Bir haftadır evde yatıyorum. Aslında uzun zamandır kanepeyle televizyon arasında bir yerlerdeyim ama bu sefer zorunlu bir yatış.

Düz yolda yürürken bileğimi burkup yere yapıştım yüzükoyun, o günden beri nazlı pozlu kanepede film seyredip oturuyorum.

Bugün günümüz Suriye’sindeki kadını anlatan bir film buldum.

Bizim şirkette manyak bir prodüksiyon amiri vardı bazen masasından kalkar pencereyi açıp “Aaaa” diye çığlık atar sonra toz bezi silkelemiş gibi sakin masasına otururdu.

Ben de onun gibi filmin bazı sahnelerinde balkona çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istedim.

Zaten film seyrederken çok konuşurum, bunda daha çok konuştum.

Filmde savaş yüzünden bir aile üst kat komşularıyla birlikte her yeri kapatmış normal hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Dışarıda savaş olduğunun farkındalar. Suyu dikkatli kullanıyorlar. Yemekler ona göre yapılıyorlar. Pencerelerde kalın perdeler. Geceleri mum ışığında oturuyorlar.

Dışarıda sürekli silah sesleri ve kocalar dışarıda bilinmezdeler.

Dairede aileyle birlikte kalan üst komşu, yeni doğum yapmış genç bir kadın. Gazetecilerle röportaj yapmaktan bahsettiğine göre entelektüel bir kocası var. Bebeklerini alıp şehri terk etmek istiyorlar. Ancak koca bu durumdan utanıyor. İnsanları yarı yolda bıraktığını düşünüyor. Karısı diyor ki halimize bak, ne haldeyiz, başka şansımız yok. Gitmemiz gerek.

Adam bu konuşmanın ardından evden çıktıktan sonra dışarıda kapının önünde vuruluyor.

Bunu hizmetçi görüp evin hanımına söylüyor.

Evin hanımı kocası olmadan evini terk etmek istemeyen, savaşa direnen, hiçbir kuvvet beni buradan çıkaramaz diyen bir kadın.

Apartmanda onlardan başka kimse kalmamış.

Hizmetçi de “Bırakın beni ben gideyim, benim de bir oğlum var, onu merak ediyorum” diyor.

Kadın, “Nasıl gideceksin. Nereye gideceksin. Ben evsiz doğdum. Burası benim evim, burayı bırakmam. Sen de burada güvendesin. Her şey yoluna girecek” diyor ve hizmetlisinin yanlarından gitmesine izin vermiyor.

Sabah gördüklerini evdeki genç kadına anlatmasına da izin vermiyor.

Çünkü anlatırsa kadın sokağa çıkmak isteyecek ve hepsini hedef yapacak.

Evde geçen günün sonunda iki yabancı adam kapıyı kırıp zorla içeri giriyorlar.

Evin ahalisi tehlike anında mutfakta toplanıp kapıyı kilitliyor.

Bu sefer bebeğini almak isteyen genç kadın dışarıda kalıyor. Evin diğer insanları mutfakta kalıyorlar ve yabancı adamlar kadına evde başka kimler olduğunu zorla söyletmeye çalışıyorlar ancak cevap alamıyorlar.

Genç kadın, onları kendisinden başka kimse olmadığına ikna ediyor. İki adamdan daha nazik olanına isterse her gün gelebileceğini ancak diğerinin ona dokunmasına izin vermemesini söylüyor. Zorla olmadan daha zevkli bir ilişki yaşayacaklarına adamı ikna ediyor.

Ancak adam kadına tecavüz ediyor.

Bu sahneler iğrençti.

Özellikle insanın içindeki hayvanı göstermek istemiş yönetmen.

Adamlardan en kötü olanı giderken küçük bebeği yanında götürmek istiyor, satmak için. Çünkü evden değerli bir şey alamamanın hayal kırıklığını yaşıyor.

Adamlar gittikten sonra evin ahalisi dışarı çıkıyorlar mutfaktan kadın bebeğini kucağına alıp kimseyi yanına yaklaştırmadan bir süre onunla yalnız öyle heykel gibi duruyor.

Bir banyo yapımlık zamandan sonra kocasının dışarıda cesedinin olduğunu öğreniyor. Çıldırıyor.

Evdekilere kızıyor.

Balkona çıkıp el kol hareketleri yapıyor. Kocasını vuran adamın onu da vurması için tehditler savuruyor.

Birkaç kurşun sağından solundan vınlayıp geçiyor.

Kadını yaka paça yakalayıp zorla içeri sokuyorlar.

Genç kadın ellerinden kurtulup kocasının yanına sokağa fırlıyor.

Onunla birlikte evde kalan gençler de fırlıyor sokağa ve vurulan adamı eve getiriyorlar.

Evde bir de yaşlı bir adam var.

Evin büyük babası.

Film evin büyük babasının sigarasından derin derin nefes çekip uzaklara bakarken ki haline fokuslanmışken güzel bir müzikle son buluyor.

Adamın sigara içip derinlere bakışını seyrederken ben de acısını, düşüncelerini hayal etmeye çalıştım.

Evine giren sırtlan cinsinden iki yabancının genç bir kadına tecavüz etmesini dinlemek zorunda kaldı.

Kadının hayatını kurtarmak aşağılanmamak için bir yabancıyla yaptığı pazarlığa şahitlik etti.

Hayatta kalmak için kadınlarla ve çocuklarla birlikte savaş vermenin kendisine düşen payını çok net yaşadığı bir güne şahitlik etti seyirci.

Filmin yönetmeni Philippe Van Leeuw çektiği filmle ilgili olarak demiş ki, “O ülkenin sıkışmış ve acı içinde çırpınan insanlarının hikayelerine bir pencere açmaya karar verdim. Onların kendilerini savunacak hiçbir araçları yok, hiçbir şey yapmıyorlar, tek yapmaya çalıştıkları şey, hayatta kalmaya çalışmak.”

“Yazı Tura” filmi çekildiğinde seyretmeye gitmemiştim. Çünkü 12 Eylül dönemini gayet iyi hatırlıyordum. O duyguyu yeniden yaşamak istemedim. Bilinmezlik, korku, bunları hissetmek istemediğim için filme gitmedim.

Ancak bir arkadaşım filmi anlatmıştı. Bizi sanki elimizden tutup bir zaman makinesine koymuş sonra o bildiğimiz yerlerde yeniden dolaştırmıştı. Biz de ürkek, tedirgin onunla birlikte yeniden ziyaret etmiştik eski günleri.

Sonra bize, “Film bitince, herkes koltuğundan sessizce kalktı, kimse birbirinin yüzüne bakmadı. Öylece terk ettik sinema binasını” demişti.

Ben bu sigara içen yaşlı adamda o duyguyu hatırladım.

Bir de “Hayatın İçinde” (Insyriated) filminin oyuncularından Filistinli sanatçı Hiam Abbas, tıpkı arkadaşımla birlikte Yazı Tura filmini seyreden seyirci gibi, Hayatın İçinde seyircisinin de filmin sonunda sessizce durup beklediğini söylüyor.

Güzel günlerde görüşelim efendim, görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.