Rus-Sovyet Doğu araştırmaları ekolünün en önemli temsilcilerinden, özellikle Kafkas halklarının tarihi, kültürleri ve dillerine ışık tutan, Sözlüklü Çan (Laz) Dili Gramerinin yazarı bilim insanı Nikolay Yakovleviç Marr'ın geçen yüzyılın başındaki Lazistan yolculuğu ile ilgili araştırma ve gözlemlerini kapsayan Türkiye Lazistanı’na Yolculuk (İzlenimler ve Gözlemler) adlı raporu (1) bir asır öncesi Laz halkının yaşamına odaklanır. Çalışmanın kısa da olsa barındırdığı anekdotlarıyla, ilk kez yapılan sözlü bir mikro Laz tarihi çalışması olduğunu söyleyebiliriz. Çalışmanın dikkate alınarak, işaret ettiği doğrultularda araştırmalar yapılması, yeni bulgularla karşılaşılmasıyla, coğrafyamızın kadim halkı Lazların tarihine ışık tutulabileceğini söyleyebiliriz.

Marr'ın bu önemli çalışması, 24 Mart 1910 tarihinde İmparatorluk Bilimler Akademisi Tarih-Filoloji Bölümü toplantısına sunulmuş, İmparatorluk Bilimler Akademisi Bülteni'nin (İzvestiya İmperatorskoy Akademii Nauk), 1910, cilt IV, Sayı 7, s. 547-570; Sayı 8, s. 607-632 sayılarında yayınlanmıştır.



Çalışma aslında, Lazların tarihine, kültürüne ve diline odaklanmış eleştirel bir rapordur. Marr çalışmasının amacını şu sözlerle özetler: "Türkiye Lazistanı’na yolculuğumun amacı, bu bölgenin yerlilerinden olan Çanların ya da daha yeni bir ifadeyle Lazların dilini araştırmaktı. Lazcayı araştırmamın nedeni, Yafetik dillerden olan Gürcüce ve onunla akrabalık bağı bulunan diller ve lehçeler hakkındaki araştırmaların son zamanlarda düştüğü açmazdı. Yafetoloji, lehçeler hakkındaki çalışmalar yoluyla Semitik diller ile karşılaştırmalı olarak yapılacak fonetik bir çalışmaya ihtiyaç duymaktaydı. Çoruh kelimesinin, Yafetik dillerdeki fonetiğe göre Koroh biçimine kadar inmesi ve bu biçimin, Yunan efsanelerinde korunmuş olan kalh ya da kolh sözcüğünde l yerine r harfi ile yazılması Kolhida hakkındaki efsanenin Rioni değil de Çoruh bölgesine atfedilmesi için yeterli gerekçeyi sunmaklaydı, bu nedenle Yafetik dillerin fonetik tarihini Lazca ya da daha doğrusu Çanca materyallere dayanarak, gözden geçirmek istedim."

Marr, çalışmasının girişinde Laz tarihine odaklanır. Lazların, bugünkü Lazistan’ın dar sınırları içerisine oldukça erken bir zamanda sıkıştığı fakat bu sürecin bir anda meydana gelmediğini belirtir. Megreller ve Lazların, Ço­ruh’un doğusundaki yerli halklar olduğunun altını çizen Marr, Gürcülerin, Çoruh’un sol kolunda kalan İmerhevi [Meydancık] havzasına ancak 8. yüzyılın sonlarından itibaren yerleşmeye başladıklarını, Gürcülerden önce, Lazların toprakları olan bölgeye yerleşen bir başka halkın da Ermeniler olduğunu ifade eder.



Marr, "Bu yönde dü­şünmemizi sağlayan, 8-9. yüzyıllarda yaşamış Handztalı Rahip Gregorius’un Klarceti’de [Bereket] kaleme aldığı yaşam öyküsüdür. Bu çalışma, Klarceti coğrafyasında yaşa­yan Lazlara ait izleri ortaya çıkarabilmek için Lazca mater­yallere yönelmemizi sağlamıştır. Gürcülerin Çan (çanebi), Ermenilerin ise Cen ve Caniv olarak adlandırdıkları Lazların di­line özel bir ilgi ile yaklaşmamızı gerektiren başka kültürel ve tarihi nedenler de bulunmaktadır. Bronz dahil olmak üzere birtakım metallerin adlarıyla ilgilenirken, bunların Yafetik kökenlere sahip olduklarına dair bulgulara rast­ladım ve Lazca hakkındaki verilere dayanarak dilbilimsel iddialarımı ispatlamak istedim. Ayrıca doğadaki metalleri adlandırırken kullanılan çan ya da çayn kelimelerinin, Kitab-ı Mukaddes’e göre (Yaratılış 4, 22: -kain) bakırdan ve demirden yapılan silahların mucidi Tubal-kain’in adı­nın ikinci kısmı olan kain kelimesinden türemiştir" sözleri ile tezini dil bilimsel çalışmalarına dayandırır.

Hıristiyanlığı erken dönemde kabul eden Lazların, bölgenin Hıristiyanlaşmasındaki kolaylaştırıcı etkisi ile ilgili argümanlar sunar. Sunduğu argümanlar ve tezler gerçekçidir: Elyazmalarından da anlaşıldığı üzere, 8. , 9. , 10. ve hat­ta 11. yüzyıllarda Gürcü Kilisesi mensupları, Bizans-Ortodoks öğretileri doğrultusunda eski Gürcüce çevirilerin tekrar gözden geçirilmesi, Yunanca orijinalleri ile daha uyumlu hale getirilmesi ya da eski Ermenice çeviriler ile karşılaştırılarak Yunancadan tekrar çevrilmesiyle uğraş­mışlardır. Ayrıca Bizans etkisinin taşıyıcılarının, Lazların ilk yerleşim yerlerinden gelen ve Gürcü Kilisesi’ni kurmak isteyen Gürcüler oldukları anlaşılmaktadır. Genel olarak doğu Gürcistan üzerindeki Bizans etkisini, Bizans ile doğ­rudan etkileşim halinde olan Lazlar ve Megrellerin, yani Çanlar ve Iberyalıların tetiklediği söylenebilir. Lazlar ve Megreller, bir yandan Yunancadan etkilenmeleri, diğer yandan Gürcüce ile akraba olan bir dili konuşmaları iti­barıyla Bizans Kilisesi’nin etkisini Gürcistan’a yayma ve özellikle kilise edebiyatına ait elyazmalarını Yunancadan Gürcüceye çevirme görevi için biçilmiş kaftandılar. Eski Gürcüce metinlerdeki Laz ve Iberya etkisinin ortaya çıkarılması bu görüşe sağlam bir temel kazandırabilir. Bu du­rumda, Lazların 6. yüzyıla varmadan Hıristiyanlığı kabul etmelerinden önce Gürcistan’da Bizans Kilisesi’nin olası bir etkisinden söz etmek mümkün görünmemektedir.



Lazcanın etkili olduğu coğrafyayı çizen Marr, Lazcaya akraba ve komşu dillerin etkilerinden söz eder. Bu etkiler batı ve doğu coğrafyasındaki komşulara göre değişiklik göstermektedir. Lazcaya, Rusya sınırları dahilindeki Batum bölgesinde de (batıya doğru üç saatlik bir mesafede, deniz kıyısında, daha yukarı kesimlerde ve Murğul vadisinde) [o tarihte Murgul/Artvin'in Rusya sınırları içinde olduğunu belirtelim] rastlamak mümkündür. Ancak Hopa kasabası ile birlikte Türk sı­nır şeridini kapsayan bu dil bölgesi Gürcüce ve Megrelcenin güçlü etkisi altında kalmıştır. Türkiye Lazistanı’nın batı kısmı ise çok daha ilginçtir. Burada Lazca, önceleri Yunancadan, daha sonraları ise Türkçeden büyük oranda etkilenmiştir, ancak Yunanca ve Türkçe gibi yabancı dille­rin etkisini ölçmek, akraba diller olan Gürcüce ve özellik­le Megrelceden ödünç alınan ifadeleri belirlemekten çok daha kolaydır. Zira Laz diline girenler çoğunlukla akraba dillerden ödünç alınan ifadeler olmuştur.

Bundan hareketle, Türkiye Lazistanı’na yaptığı yol­culuğun temel amacını, Gürcüce ve Megrelceden mümkün olduğunca arınmış bir Lazcayı araştırmak olduğunu, dili araştırmanın yanı sıra bölgede bulunduğu süre içinde arkeolojik ve etnografik incelemeler yapmayı ve en azından bölgenin ayırt edici niteliklerini ortaya koyacak fotoğraflar çekmeyi amaçladığını ifade eder.



Marr, bölgedeki çalışmalarının şüpheyle karşılanacağını, toplum ve polis tarafından sorgulanacağını düşünme­z. Ancak durum farklıdır: Savaş için topografik planlar hazırlamak üzere buraya geldiğinden ve tebdili kıyafet dolaşan askeri ca­suslar olduğundan şüphelenirler.

Tüm çalışmalarını herkesin gözü önünde yapmış ol­ması şüpheleri ortadan kaldırmaya yetmez. Pek dostane karşılanmadık sözleriyle içine düştüğü durumu özetler: Ramazan ayında, gündüz ya da gece vakti kendi evlerindeymiş gibi odama girerek yatağıma uzandılar, eşyalarımı karıştırdılar ancak ben buna karşı çıkmadım. Onlardan tek ricam be­nimle Lazca konuşmalarıydı ve ben de onlara aynı dilde cevap vermeye özen gösterdim. Herkes, yolculuğumun amacı hakkında beni sorgulamayı görev edindi ve Lazca üzerine araştırmalar yapmak için geldiğime pek azı inandı. Sözleri tam da Lazları ifade ettiğini söyleyebiliriz: Gereksiz ve şişkin ego!

Bir başka karşılaştığı gerçek de eski bir Hıristiyan halk olup Hıristiyanlarla iç içe yaşayan halkın fanatikliği ile karşılaşmasıdır.

"Arala­rından pek azı bizi gâvur diye adlandırmaktan uzak durdu."

Seyahat esnasında küçük dolandırıcılıklara da denk gelir, polis kontrolü çalışmalarını ve Lazca pratiğini aksatır. İdareciler tarafından sorguya çekilir: Hope ya da Hopa’ya (Lazlar Hopa diyordu) vardık. Burada tekrar kaymakam tarafından sorguya çekildik. Kendisi Müslüman Rumlardandı... Her adımımızı takip eden bir de Türk polisi vardı.



Çalışmaları polis tarafından baltalanmaya çalışılır, Hopa'da gözaltına alınır: [B]ir polis memuru, beni çalışmalarımdan alıkoyarak yaka paça karakola götürdü. Burada bulunan polis müdürü bana bağırmaya başlayınca, ona serinkanlılıkla işlerimizle alakalı yüksek mercilerden bir havadis gelip gelmediğini sordum ve olumsuz bir cevap aldım. Bunun üzerine İttihatçı bir grup bulunduğum odaya girdi ve nahoş bir tablonun orta­ya çıkmasına engel olup beni serbest bıraktılar.
Hatta, Laz Halkını kışkırtmaya çalışan bir laz olarak gösterilmeye çalışılır.

“Böylece, Batum ve Trabzon arasında kıyı ulaşımını sağ­layan gemiye 31 Ağustos günü, saat 16.15’te bindim. Ge­minin adı Trabzon’du. “

Marr'ın yolculuğuna başladığı Trabzon gemisi Halklar mozayiğinin örneğidir: Gemide yer yer Lazca konuşmalar işitilebiliyordu an­cak ortak dil Türkçeydi. Gemi bir Ermeni’ye aitti, kaptan ve mürettebat Türk’tü, kantinde ise bir Ermeni ve bir Türk çalışıyordu. Yolcular arasında birkaç Rum ve zengin Hemşinli de vardı. Hemşinliler Rusça konuşuyor ve Lazlar hakkında pek olumlu sözler sarf etmiyorlardı. Bilhassa Lazların cimriliklerinden bahsederken laflarını esirgemi­yorlardı. Gemide kaptan ile beraber Ermeni bir görevli daha bulunuyordu. Daha çok Ani’de yaptığım kazılar ol­mak üzere bilimsel çalışmalarımdan haberdardı. Gemideki yerel yetkililere hakkımda verdiği referansların özellikle Arkabi’de (Arhavi) çok yardımı dokundu. Ancak beni ilgilendiren, Lazların anadilleri hakkındaki görüşleriydi.



Güvertede Lazistan'ın her bölgesinden laz yolcular olduğunu bunların konuşmalarından anlıyoruz. Zira o dönem Batum Lazistan'ın bir bakıma çıkış kapısı ve en yakın büyük kentlerden biridir. Güvertede duyduğum kadarıyla Lazcanın üç ana lehçe­si bulunuyordu. Bunlar Atina[Pazar], Arkabi ve Hopa lehçeleriy­di. Hopalı bir Laz’ın dediğine göre en arı Lazca Çxala’da [Düzköy] konuşuluyordu ancak gemidekilerin çoğu en arı Lazcanın Vitze’de [Fındıklı] konuşulduğu yönünde hem­fikirdi. Atinalıların ise Lazcayı sonradan öğrenen Rumlar olduğunu ve Lazcayı bozduklarını söylediler. Atinalıların telaffuzunun düzgün olmadığını düşünüyorlardı.

Geçen yüzyılda asimilasyonun başarılı olduğunu anlıyoruz: Arkabili Laz, Türkçe konuşuyordu ve anadilin­den utandığı anlaşılıyordu. Lazca hakkında bana birtakım bilgiler vermesini rica ettiğimde Türkçe kaçamak bir yanıt verdi: “Migrelça bilürsün? Birdir.”

Lazların II. Meşrutiyet rüzgarından etkilenmiş olduklarını anlıyoruz. Türkiye’yi monarşi değil, cumhuriyet olarak gördüğü anlaşılıyordu. Rusya’ya geri kalmış bir ülke gözüyle bakıyordu. Sakin bir şekilde, “Türkiye’de özgürlük var,” diyerek endişelerimi gideren Ali Reis, “Kimi iyi yürekli ve zeki buluyorsak bizi yönet­mesi için İstanbul’a gönderiyoruz,” diyordu.

Ali Reis'ten farklı düşünceler de ifade edilmiştir. Türk okulla­rı bana ne katabilir? Aklım almıyor! Rusya’daysa işler fark­lı. Orada iyi bir ortamda yetişmiş bir genç, üstelik eğitimliyse saygın bir yer edinir. Oradaki insanlar iyi kalpli; sizi anlıyor, ruhunuzu anlıyor, düşüncelerinize değer veriyor. Oradan bilim adamları buraya geliyor. Bakın, siz buraya bizim hakkımızda bir şeyler öğrenmeye gelmişsiniz, hiçbir Laz yada Türk Rusya'ya Rusça öğrenmeye gitti mi? diyen kanaat önderleri de vardır..



Abu köyünde ilginç bir durumla karşılaşır: okullarında karma eğitim olmasına rağmen mollalar izin vermediği için fotoğraf çektiremezler(!) Bir tarafta okul, diğer tarafta ise cami vardı. Okulda kızlar ve erkekler beraber eğitim görüyorlardı. Çardakta ise genç­ler ve yaşlılar beraber oturuyordu. Gençler bizi sıcak bir şekilde karşıladı ve çocukların okulun önünde fotoğrafla­rını çekmemize izin verip vermediklerini sorduğumuzda, “Tabii ki çekebilirsiniz!” diye cevapladılar. Ancak mollalar izin vermeyince mahcup oldular.

Oysa Marr, Lazların görüntüde oldukları gibi fazla dindar olmadıklarını da gözlemlemiştir: Ramazan günle­rinde Müslümanlar, kendilerini kimselerin göremeyeceği­ni umarak sigara ve su içiyorlardı. N. N. Tihonov, derenin başında iki mollayı gafil avlamış ve üzüm salkımlarının çöplerini gizlerken mollaların eli ayağına dolanmış.

Asimilasyon Abu Köyünde de belirgindir. Eğitim asimilasyonu hızlandırmıştır: İstanbul Darülfünunu öğrencilerinden Ahmet Hamdi, bizi evine davet etti. İlk defa otantik bir Laz evine gitmiş olduk. Odanın Avrupai tarzda döşeli değil de eski Laz oymalarıyla bezenmiş olmasından ötürü öğrenci biraz utandı. “Değişen Türkiye”nin vatansever po­litikası hakkında hararetli hararetli konuştu ancak sadece Türkçe kullandı. Lazcası ya hiç yoktu ya da oldukça zayıftı. Misafirperverliği için teşekkür ettik ve geldiğimiz yoldan eve dönmek üzere yola çıktık.

Hopa'da zengin bir Lazın evini de tarifler ki; bu başka bir manzaradır: Oda düzenlemesinde kullanılan ha­lıları hesaba katmazsak ev Avrupai bir biçimde döşenmiş­ti. Yemeği de Avrupa’ya özgü bir biçimde servis ediyor­lardı ama yöresel tatlardı.

İstanbul Darülfununu’nda öğrenci olup Arkabi lehçesi üzerine çalışmalarıma büyük bir istekle yardımcı olan Sohtazade Şevki Efendi, Galata’dan gel­mekteydi. On yıl İstanbul’da bulunmasına rağmen anadilini nasıl bu kadar iyi koruyabildiğine dair soruma Şevki Bey şöyle cevap verdi: “Lazcayı unutmak mümkün değil. İstanbul’da çok sayıda Laz var ve birbirimizle her zaman Lazca sohbet ediyoruz.”

Yazar, “Ne yazık ki Lazca unutuluyordu. Arkabili bir Laz olan kahvehanemizin sahibi Hacı Şahinzade Hamdi Bey, Türkçede ve Gürcücede kendini daha iyi ifade edebildiği için bu dilde konuşmayı tercih ediyordu” sözleriyle Lazlardan daha fazla hayıflanırken, gözlemleri sonucunda, kadınları ve çocukları Laz dilinin koruyucuları olarak göstermesi isabetli ve doğru bir yargıdır.

Marr'ın, “Biz Lazlar hakkında çok az şey bilsek ve burayı hiç ziyaret etmesek de onlar Rusya’yı tanıyorlar ve oraya severek gidiyorlar. Yurtdışındaki herhangi bir yere nazaran Türkiye Lazistanı üzerinde gözle görülür bir Rus etkisinden söz edebiliriz. Daha açık konuşmak gerekirse, sınırlarımızın en uç köşesinde bulunan Türkiye Lazistanı’nın özellikle Atina bölgesinde, Rus etkisinden ve Rusçanın güçlü bir şekilde yaygınlaşmasından söz edebiliriz” sözleri de dikkat edilmesi gereken bir noktayı işaret eder.

Marr çalışmasında, sosyal yapıya dair oldukça ayrıntılı  bilgiler de verir. Atina'da Kürt hamallar varken, Arkabi'deki hamallar yerlidir, Vitze'de ise Bayburtlu hamallar çalışmaktadır: Vitze’de sıcak bir karşılama vardı, Atina’dan sonra bu durumu pek beklemiyorduk. Burası adeta, birbirleriyle az çok akraba Müslüman Gürcülerden oluşan bir “Bey”ler diyarıydı... Vitze ve Atina’ya kıyasla Arkabi, denizden daha uzakta bulunuyordu. Belki de bu yüzden dükkânlar deniz kıyısına paralel değil dik olarak uzanıyor­du. Kıyı boyunca birkaç yelkenli dizilmişti...

Geçmişe dair izleri işaret etmekten de geri durmaz: “Arkabi’de, Ceneviz Kalesi’nin kalıntılarının fotoğraf­larını çekmesi için N. N. Tihonov’a yolu göstermeyi ka­bul eden cana yakın bir genç bulduk” sözlerinden zamanında Cixa dışında Ceneviz kalıntılarının olduğunu anlıyoruz.

Öğrencisi N. N. Tihonov, Arkabi’den Hopa’ya muazzam manza­ralar eşliğinde, yayan gelişinde gördüğü kalıntıları nakleder: Yolun yukarı kısımlarındaki yüksek bir dağın tepesinde, buradaki kaleleri andıran bir yapı bulu­nuyordu. Rehberin dediğine göre bu yapı bir kilise kalıntısıydı. Kalıntılarla dolu bu dağın tepesini tüm Hopa’dan görebilmek mümkündü.

Yörede birçok yerde “oxvame” diye isimlendirilen yerler bulunmaktadır. Marr da bunlardan birini tarifler: Abu deresinin doğu tarafındaki sınırda, Lazca adıyla Oxvame dağı bulunur. Bu kelimenin Lazcada karşılığı tapınak, kilise, dua yeridir.
Yöredeki eski köy isimlerinden de bir takım çıkarımlar yapmak mümkün: Lazistanın en fazla yer isimlerinin değiştirildiği bölgelerden biri olmasının gerekçesi belki de budur. Lazistan'da eski adı Kilise, Manastır, Yakovit, Armoni... gibi olan köy ve yer isimleri başka bir tarihi gerçeğe işaret ediyordur...

Yer isimlerinin değiştirilmesi geçmişi bulandırmanın bir yöntemi olarak kullanılmıştır: Eski Trabzon [Hamidiye] Yakınında bulunan Kuaç’areri ya da Kuanç’areri (Elmalık). Buranın adı Lazcada “yazılı taş” anlamına ge­liyor, ancak yörede herhangi bir yazıt mevcut değil, kazılarla ortaya çıkarılabilir... Manasteri'de yer yer kalıntılara rastlanıyor ancak yazıtlar görünürde yok.

Raporda Hemşinlilerden de söz edilmektedir. Marr, Doğu ve Batı Hemşinlilerinin farklılığından haberdardır. Lazları, güneyden, Müslüman Ermeniler olan Hemşinliler çevreliyor. Bu Müslüman Ermeniler sadece dinlerini değiştirmekle kalmamış aynı zamanda anadilleri­ni de büyük ölçüde unutmuşlar. Ermenicenin hâlâ konu­şulduğu köyler Hopa kazasında bulunuyor.

Marr, başka halklara da dikkat çeker. Atina vadisinde, Atina deresinin sol kolu boyunca yukarı kesimlere doğru uzanan köylerden, Noğadixa ve Şileriti arasında 20-30 haneli, Laz olmayan köyün olduğu söylendi. Man- çurya’ya kadar uzanan bir alanda Rusya’ya ya­yılan Hoşnişinliler, çevredekilerin anlamadığı kendilerine has bir dilde konuşuyorlar, ancak ne işle uğraştıkları bir muamma; evlerine bol parayla dönüyorlar, kumar oynuyorlar.

Lazistan'ın ekonomisi ile ilgili de geniş bilgilere  yer verilir. Bugün sönmüş bulunan meyve ihracatçılığı yapılmakta, İskenderiye'ye bile Lazistan elmaları gönderilmektedir, Laz armudunun çeşitliliği, Odessa'ya yüklenen fındıklar, bugün unutulan Laz pirinci, tütün... taş ustalığı, marangozluk, metal işleme, bıçakçılık, denizcilik, balıkçılık, avcılık, fırıncılık, kaçakçılık, gurbetçililk... Atinalı Lazlar ise fırıncı olarak biliniyor. Rusya’nın güneyindeki şehirlerde, fırıncı Lazların olmadığı bir şehir yok. Bu fırınlar, güneybatıda­ki liman şehirlerine yakın yerlerde, Polonya Krallığı’nda ve hatta Riga, Varşova, Vilnius, Grodno, Minsk, Kiev vb. şehirlerde mevcut. Buradaki Lazlar arasında Lehçe konu­şanlara sıkça rastlanabilir. Ayrıca, birçok kişi Leh ve İbra­ni aksanıyla Rusça konuşuyor. Atina sokaklarında, diğer bölgelere, imparatorluk sınırlarına ve Kafkasya’ya nazaran daha fazla Rusça duyuluyor.

Türkiye Lazistanı’nın, Rusya’nın sınır şehirleriyle yo­ğun bir ticari ilişkisi var. Ticaretin gelişimini sağlayacak koşullar oluşmamış olsa da, doğal ihtiyaçlar her türlü enge­lin, şaşırtıcı derecede tuhaf çözümlerle aşılmasını sağlıyor: Kaçakçılık.
Rusya ile Lazistan'ın başkenti sayabileceğimiz Atina arasın­daki yoğun ticari ilişkilere rağmen, herhangi bir Rus’un bölgeye gelip belli başlı işlerle uğraştığı duyulmuş şey olmadığını söyleyen Marr, Eğer bugün Rus malları ihraç edilebiliyorsa, bunun Lazların sa­yesinde olduğunu söyler. Bölgede Rus etkisinin ne kadar büyük olduğunu şu sözleriyle ifade eder: Rus parasının gördüğü yoğun talepten anlayabiliriz. Laz­lar, Rus parasını memnuniyetle kabul ediyor. Rus para­sıyla, hatta bakır madeni paralarla bile Rusya’daki gibi harcama yapabiliyorsunuz. Lazlar kendi aralarındaki para alışverişlerini de kopek ve rubleyle yapmayı tercih ediyor. Kâğıt Rus paraları, Fransız parası ve hatta Türk altınlarından daha fazla rağbet görüyor.

Marr, ilginç bir sosyal olaya değinir: Yabancı gelinler. Rusya ile yakın bağlar bir başka sosyal olayı doğurmuş, olaya aynı zamanda bir dram eşlik etmektedir: Lazlar Rusya’da uzun süre bulunmuş ve Ruslarla bire bir ilişki kurmuş, bunun sonucunda Atina vadisinde Rus kadınlar sıkça görülmeye başlanmış. Genç ve yaşlı Lazlar Rusya’dan Rus eşleriyle dönüyorlar. Atina kazasında Fevzi Bey’e göre yüzden, Doktor Athanasiades’e göre üç yüzden Fazla Rus kadın bulunuyor. Atinalı yaşlı bir Rum ise böl­gedeki Rus kadınların sayısının sekiz yüzden fazla olduğu­nu ve onları kandırarak Rusya’dan getirdiklerini söyledi. Fırıncı Lazlar kendilerini Hıristiyan olarak tanıtıp kadın­lara onları Hıristiyan toplulukların yaşadığı Türkiye’ye gö­türeceklerini söylemişler. Dağların tepelerinde, denizden uzaktaki köylerden dönmenin imkânsızlığıyla yüzleşen ka­dınlar acı gerçeği kabullenmiş ve onlara kaderlerine boyun eğmek kalmış. Onları da, Laz kadınlarının alışık olduğu odun ve su taşıma gibi işleri yapmaya zorluyorlar. Bu ya­bancı gelinlerin arasında Rus kadınlar, sonra Polonyalılar ve diğer Hıristiyan kadınlar bulunuyor.

Ortodoksların, rızaları dışında İslamlaştırılmalarına öfkelenen Rumlar, Trabzon’daki Rus konsolostan yardım talep etmişler an­cak konsolos yardıma kulak asmamış, işi yokuşa sürmüş sonuç alınamamıştır. İslamlaştırılan yabancı gelinler Lazcayı çok iyi biliyor, genellikle Türkçe konuşamıyorlar.

Gurbetçiliğin bir başka sonucu; zührevi hastalıklar ve tüberkülozdur.

Marr Lazların, kendilerini Jöntürk olarak gördüğünü söyler. Atina'nın kanaat önderlerinden Tilatarzade Fevzi Bey’in söylediğine göre: Hiçbir Laz, kendini Türk karşıdevrimine katılacak kadar küçük duruma düşürmez. Jöntürklerin, ge­ricilere -sözde gericiler- karşı tekrar kazandıkları zaferin ardından cezalandırdıkları ya da idam ettikleri arasında hiçbir Laz’ın adı geçmez. Ulus niteliklerini yitirmiş oldukları halde Lazların çoğu ilerici bir ruha sahip. Daha geçen yüzyılın ortasında Lazlar kendilerini bağımsız bir güç olarak görüyordu. İtalyan seyyah Bianchi, Lazları Türklerin düşmanı olarak tanımlamıştı/ Şimdilerde bu nefretten eser yok. Genel olarak Lazlar, gerçek birer Türk vatanse­veri konumundalar. Vatanseverlik düşüncesi daha ilkokul­da, tamamen Müslümanlık üzerinden aşılanıyor, orta ve yükseköğrenim kuruluşlarında ise Avrupa’ya has özgürlük­çü düşünce hâkim. Bu kanıya varmamı, Laz öğrencilerle yaptığım, onların vatansever duygularını açığa vurdukla­rı konuşmalar sağladı. Batı Avrupa etkisinin hissedildiği yükseköğrenim kuramlarındaki lazlar Rus kültürüne tepeden bakıyorlar. Marr bu durumun Lazlar ile eğitimli Türklerin ortak özelliği olduğunu kaydeder.

Asimilasyon kaynağı olan Türk gazetelerinin sevilerek okunduğunu ve Hopa’da, Laz alfabesini oluşturmaya çalıştığı için Abdülhamid rejiminin baskısından hayli mustarip olmuş Faik Efendi ile tanıştığını ilave eder. Faik Efendi hapse gönderilmiş, evi aranmış ve tüm çalışmaları, kitapları yakılmış bir Laz aydını olduğunu anlıyoruz. Tanrı ruhunu nurlandırsın...

Marr'ın altını çizdiği bir başka konu da Lazların özgürlük anlayışı! [T]üm Lazlar, Osman­lının aksine bizde “özgürlük olmadığını” söylüyor. Türk karargâh subayı da onlar gibi kibirli bir ifadeyle, “Sizde hürriyet yok,” demişti. Ülkesindeki insanların yarısı köle durumunda ve her iki kesim de katı İslami doktrinin boyunduruğu altında olduğu halde.
Ulusal bilincin kaybolmasını örnekler ve açıklar: Farklı halklarla kurulan sıkı ilişkiler, para kazanma düşüncesi ve Türkiye’nin tüm liman şehirlerine ve diğer bölgelerine olan yoğun göç, Lazların ulusal bilinçlerinin tamamen kaybolmasına yol açıyor. Lazların çoğu, anadillerini küçümsüyor, ondan utanıyor ve çoğu zaman bu dili bildiklerini kabul etmiyorlar. Lazcanın en saf halde konuşulduğu Arkabi’de [ Arhavi] bile, ayların Lazcada nasıl söylendiğine dair soruma bir Laz şöyle cevap verdi: “May, iyun, iyul, avgust... ”

“Lazcadaki, sizin anadilinizdeki karşılıkları nedir?” diye sözünü kestim. Bana “Hangi Lazca?” diye şaşkınlıkla sordu.

“Mesela çxalva,” diye ayları saymaya başladım.

“Eh, bunlar çok eskide kaldı. Bunları sadece kadınlar bilir!” diye sözümü tekrar kesti Arkabili Laz beyefendi...

Maddi durumu nispeten daha iyi olan Atinalı Lazlarda ise durum oldukça vahim. Burada Lazca, yok olmaya doğ­ru emin adımlarla ilerliyor. 1840’lı yıllarda Georg Rosen tarafından kayıt altına alınan Atina’ya has bazı özdeyişleri Atinalılar artık bilmiyor. Atinalılar genel olarak Lazca üze­rine nasıl çalışılabileceğine de kafa yormuyorlar.

Vitze, Arkabi ve Hopa’da bazı istisnai durumlar da oluyor. G. Rosen’in Lazca hakkında yayımlanmış çalışmasındaki Lazca kelimeleri Türkçe transkripsiyon ile göster­diğim zaman etrafımdakiler, elimdekileri kaptıkları gibi sokaktaki meraklı kalabalığa göstermeye başladılar. Bir yandan da kaybettikleri kültürlerine utangaç da olsa göz atmaktan geri de kalmıyorlar.

Ulusal bilincin kaybolmasına neden olarak gösterdiği handikap dindir. Dinin etkisini çapıcı bir biçimde örnekler: Lazların ulusal bilinç kazanmalarını her şeyden çok İslam yok ediyor. Ulemalar Lazları, yeryüzünde sadece 300 yıllık bir geçmişe sahip olduklarına inandırmayı başarmış. Dahası Lazlar, Lazistan sınırları içindeki Hıristiyan yapılarının da Megrellere ait olduklarına inanmaktalar. Lazistan’da mollaların çokluğu göze çarpanlar arasında. Lazlar da mollaların sayısındaki artışın farkında. Rusya’ya (Kafkasya’nın batısına) ve Türkiye’nin diğer bölgelerine gönderilecek mollalar Lazistan’da yetiştiriliyor.
Şimdilerde Müslüman Türklerin, Lazlar hakkında vardığı yanlış yargıyı yansıtan bir deyişin ortalarda dolaştığını kaydeden Marr, bir zamanlar azılı düşmanları olan Türkler tarafından yaratılmış bu ve benzeri aşağılayıcı söy­lemlerin Türkleşmiş Lazlar arasında mizah malzemesi haline geldiğinin altını çizer: “Hayvanın ahmağı kaz, insanın ahmağı Laz” Ya da: “Lazların termoni Müslüman yemez oni. ”

Bilinç kaybı... Kültür kaybı... Kimlik kaybı... Başkalarından gördükleri zulüm ve içten içe kendile­rini hor görmeleri Laz halk söylencelerinin, şiirlerinin ve hatta masallarının kaybolmasına yol açmış... Lazlarda pagan inanışından geriye sadece Yunancadan gelen Paraske (Cuma) günü hariç Lazca gün adları kalmış... Hıristiyanlığa dayanan, çiftçilik ve bağcılıkla ilgili olan adlar da korunabilmiş... Pagan ya da Hıristiyanlık dönemine dayanan ve unu­tulmakta olan bir Laz bayramı bulunuyor. Litropi [ Mitropi] deni­len bu bayramda Lazlar, köylerinden deniz kıyısına inerek yüzüyorlar. Bu geleneği özellikle kadınlar ısrarla devam ettiriyor. Ancak, Lazlar arasında ulusal destanlara yönelik ilgi o kadar az ki, bu bayramın hangi ayın hangi gününde kutlan­dığı bilinmiyor.

Marr, çalışmasını eleştirel bir soru ile sonlandırır ki, cevabı henüz verilmemiştir:

“Lazlar, yeniden doğuşları için önlerin­de uzanan yegâne yolu görebiliyor mu, bu yolda devam edebilecek isteği ve gücü kendilerinde bulabiliyor mu? Bu sorunun cevabı gelecekte kesinlik kazanacak. Bugün Laz halkı, kültürel dejenerasyon sürecini tamamlamak üzere. Kültürel bakımdan dejenere olmaya yüz tutmuş halklar­da kültürel hareketliliğin ya da hakikat arayışında yüksek ideallerin hizmetindeki bilimsel bilginin artması yönünde bir adım atılmasını bekleyemeyiz. Ancak bilimsel bakış açımızı genişletmeye ve mevcut kuramları derinleştirmeye yetecek gücü kendimizde bulabilecek miyiz? Kadim anıt eserlerin el değmemiş bir şekilde derinlerde yattığı, tarihçi Arrianus’un dolaştığı bu eski zamanlardan kalma toprak parçasına, günümüz koşullarında, şimdiki coğrafi adlarıyla tanık oldum. Yoksa bu notlar da yine geçmişte kalmış bir seyyaha mı ait olacak.”

Sorun tam da budur: Lazlar bu soruya ne cevap veriyor/verecek?...

____
(1) Nikolay Marr, Lazistan'a Yolculuk çev. Yulva Muhurcişi, Aras Yayıncılık, 2016