İki hafta önce Demokrat Haber’de yayımlanan “Mevsimsiz Ölüler, Mevsimlik Cinayetler Atlası” adlı yazımı sonlarken:

Herkes bu cinnet mahallinde payına düşeni alır elbet.

Ölümse ülkenin her soluklanışında kol gezer, seferidir.

Al ölümlerden ölüm beğen kendine!” diye yazmıştım.

Coğrafyamızda kol gezerken vahşet, bu kez Suruç’ta yüzünü gösterdi kelimelere sığdıramadığımız, gencecik çocuklara yakıştıramadığımız ölüm. Bayraklarıyla, sloganlarıyla ülkenin değişik yerlerinden Kobane’ye insani yardım götürmek için yola çıkan Gençler, Amara kültür merkezinin sabah serinliğindeki bahçesinde kahvaltı sonrası ateş topuyla karşılaştılar. Göğe savrulan genizleri yakan barut kokusuyla telaşlanırken şehrin boşluğundaki kuşlar, onlar ele ele sarılarak siperlerdiler göğüslerini, umutlarını yarınlara olan çocuksu sevinçlerini taşıdıkları kadim topraklarda. Kardeşliğin öyle kolay şey olmadığını, gerekirse kardeşim dediğin topraklarda ölüneceğini gösterdiler bize.

Bir hayalet gibi kol geziyor Ortadoğu’da bizim devletlilerin IŞID’madığı barbarlık çetesi. Türkiye’den özellikle Adıyaman, Gaziantep, Bingöl gibi illerden cihatçı devşirdiğini herkes biliyor. Sık sık çocuklarının peşine düşen ailelerin Suriye topraklarında yaşadıklarını basından izliyoruz. Aileler kendilerine kimsenin sahip çıkmadığını söylüyor. Dahası yurt dışından gelenlerle birlikte ülkenin metropollerinden gruplar halinde bölgeye gidildiği, geçişlerin hiç sorun olmadığı görülüyor. Sınır güvenliği söz konusu olunca gücü katırla mazot taşıyana yeten bir devlet, bilindik nedenlerle sınırını delik deşik eden çetelere uzun süre sesini çıkaramıyor(!)Urfa Valisi geçen günlerde kendisine militanların Urfa’da bulunup bulunmadığı soran muhabirleri gözaltına aldırıveriyor herkesin gözü önünde. Böyle bir sorunun kendisine yöneltilebilme cesaretini kendisine zül saymış olacak ki muhabirler birkaç saat ağırlanıyor polis nezarethanesinde.

URFA’YA GİDER KANLI BİR YOL

Kobane gerçekleşen saldırılar sonucu harabe bir kent görünümünde, yıkıntılar arasında hayata yeniden tutunma çabasında. Bu yıkıntılar arasında günlük yaşamı sürdürmeye çalışan insanların pek çok yaşamsal gereksinimini karşılamada güçlük yaşadığı gerçeği ortadayken, yapılan yeni saldırılar yaşamı iyice güçleştirmekte.

Bir buçuk aydır SDGF Kobani’yi birlikte savunduk beraber inşa edeceğiz” şiarıyla yürüttüğü çalışmayla Doğu’yla Bat’ıyı kucaklaştıran acıları ortaklaştıracak bir projenin hazırlığı içindeydi. Amaç harabe bir kente dönüşen Kobane’yi yeniden inşa çalışmalarına, kararınca katkı sunarak tecrit konumundaki insanlara bir nebze olsun umut olabilmekti. Böyle duygularla çocuklara oyuncuk, mama alabilmek için stantlar kuruldu. Patlamada canını kaybedenlerden bazıları bu tezgâhlarda incik boncuk, kitap sattı. Sırt çantalarına kolilere sığmayan gençlik hayalleriyle değişik yerlerden yola çıktılar. Kim bilebilirdi ki halaylarla zılgıtlarla uğurlanan gençlerin televizyon ekranlarında slogan atarken ateş topuna dönen avluda naklen ölümlerini seyredeceğimizi. Ajanslar, azar azar ölü sayısını bizlere alıştıra alıştıra enjekte ederken düğüne gider gibi giden genç yüreklerimizin Suriyeleşen bir iklimde can pazarında göğe yayılan sloganlarını duyduk.

DÜŞEN FOTOĞRAFLARA DAİR ÖYKÜLER

Sonra isimler düştü, fotoğraflarla birlikte ekranlara arkasından genç yüzlere ait umut dolu yaşam kesitleri. Belki herhangi bir yerde bir meydanda hiç birbirimizi tanımadan aynı alanı paylaştığımız yüzler. Gaz bulutu içinde göz göze bakışıp geçtiğimiz yüzler. Artık hiçbiriyle bir meydanda bulunma, bir direnişte karşılaşma olasılığımız olmayacak onlarla. Ülkenin pırıl pırıl okuyan, aydın yüzleri. Düşlerin ve Amara’nın Çocukları ”Bir sabah gökyüzü sofrasındaki kahvaltı sonrası anılarını ve umutlarını bırakarak planlı katliam provasıyla alındılar aramızdan.

Annesi Ferdane Kılıç’la yan yana el ele ölüme giden Kafkas coğrafyasından kardeşlik adına Suruç’ta toprağa düşen gencecik bir oğul Nartan. Oğul ki içimizi ısıtan gülümsemesiyle poz veriyor objektiflere annesinin yanı basında. Fotoğraf bir piknikte çekilmiş olmalı. Anne ki bütün annelerin acılarını kuşanıp düşüyor cinnet mahallinde o kadim topraklara, suya, yıldızlara. Hepimizin yolunu çıkartacak karanlıktan bir işarete dönüşüyor yüzündeki o gülümseme.

Deniz Gezmiş’in yeşil parkasını üzerinde denemiş, bununla bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmemiş gencecik bir çocuk Alican Vural.  Parasını denkleştiremediği için alamamış o çok beğendiği parkayı. Aklından neler geçirmiştir acaba parkayı sırtlarken aynanın karşısında? Sosyal paylaşım sitesine fotoğrafın altına düştüğü : ”İşte devrimci ruh budur. Hayalini kurduğun parkaya paran yetmeyince hatıra olsun diye mağazada hatıra fotoğrafı çektirmek ”notunun sınırlarını zorlayan bir yüreğin sağanak vurgunu  coşkusuyla.

 Zaten özünde var olan devrimci ruhla Deniz gibi yürümüş müdür idam sehpaları kurulu bir ülkeden sonsuzluğa. Ya o yüzüne yerleşen hüzünlü telaşsız tebessüm. Bir zaman sonra cam kırıklarıyla, demir bilyelerle savrulan bedeni, Denizlere akan ırmağın uzun çığlığıyla ulaş mıdır menziline.

İki yaralı kadın yatıyor yan yana yerde şiir gibi bakıyorlar birbirlerine. Şiir nedir diye sorulsa verilecek en güzel yanıtlardan birinin resmi yansıyor objektiflerden evrene. Canhıraş çığlıklarla kan gölüne dönen bahçenin orta yerinden yükseliyorlar el ele insanlık adına, kardeşlik adına bir anıt çınar gibi. El ele vermiş çınarın rengârenk kuşları kuşatıyor gökyüzünü. Ölümler yıkımlar uzaklaşıyor evimizden ocağımızdan, bahar geliyor, tutuşuyor denizler mavinin çeşitlenen tonlarıyla, bütün ırmaklar akıyor sahraya. Mevsim dönüyor, ölenler, yitenler ellerinde kan çiçekleri biriktirenler yeniden başlıyor o büyük türküye. Yerde yatan iki kadın bir şiirin anlamlı ilk dizesini düşürüyor atlaslara.

“KOLAY DEĞİL ÖYLE GENÇ ÖLMEK”

Aynı kentin yıldızsız göklerine bakarak büyüdüler Polen’ le Ezgi. Kalabalıkların içinde, korkuların içinde güzel bir dünyanın yaratılacağına inandılar gencecik yaşlarında. Soluk soluğa adımladılar, bir zamanlar bizim ilk gençliğimizde geçtiğimiz meydanları. kol kola göğüslediler üzerlerine sıkılan tazyikli suyu, gaz bulutunu. Bir kardeşlik ormanı kurmak için yola çıkmışlardı iki arkadaş diğerleri gibi, gençliğin getirdiği tertemiz düşüncelerle kendilerine bu topraklarda böylesine hain bir saldırı yapılabileceğini akıllarının kıyısından dahi geçirmemişlerdi. Oysa ülkeyi muasırlaştırmak isteyenler ol bildik ritüelleriyle kısa sürede ülkeyi Ortadoğu ülkesine benzetmiş, sınırlar silinmiş, Suriye içimizde bir cinnet olup çıkmıştı. Naklen izlediğimiz, bizim tarafta nöbet tutan askerlerin gözü önünde sınıra mayın döşeyenler şimdi gelmiş içimize mayın döşemeye başlamıştı. Polen’le Ezgi şimdi yine aynı göğün altında, ailelerin istekleri üzerine yan yana mezarlarında yatıyor.

Süleyman AKSU, Çukurova’nın sarı sıcağında üniversitede okumuş memleketi Yüksekova’da görev yapan devrimci bir öğretmendi. Onun da yolu Suruç’ta çocuklara oyuncak götürmek isteyen, kütüphane kurmak isteyen başka bir dünyayı mümkün kılmak isteyenlerle kesişti da Amara kültür merkezinin bahçesine sabahın ilk serinliğinde kurulan gökyüzü sofrasında yerini aldı. Tesadüf olarak seçilmeyen bir noktada dayanışmanın büyümesini istemeyenlerin adrese teslim mesajlı eyleminde naklen düştü, kumruların lekesiz boyunlarını uzattığı bir sessizlikten cehennem topunun alazına. Cenazesi kaldırılırken gözü yaşlı öğrencileri arkasından “ Son Dersini Anladık Hocam” yazılı pankartı sessizce taşıdılar. Elbette derslikte verilmiyordu hayatın anlamını imleyen dersler, ateş toplarını kuşanıp gencecik yaşında gözü yaşlı çocuklar için yeni bir dünyanın şarkısını söylerken de verilebilirdi en anlamlı dersler.

Gazetelerde, Suruç Katliamında ölen Ece Dinç’in İ.Ü. Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Bölümünü kazandığını gösteren sonuç belgesi yayımlanıyor. Ölü bir kıza yazılmış ağıt gibi duruyor bilgisayar çıktısı; sonuç belgesi. Ece, Beyazıt meydanından yürüyerek geçemeyecek hiçbir zaman, güvercinlerin çınarların altından yürüyerek sahaflar çarşısında eski kitapları karıştırıp, sonra çıkışta çınarla özdeşleşmiş şair Hüseyin Avni Dede’nin tezgahından şiir kitabı alma olasılığı da hiç olmayacak. Hukuksuzluğun diz boyu olduğu bir ülkede hukuk ya da siyaset bilimi okumak isterken en son tercihini siyasetten yana yapmış yakınlarının söylediklerine göre. Okulunu okuyacağı, öğreneceği kirli siyasetin ayak oyunlarında Tanrılar tarafından kurban verildi Ece. Şimdi elinde üniversite sonuç belgesiyle gülümseyerek koşup geliyor ve hiç tanımadığı arkadaşlarıyla ilk derste yerini alıyor.

Gezi eylemi sırasında barikatların en önünde yer aldı taraftar grupları. Sahiplendiler bir anlamda boğazını sıkan, yaşamını kuşatan cenderenin reddini, Gezi Parkı direnişini. Karadeniz’in en önemli aktivitelerinden biri de futboldur. Son yıllarda milliyetçilikle beslenen Trabzon Spor taraftarlığının dışına çıkarak Devrimci Trabzon sporlular grubunu oluşturanlar arasında yer aldı Koray Çapaoğlu. Zaman zaman Kobane’de, Rojava’da Trabzonsporlu grupların varlığından basında söz ediliyordu. Elin bordo mavi bayrağıyla girdiği Suruç sınırlarında yine aynı bayrakla savruldu boşluğa, sırt çantasındaki oyuncaklarıyla.

Çoğu üniversite öğrencisi olan 31 canımızı, aralarına karışan akranı bir gencin bedenine sardığı bombanın pimini çekmesiyle aramızdan aldı. Gökyüzü sofrasına kendisine vaat edilen cennet adına cehenneme çeviren o delikanlı tek başına katil sanılmasın. Asıl failler televizyon kanallarında, gazete köşelerinde kısaca aramızda elini kolunu sallayarak dolanıyor. Suruç’ta patlayan bomba ne ilk ne de son olacak, ateş çemberinde yangına benzinle gidersen, Yeni Osmanlıcılık gibi yüz yıl önce denenmiş ve birleştirici bir işlev görmemiş gerçeküstücü yaklaşımı politik yol olarak belirlersen elbet bu ateşin seni de kuşatması ateş topuna çevirmesi olasıdır.

Bu karanlık saldırıyı fırsat bilerek ülkenin geleceğini karartacak operasyonlara girişmek, demokrasiyi askıya alarak toplumu ayrıştırmak ülkenin enerjisini sonu belli olmayan macerada tüketmektir. Toplumda birkaç yıldır barış üzerinde bir mutabakat vardır, zor olan bunu sürdürmek ve sonuçlandırmaktır.

Bizi bu yangın sarmalından çıkaracak olan BARIŞTIR…