kanun kapsamında “mahkûmiyet kararının tüm sonuçları ile kaldırılmasına, hükümlüye ceza verilmesine yer olmadığına''  kararı verildi.

Yani Canan serbest kalabilirdi. Ancak Tahir Canan, 2003 yılında cezasının tüm sonuçları ile birlikte ortadan kaldırıldığı ve sicilinden silinmesine karar verildiği tarihten beri bir türlü tahliye edilmedi.

Dosyası Malatya ve 1991 yılında şartla tahliye olduğu  Gaziantep arasında gidip gelmeye başladı.

Malatya’nın bu kararına Gaziantep. Ağır ceza mahkemesi suçun ortadan kalkması suçun oluşmadığı anlamına gelmez şeklinde yorum yaparak 2003 yılından beri tahliyeyi engelledi.

Bu süreçler üzerine Yargıtay’a giden konuda Gaziantep mahkemeleri onaylandı. 

Bunun üzerine artan kamuoyu baskısı ile konu tekrar bakanlığın gündemine geldi. 2011 yılında başlayan yeni süreç sonrasında Bakanlık topu tekrar Yargıtay’a attı, Yargıtay da idare-i maslahatçı bir tutumla kararı Gaziantep mahkemesine bıraktı. Gaziantep de son kararını verdi: ‘32 yıl yetmez, 4 yıl daha yat!

Kanun yararına bozma sürecinde beklenen ’tüm sonuçları ile ortadan kalkan, sicilden silinen ceza nedeniyle’ tutsaklığın son bulması yönünde iken karar yine yeni bir hukuksuzluk yarattı.  

İnfazın yanmasına neden olduğu ifade edilen ve sonrasında (infazın yanması bir sonuçtur) ortadan kalkan duruma rağmen 12 Eylül döneminde aldığı 36 yıllık cezanın tamamı Tahir Canan’a yatırılmak istenmekte. 12 Eylül, darbe ve darbeciler ile hesaplaşıldığı söylenen bir süreçte 12 Eylül hukuksuzluğu ile verilen 36 yıllık ceza Tahir Canan’a çektirilmek isteniyor.

Kararı alır almaz Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz dilekçesi yazan Tahir Canan duruma dair Bandırma M Tipi Cezaevi’nden kamuoyu dikkatine yaptığı açıklamada; şunlara değindi:

“Türkiye’nin dört bir yanından duyarlı insanların ortak çabasıyla Tahir Canan’a Özgürlük kampanyası, Yargıtay Birinci Ceza dairesinde bozma kararına dönüşmüştü. Bu bozma kararı uzun bir süre Yargıtay Başsavcılığı’nda bekletildi. Yerel mahkemeye gönderilmedi. Avukatlarımızın ‘dosya neden gönderilmiyor’ sorularına Adli tatil gerekçe gösterildi. Yerel mahkemeye de dosyanın gelip gelmediği sorulduğunda hep ‘gelmedi’ yanıtı ile karşılaştılar. Ancak, 8 Kasım 2012 tarihinde Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesinden o beklenen karar geldi. Karara göre ‘20.05.2016 tarihleri arasında yatması gereken süreden mahsubuna’ denerek yeni bir hukuksuzluğa imza attılar. Duruşma Avukatlardan gizlenerek karara bağlandı. Hukuk bu! Akıllara ziyan veren hukuk! Suç olmadan ceza kesen hukuk!’’

Çünkü infazın geri alınmasına neden gösterilen Malatya 1 nolu DGM’nin kararı idi. Aynı mahkeme kendi kararını 2003 yılında kaldırdı. ‘Ceza verilmesine yer yok’ dedi. Adli sicilde sabıka kaydından çıkardı. Bu bağlamda infazın geri alınmasını gerektirecek bir ceza-suç kalmadı!

Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesi şimdi olmayan bir suç üzerinden infaz alma işlemi yapıyor. Haliyle bu uygulamada ne diyeceğimizi de bilmiyoruz.

Bu konuyu avukatım 2011 yılında verdiği dilekçe ile Bandırma Savcılığına, Adalet Bakanlığı’na anlattı. Bütün yetkililer bu yasal gerçekliği adeta görmezlikten geldiler. Top Yargıtay’a atıldı. Yargıtay da aldığı bozma kararıyla idare-i maslahatçı bir tutum takınarak işi yerel mahkemeye bıraktı. Yerel mahkeme de savunmayı karşısında görmek istemediği için dosyanın kendilerine ulaştığı bilgisini dahi vermedi. Bu yargının kendi çalıp kendi oynamasının en tipik halini ortaya çıkardı! Ortada savunma yok. Kim var: iddia makamı olarak savcılık, bir de mahkeme heyeti! Bu mahkeme heyeti Yargıtay’ın bozduğu karara da oybirliği ile karar veren heyetti. Savcılık da o zaman mahkeme ile aynı düşüncede idi. Peki bu yapılana yargılama mı denir?

Bu saydığım hukuksal veriler üzerinden hangi hukuka göre yargılanıp içeride tutulduğum sorusu akla gelir. Adaletin aklını kaybettiği yerde insana değer de kalmaz, hukuk da.”