"1915'in ardından 6-7 Eylül gibi daha yakın tarihe ait olaylara da bakılabilir." diyen Sevan Nişanyan, 04 Ocak 2012 tarihli Radikal'deki yazısında '1915'le yüzleşmenin hukuki boyutlarını soru-cevap şeklinde irdeliyor.


SORU 1: Soykırımı kabul etse Türkiye ceza alır mı?
Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi, soykırımı bireysel bir suç olarak tanımlar. Sözleşme uyarınca soykırım işleyen, işlemeye teşebbüs eden, kamuoyunu soykırıma teşvik eden ve soykırımda suç ortağı olan kişiler, suçun işlendiği ülkede veya uluslararası mahkemede yargılanır (Madde VI). Taraf ülkeler, suçlu kişileri etkili biçimde cezalandırmayı (Madde V), gerekirse adi suçlu statüsünde sınır dışı etmeyi (Madde VII) ve yargılama konusunda BM organlarıyla işbirliği yapmayı (Madde VIII) taahhüt eder. ‘Ülkenin yargılanması’ gibi hukuken anlamsız bir kavrama yer verilmemiştir. Tazminattan da söz edilmemiştir.
Demek ki Türkiye Cumhuriyeti, soykırım suçunu inkâr etmekle ‘Türkiye’ veya ‘Türkler’ adı verilen soyut varlıkları değil, suç işlediği iddia edilen birtakım kişileri savunmaktadır.Türkiye’nin soykırımı inkâr etmesi, ‘Türkiye’yi’ veya ‘Türkleri’ zedelemez; Türklerin eskiden matah adamlar sandığı bazı kişilerin adi suçlu olduğunu kabul etmesi anlamına gelir.
Sözleşme, en son Sırp ve Hırvat savaş suçlularını yargılamada kullanılmıştır. Dikkat buyurun: Yargılanan Hırvatistan veya Sırbistan değildir; bu ülkelerin vatandaşı olan birtakım kişilerdir. Ancak iki ülke, mahkeme tarafından aranan sanıkları bulma ve teslim etme konusunda ayak diredikleri için, suçluları koruma faslından birtakım diplomatik ve ekonomik baskılara maruz kalmıştır.
Bir suçtan ötürü suçlu kişinin çocukları, akraba ve taallukatı, yurttaşları veya yandaşları cezalandırılamaz; bu bir temel hukuk kuralıdır. 1915-1922 katliamlarında rol alan hiç kimse bugün hayatta olmadığına göre, demek ki Ermeni soykırımına ilişkin bir yargılamadan, herhangi bir gerçek hukuki sonuç çıkması mümkün değildir.

SORU 2: Soykırım suçu 1948’de tanımlandı. Geriye işletilmesi hukuka aykırı değil mi?
Suçun 1948’de hukuken tanımlanmış olması, daha önce bu suçun işlenmiş olamayacağını göstermez. Misal: Türk hukukunda ‘suç işleme amaçlı örgüt kurma suçu’ ilk kez 1991’de tanımlandı. O zaman ‘Türkiye’de 1991’den önce çeteler, mafyalar yoktu’ mu diyeceğiz?
1948’de müeyyideye bağlanan bir suçtan ötürü 1915’te suç işleyen kişiler cezalandırılamaz deniyorsa, bakın bu doğru olabilir. Ceza hukukunda geriye teşmil olmaz. 1915 faillerinden hayatta olanlar, 1948’den sonra yeni mevzuata göre yargılansaydı muhtemelen hukuka aykırı olurdu. Fakat bugün o kişilerden hayatta kalan kimse olmadığına göre konu kadüktür. Tartışacak bir mevzu yoktur.

SORU 3: Soykırım kavramı 1948’de hukuki anlam kazandığına göre, Fransa’nın bugün çıkardığı yasada hukuksuzluk yok mu? Anakronizm değil midir bu?
Fransa’daki tasarının soykırım suçunu cezalandırmakla ilgisi yok. Fransa Meclisi, 2001’de çıkardığı bir yasayla 1915 olayının bir soykırım olduğuna karar verdi. Şimdi bunu inkâr etmenin, bir toplumun kimliğine ve haysiyetine yönelik aşağılama olduğuna ve nefret suçları kapsamında cezalandırılması gerektiğine karar veriyor. Buna düşünce özgürlüğü açısından karşı çıkmak mümkündür. Politik fayda ve ahlak açılarından da belki karşı çıkılabilir. Ancak ortada geçmişe işletilen bir durum yok. Bugün işlenmekte olan ayrı bir suçun kovuşturulmasını öngörüyorlar.

SORU 4: Fransa’nın çıkardığı kanun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi açısından sakat değil mi?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ifade özgürlüğünü çok geniş hatlarla tanımlar ve korur, evet. Fakat ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Başkasının hak ve özgürlüklerine tecavüz ettiğin noktada dur derler. Kimsenin onuruna ve haysiyetine saldıramazsın. Hakaret edemezsin. “Şu adamları çoluk çocuk ayırmadan öldürmek lazım, mallarını yağmalamak lazım, atalarımız öyle yapmış, oh ne güzel yapmış” diyemezsin. Suçtur. Bu suçu övmek de suç mudur? Bu konuda içtihat muhtelif gerçi. Ancak son yirmi yılda genel trend, nefret suçlarının kapsamını genişletme yönünde; onu da bilmek lazım. Fransız tasarısı, hukuk açısından önemli bir yenilik getirmiyor. Arkasında 1990 tarihli Gayssot Yasası var. Bu yasa, ‘insanlığa karşı suçlar’ olarak tanımlanan ‘suikast, imha (extermination), köleleştirme, tehcir (déportation) ve sivil topluluklara karşı savaş sırasında veya savaş öncesinde işlenen diğer insanlık dışı eylemleri’ toplu yerlerde ve kamuya yönelik yayın organları aracılığıyla inkâr etmeyi, beş yıla kadar hapis ve 45,000 euro para cezasıyla cezalandırıyor.
Diğer Avrupa ülkelerinde de buna benzer yasalar var. Alman Ceza Yasası’nın 1985’te kabul edilen 130. maddesine göre ‘soykırımı küçümsemek, inkâr etmek veya zararsızlığını iddia etmek’ suç. Nefret Suçları’na ilişkin 1994 tarihli yasayla, Yahudi soykırımını inkâr etmenin cezası da beş yıla çıkarılmış.
Avrupa Konseyi’nin 2006’da yürürlüğe giren ek protokolüyle ‘Yahudi soykırımını inkâr etmek, kabaca önemsizleştirmek (minimisation grossière), övmek veya haklı göstermek’ suç sayılıyor. Bu protokolü Kanada dahil 30 ülke onaylamış.
Almanya’daki yasaya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde itiraz edilmiş. Mahkeme, 1995 tarihli Otto Ernst Remer davasında, AİHS’nin hakların kötüye kullanılmasına ilişkin 17. maddesine dayanarak itirazı reddetmiş. Tercümesi: Soykırım inkârını ‘hak ve özgürlüklerin yok edilmesine yönelik bir eylem’ olarak değerlendirmiş. Özetle söylemek gerekirse, emekli Büyükelçi Akın Özçer’in 24 Aralık 2011 tarihinde Taraf’ta çıkan nefis makalesinde belirttiği üzere, “AİHM’nin, önüne geldiğinde bu yasa dolayısıyla Fransa’yı mutlaka mahkûm edeceğine ilişkin değerlendirmeler, iyi dilekten öte bir anlam taşımıyor.”

SORU 5: Türkiye soykırımı kabul ettiği takdirde, tazminat hakkı doğar mı?
Tazminat meselesinin soykırımla alakası yok. Ayrı bir konu. Farz et ki soykırım olmadı, burunları kanamadan gittiler. Sen, zamanın başbakanının ikrarına göre 972,000, hakikatte 1,5 milyon kadar sivil vatandaşını çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden yurdundan sürmüşsün. Evine, barkına, eşyasına, malına, bankadaki hesabına, davarına, tarlasına, bahçesine, dükkânına, atölyesine, fabrikasına, okuluna, kilisesine, mezarlığına el koymuşsun, yağma Hasan’ın böreği gibi yandaşlarına üleştirmişsin. Bu durumda adamların belge gösterip bedel istemesine ne hakla ve hangi yüzle itiraz edebilirsin?

SORU 6: Türkiye tazminat ödemeli mi?
Bana sorarsanız 1915 için ödememeli. Ya da sembolik bir şey ödemeli.
Gençliğimde sosyalisttim; belki onun kalıntısıdır, miras hakkını mutlak bir hak olarak göremiyorum. Ayrıca soykırımın ve inkârın trajedisinin para pazarlığına tahvil edilmesini ahlaken sakıncalı buluyorum. Bununla birlikte tazminat talebinin de pratikte içinden çıkılmaz sorunlara ve haksızlıklara yol açacağını düşünüyorum. Ölen ölmüş, giden gitmiş. Bu aşamada mal derdine düşmenin faydası yok.
Fakat alacağından vazgeçme hakkı borçluya değil, alacaklıya aittir. O hakka da saygı göstermek gerekir.
Daha yakın tarihte eski politikanın devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin giriştiği bazı yağmalama eylemleri, belki ayrı bir kapsamda ele alınabilir. Devlet tarafından örgütlendiği açıkça ortaya çıkan bir 6-7 Eylül 1955 talanı var. 60,000 İstanbullu ve adalı Rumun 1963-1964’te malını mülkünü terke mecbur edilip sınır dışı edilmesi var. 1976’da Yargıtay kararıyla gayrimüslim vakıflarının 1936’dan sonra edindikleri mülklere tazminatsız el konulması var. 1980-1981 gizli kararnameleriyle Ermenilerin ve Rumların taşınmaz mallarını yok pahasına elden çıkarmaya zorlanması var. Bu olayların mağdurlarının bir kısmı halen hayatta. Onlarla el sıkışıp helalleşmek için vakit çok geç sayılmaz sanırım.