Önce 1999 yılında bir projeyle başladı her şey, kalkınma ajansları kuruldu, masa başında yazdılar çizdiler, adına DOKAP(Karadeniz Bölgesel Gelişme Planı) dediler. Amaç Karadeniz bölgesini kalkındırmak, bayındır hale getirerek çekim merkezi oluşturmak, bölgenin çevre ülkelerle ekonomik sosyal kültürel bağlantısını sağlamaktı. Kalkınma stratejisi diye sunulan aslında bir talan yağma stratejisiydi, sermayenin nerelere yöneleceğinin ipuçlarını veriyordu. Bu stratejinin dört temel unsurunun; ana ulaşım alt yapısının geliştirilmesi, çok amaçlı su kaynaklarının geliştirilmesi, toprak mülkiyeti ve kullanımının iyileştirilmesi, mahalli idarelerin güçlendirilmesi başlıklar altında toplandığını görüyoruz.

Mesut Yılmaz tayfası dört elle sarıldı bu kalkınma hamlesine. İşin içinde denize dökülecek dolgu malzemeleri, asfaltlar, viyadükler yani kısacası akçalı işler vardı. Aklıselim bilim insanlarının çevrecilerin, yöre halkının haklı itirazlarına rağmen kıyı şeridi boyunca 500 km’lik deniz, doldurularak elde edilen alan üzerine dökülen asfalttan bir yol yapımınla al acele girişildi. İhaleler jet hızıyla yandaş firmalara havale edildi. Kıyı şeridi boyunca eko sistem üzerindeki etkileri hesaplanmadan yol yapımına başlandı. Dağlar, dinamitlerle patlatılarak kamyon kamyon Karadeniz’e taşındı. Taş ocaklarının yemyeşil arazide açtığı hasarın izlerini bugün bile tüm vahametiyle görmek mümkün.

Nihayetinde kıyı şeridi boyunca yöre halkının faydalanabileceği pek az kumsal plaj olarak bırakıldı. Artık o yemyeşil yollardan kıvrılarak dönen sahil yolu gitmiş, yerine taş ve betonla örülmüş Karadeniz sahil yolu ortaya çıkmıştı. Basında bölgede zaman zaman yolda oluşan hasarlara ilişkin haberleri izlerken geçmişte yöneltilen eleştirilerin haklılığını bir kez daha görüyoruz. Bazen dağlardan sıyrılıp gelen sel suları bastı karayolunu, bazen Karadeniz hırçın dalgalarıyla yıktı geçti kıyıyla arasına çekilen taştan duvarları.

Ulaşım sorunu, kıyı şeridi böyle akıl dışı planlamayla yok edilerek halledildikten sonra sıra, işin enerji ayağına gelmişti. Kendilerine ayak bağı olarak gördükleri ÇED yasasında yapılan değişikliklerle, zaman zaman kendi yasalarını bile çiğneyerek HES adına çılgınca kanun tanımaz proje yarışına giriştiler. Bu sefer kıyıdaki rant bitmiş, sıra derelere gelmişti. Karadeniz dere dere direnerek “derelerin kardeşliği” şiarıyla içinde bulunduğumuz günlere kadar, bir damla su için serin suların fiyakalısı kırmızı pullu alabalıklar için kadınıyla çocuğuyla direne gelmiştir.

Bölgede Fırtına deresine ilk HES 1996 yılında planlanmıştı. HES’lere karşı fiili meşru mücadele ekseninde yürütülen hukuksal mücadele 2001 yılına kadar sürdü. Açılan davalara son noktayı Danıştay’ın 2004 yılında Fırtına’ya HES yapılamaz kararı koydu, derken sekiz yıl sonra Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’nun yine bu bölgede yeni bir HES kurma girişimi tepkiler yüzünden bir başka vakte ertelendi. Fırtına Vadisi denizalası ve çeşitli endemik türleriyle bu HES yıkımından kurtuldu, fakat diğer dereler onun kadar şanslı değildi. Muhalefetin direnci yasal süreçlerin müdahaleler sonucu etkisizleştirilmesiyle aslında hiç de ekonomik olmayan küçük derelerde üretim yapılmaya başlandı. İçinde bulunduğumuz yıla kadar Doğu Karadeniz’de aktif ve yapımı devam eden 271 HES bulunuyor. Bu da ülke genelindeki toplam HES sayısının yüzde 40’na tekabül etmekte. Karadeniz’de yöre insanın can suyu olan, kültürel yaşamıyla iç içe bütünleşen irili ufaklı sayısız dere, şirketlere 49-99 yıllığına tüm haklarıyla birlikte devredildi. Bu süre içerisinde suya gereksinim duyulsa firma kullanma izni vermediği sürece kullanım bedeli ödenmeden bu derenin kenarından bile geçilemez.

2014’de Türkiye’nin yıllık enerji üretimi verilerine göre bütün ülke genelinde akarsulardan yani HES’lerden elde edilen enerji miktarı 7.174.9 megavat, bu oran toplam üretimin yüzde onuna tekabül ediyor. Doğu Karadeniz özelinde üretilen ve diğer HES'ler faaliyete geçtiğinde üretilecek olan elektrik 6011 megavat gibi küçük bir oran. Yani kurulması planlanalar da üretime geçtiğinde Türkiye’nin toplam elektrik ihtiyacının yüzde 2’si Doğu Karadeniz’den karşılanmış olacak. Bölgenin biyolojik çeşitlilik bakımından dünyanın sayılı öncelikli korunması alanlarından olması, eko sisteme verilen zararın telefi edilemeyecek sonuçlar doğuracağı ayan beyan ortadayken küçük ölçekli bir üretim için gözlerini kar bürümüş projecilerin bu durum umurlarında bile değil.

Peki, DOKAP projesi doğayı ağır tahribata uğratırken gelinen noktada hedeflerine ulaşabildi mi? İstihdam iddiasının ne kadarı gerçekleştirdi. Bölgede işsizlik oranı proje başladığında kaçtı, şimdi kaçtır. Bunların hepsinin cevabı elbette ki olumsuz olacaktır. Hedeflenen amaçlardan biri olan ortalama gelir düzeyini yükselterek bölge içi gelir dağılımını iyileştirme konusu ne oldu? O da tam tersi bölge içi gelir dağılımı eşitlenmek şöyle dursun gün geçtikçe eşitsizlik daha da arttı. Köyden kente göç hız kesmedi. Tarımda ülke genelindeki plansızlık kırsal ekonomiyi kendi kendine yetme noktasından çökme noktasına getirdi. Siyasi sebeplerle özeleştirilmeyen ÇAYKUR’un varlığı bir nebze olsun kırsal ekonominin günümüze kadar can çekişerek gelmesini sağladı, fakat burası da tıkandı. Seçimler sonrası çay alım evlerinde eksperler kılı kırk yarmaya başladı. Cicim ayları yakın zamanda bitecek, ÇAYKUR özelleştirme programına alınacak gibi görünüyor. Kalkınma Bakanlığı tarafından 2015-2017 yılı ÇAYKUR verilen ödeneğin 110 milyondan 32 milyon TL’ye düşürülmüş olması bunun en belirgin göstergesidir diyebiliriz.(Kaynak:Okur53)

Yeşil Yol aslında Altına Giden Bir Yol Olmasın

Yöre insanları küçük bir görümsetme çekmişler; Nedir Yeşil yol çee! diye soruyorlar izleyicilere. Biz de sorduk kendimize nedir diye. Geçen yaz, sahile yapılan beton yol boyunca seyahat etmiş Batum’a kadar gitmiştim. Sarp sınır kapısındaki uzun kuyruktan sonra Batum’un korunmuş doğası, upuzun kumsalı bizim cendere yoldan sonra ferah gelmişti. Orada doğa, kapitalizmin talanına yeni yeni açılmaktaydı. Bizdeki gibi taş canavarı müteahhit grubu, damperli kamyonları, dinamitleriyle daha o kıyalara ulaşmamışlardı. Kısacası “Yeşil Yol” mucitleri cingözleri hala bizim sınırlarımız içinde yeni alanlarını zapta çıkmışlardı. Onlara bu kutlu yollarında siyasi destek sunan mebuslarımız da olmazsa olmazıydı bu fetih ikliminin. Bunlardan biri olan eski Rize milletvekili Nusret Bayraktar Yeşil Yola ilişkin şu açıklamaları yapıyor: ”proje bittiğinde 1,5 milyar dolarlık bir maliyetle yapılacak yayla turizmi yoluyla 2 milyon turistin gelip geçeceği bu yollardan bırakacağı meblağ 5 milyon dolar.” Yani 1 koyacaksın karşılığında 5 alacaksın. Geliri bir çırpıda hesap makinesi gibi sıralayıveren Bayraktar ne hikmetse Yeşil Yol adında dayatılan projenin çevreye, eko sisteme etkileri konusunda bir tek cümle etmekten aciz. Belki de aziz vatan sevgisiyle, yayla aşkıyla imtina ediyor bu solcu kafa karıştıran soruları yanıtlamaktan.

Rize valisi de medeniyet getiren İngiliz edasıyla, anlayamıyorum şu barbarları demeye getiriyor bu karşı çıkışı dillendirenlerin asfalta, betona dur diyenlerin yerlerde sürüklenme pahasına yaşam alanlarını sahiplenişini. Oysa ne güzel olacak, turist gelecek kazan kazan politikası tıkır tıkır işleyecek masa başından kurgulanan proje canavarlarının ürettiği ironik yanılsamalar dümeni. Ha dümen demişken oraya da geleceğiz biraz sonra.

Yeşil Yol, DOKAP içerisinde kimsenin sahiplenmediği bir proje olarak ortalık yerde duruyor. DOKAP Samsun’dan başlayarak, Artvin’e kadar olan yaylaları yaklaşık 2000 rakımla denize paralel olarak bağlanmasıdır. İki yıl içinde bitirilmesi düşünülen yol 2600 km uzunluğunda 7 metre genişliğinde, 40 noktasında turistik tesislerin inşa edileceği bir planlamaya sahip. Amaçsa yine her zamanki gibi ulvi bölgenin turizm potansiyelini geliştirerek gelişmesine katkı sunmak, diğer sektörlerle işbirliği sağlamak vs.

Denizleri dolduranlar, dereleri kurutanlar bu sefer gözü dağlara, onun altında yatan madenlere dikmiş görünüyor. Bunun ilk işareti Artvin Caretepe’de verildi. Anamıza galiz küfürler yağdıran Mehmet Cengiz’e ait Eti Bakır İşletmeleri tarafından bölgede başlatılan altın arama çalışmaları halkın tepkisiyle karşılaştı. Madencilikle ilgili herhangi bir etüt çalışması yapılmadan verilen arama iznine dayanarak harekete geçen şirketin, çalışmalarına kitlesel eylemlerle karşılık verildi. Rize idare mahkemesinin vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararıyla şimdilik çalışmalar durduruldu. Yöre halkı maden çıkarma sahasında direniş çadırları kurarak nöbetleşe beklemekte. Samsunda başlayan Çamlıhemşin Yeni Kavrun yaylasında kadınların komandolar tarafından yerde sürüklenmesiyle son bulmuş gibi görünen yol çalışmaları da şimdilik durduruldu.

Durduruldu diyoruz çünkü bölgenin kaynaklarına yönelen çıkar gruplarının bu ranttan o kadar kolay vaz geçmeyeceklerini pratiklerimizden biliyoruz. Direnişin simgeleşen ismi Rabia Nine “Yaylalar Bağlanmayacak” bağrışıyla biz zaten binlerce yıldır bağlıyız yeşile gönül bağıyla demeye getiriyor sözü.

Şimdi işin dümen kısmına gelelim. Evet, bu işte bir dümen var gibi görünüyor. Yayla turizmi bölgede zaten var ve insanlar bir şekilde yaylalara ulaşabiliyor. Bölgenin rakımı ve iklim koşulları düşünüldüğünde 2600km’lik bir yolun ne kadarı kışın açık tutulabilir. Çamlıhemşin yolu bile zaman zaman heyelan ve kar nedeniyle kapalı kalabiliyorken. Mevcut yayla yollarının bakım ve onarımı çoğu yerde hala imece usulü geleneksel yollarla yapılırken ortada görünmeyen devlet birden bire yayla yollarına “sevdaluk” çektiğini senaryo projesiyle sahneye koymak istiyor.

Projenin çevre üzerinde ne gibi değişimlere yol açacağı hesaplanmadan biz yaptık oldu mantığıyla dağları delip, taş döşemek, beton dökmek, asfaltlamak iş değildir. Bu yollardan geçeceği varsayılan araçların atmosfere salacağı egzoz gazının iklim üzerindeki etkileri üzerine çalışılmadan, hayali bile olsa, iki milyon kişinin çevreye en azından çöp atık bazında ne bırakacağı ve bunların dönüşümünün yapılacağı tesisler planlanmadan, yaylaları turistik amaçlı gezdireceğiz demek, ya safdilliktir ya da bu işin kılıfıdır.

Düşünülen, turizmi geliştirmekten çok maden aramalarının ve maden işletmeciliğinin önünü açmak, imar planı değişiklikleriyle de uygun pozisyondaki meraları yapılaşmaya açmaktır. Doğu Karadeniz’in son yıllarda Arap turistlerin yoğun ilgisine mahzar kaldığını biliyoruz. Özellikle turizmi geliştirme görüntüsüyle yapılaşmaya açılan Uzungöl ve Ayder’in durumu çarpık yapılaşma ve katı atık sisteminin olmaması nedeniyle içler acısı. İşin meraklılarına Uzungöl’ün önceki fotoğraflarıyla şimdiki halini görsel olarak bir karşılaştırın derim. Yaylaların bu projeyle bugün geleceği şekli bütün çıplaklığıyla görebilirsiniz.

İşin özeti, bölgenin koşulları nedeniyle 2 milyon turistin yaylalara gezmeye geleceğini var saymak afakidir. Yeşil yol adı altında yapılmak istenen yörenin yeraltı kaynaklarının büyük şirketlerce kullanılmasına alt yapı sağlayacak beton yollar yapmaktır. Bununla beraber arazi kullanımı olarak uygun yaylaların, kayak merkezi, otel gibi tesisler etrafında imar planı değişiklikleriyle yapılaşmaya açılmasıdır. Yeşil Yol’un aslında bir Altın Yol arayışının arka planı olduğunu görmemek biraz saflık olacaktır. Çünkü Ulusal basında ve yerel basında bölgenin altın bakır zengini olduğunun ilan edilerek kamuoyu oluşturulmaya çalışıldığını görüyoruz.05.05.2014 tarihli sabah gazetesinin internet sitesindeki ”Doğu Karadeniz Bölgesi Bakır ve Çinko Zengini ”başlıklı yazıda: Cerrah Tepe gibi altın ve bakırın bir arada bulunduğu madenlerin varlığından bahsedilmekte. Yine aynı yazıda Prof Dr Necati Tüysüz ”Şu an ekonomik olarak baktığımız zaman tek geçerli yöntem siyanürleme yöntemi, dünyada da bu yöntem kullanılıyor. Yani tedbirler alındıktan sonra bunun çevreyi çok önemli bir zararı yok” diyor.

Hoca bize masal okuyarak altın için “Altın Vuruş” öneriyor. Siyanürün bir zehir olduğunu madencilikte kullanıldığı alanlarda çevreye verdiği yıkıcı zararları duymayan kalmadı. Maden şirketlerinin toprağı havayı suyu zehirleyerek terk ettikleri alanlara dünyanın her yerinde özellikle Afrika’da adım başı rastlamak mümkünken, madencilik alanıyla ilgili bir uzmanın siyanürle ayrıştırma yapmanın zararlı olmadığına vurgu yapması gülünç ötesi.

Yeni Kavrun’dan Carettepe’ye insanlık yaşam alanlarını savunmak için teyakkuzda, nöbette.

Her şey bir ülke için kazanılacak milyon dolarlar, bilmem kaç kilovat elektrik değildir.

Sahil yolunu taş duvarla ördünüz Karadeniz küstü yeşiline. Derelerin suyunu çekip aldınız usul usul aktığı gözelerinden, dereler ulaşamadı kıyılarına, hasret kaldı iniler durur kısık sesle vadilerde.

Şimdi sıra başı bulutlu, sessizliğin kalbine gömülü yemyeşil dağlara, yaylalara geldi.

Gittiğiniz yol “Yeşil Yol” değildir.

Yol yeşilken bu yoldan dönmek en iyisidir.

Not: Bu yazımı kaleme aldığım sıralarda gerçekleşen Suruç katliamında, savaş mağduru çocukların düşlerini oyuncaklarla, oyun parklarıyla süsleyebilmek için çıktıkları yolda yitirdiğimiz canları saygıyla anarken, bu karanlığın sahiplerini lanetliyorum. Oyuncak bebekleri öldüremeyecekler! Ölüm kol gezse de coğrafyamızda, korku yenik düşecek karşıtına. Güzel günler yakındır, gülüşlerinizi cesaret diye saklayacağız yürekli çocuklar.

Katillere ise son sözümüz: ”Gittiğininiz Yol Yol Değil…