Nerede güçlü bir lider varsa orada zayıflayan, zayıflamış ve hatta işlevsizleşmeye yüz tutmuş bir kurum vardır.

Zira bu lider eğer devlet başkanı veya mukabili bir görevdeyse, devletin tüm kurumları ona tabi olmak zorunda. Çünkü güçlü liderin karizması ve yaydığı korku, tüm kurumları dolaylı veya direk şekilde biat ettirir.

Liderlik karizması korku üretir. Aynı zamanda korku salar. Bulaştırır. Bu olgunun ruhuna uygun bir şeydir.

Hele ki bu lider despot eğilimliyse bu iş gönüllü kulluğa, kulluk yarışına ve kulların kendi aralarında birbirini daha az biatçı diye ispiyonlamaya kadar gider.

Eşyanın tabiatı budur.

Güçlü liderin ruh hali, fikri, duygu durum hali, temsil ettiği ülkeye, partiye, sendikaya, daireye, odaya, derneğe, kuruma, şirkete ve eve siner.

Bu doğal bir önermedir. Daha önemlisi tarih ve hayattan teyit edilmiştir.

Bu işler sadece sağ kesimde öyle değil solda da öyledir.

Bir yanlışım varsa Türkiye Solu Sözlüğü yazarı İnönü Alpat Hocam beni düzeltir. Türkiye solunun kendi içinde ki bölünmelerin yüzde 80’i belki güçlü kişi ve öteki endekslidir.

Yani bir yerde güçlü lider varsa kurumsal bir güç ve faaliyetten söz etmek mümkün değil.

Bu durum, iyi niyetle, ya da kötü niyetle olsa da sonuç aynıdır.

Oysa soldan başlayalım.

Solun ruhu kolektivizm üzerine kuruludur. Bu kolektif sistem nasıl lider üretir anlamak ve tartışmak lazım. Bu liderlere yapının gücü doğrultusunda anlam, slogan, anıt atfedilir. Doğru değil bu işler ama öyle işte. Tartışılamayan, eleştirilemeyen bu şahıslar yaşadıkları süreç boyunca yapıya yön verirler.

İslam da politik organizasyonun ruhunu şura verir. Tabi bu bir söylem. Propaganda söylemin ötesinde bir şey değil. Şura ve istişare dediğiniz şey liderin, şeyhin, beyanı ve ona itaatin ötesinden başka bir şey değildir.

Bu konuda İslamcıların durumu ortada, şirk koşma ve daha da ötesi hayatın içinde gördüğümüz, şeyhe dokunma, elini tutma, tuttuğu ipe dokunma ve birçok örnek biatın teatral örnekleridir.

Ülkücülüğün özünde Töre vardır. Normal ülkücülük tarih-politikasında tanrı kral geleneği yoktur. Hatta töre vurgusu öylesine güçlü ki. Töre konuşunca Kağan susar söylem sloganı vardır.

Reel hayatta tabi bu işler öyle değil. Mesela MHP’li bu kadar adam bir araya geldi, Devlet Bahçeli’ye bir kongre yaptırtamadı. Hükümet yardımını da unutmamak lazım.

Türkiye siyasal hayatın durumu böyle.

Bunun bir çözümü var mı acaba?

Bir çözümü var. Lakin bugün bu çözüm işlevsel değil. Normal hayat akışında etkili olabilen bu çözümün adı, siyasi partiler yasasının değiştirilmesi ve seçim barajının kaldırılması. Ya da dünya devletleri ile aynı seviyeye çekilmesi. Seçim barajı dünya ülkelerinde ortalama 4 ila 5’tir.

Öncelikle bugün OHAL vardır. OHAL bir uygulama değil bir yönetim biçimidir. Dolayısıyla barajın düşmesi felan pek bir ehemmiyet taşımıyor.

Bu ülkede muktedir düşünün ki MESAM gibi bir kuruma bile kayyum atıyor. Gerçi buna da şükür etmek lazım. Yarın Tabipler Odasından, Saadet Partisine dek birçok kuruma kayyum atabilir. Muktedirliğin sınırı yok, şimdilik dur diyecek bir güçte yok.

HDP’ye bakın, tüm belediyeleri kayyum atandığı gibi, 3 yılda 11 bin 631 gözaltı 3 bin 382 tutuklama ile fiili bir kayyum ve cezalandırma söz konusu.

Bugün normal siyasal hayata dönmek, tahrip edilen kurumların yeniden onarmak ve özellikle yargıyı bağımsızlaştırmak için demokrasi güçleri bir araya gelmek zorunda. Başka bir yol görünmüyor.

Normal hayata döndüğümüzde ise siyasetin normalleşmesi için siyasal partiler yasasının değişmesi ve seçim barajının düşürülmesi gerekmektedir.