Tarihte ferdin rolü felsefede, kuşkusuz Marksist platformda da hep tartışıla gelmiştir. Plehanov henüz sapmadığı dönemde yazdığı epey hacimli "Marksist Düşüncenin Temel meseleleri" çalışmasında bu konuya epey yer ayırmıştır. Tarihi esas olarak kitlelerin yarattığı objektif bir gerçekliktir.

Ne var ki bazı süreçlerde bireylerinde rolü ağırlık kazanır. Belirleyicilik derecesi yükselebilir. Tarihi kitlelerin yaratması gerçekliği, bireyi kitlelerin, toplumun nesnesi düzeyine düşürmeyi haklı kılmaz.

Kitleler nasıl kolektif özne, süje ise, aslında bireyde her zaman aktif özne, süjedir. Yani birey toplumun pasif yansıması değildir. Nasıl üst yapı kurumları alt yapının aktif yansıması ise, benzetmek caizse bireyde kitlelerin aktif yansımasıdır. Kitlelere doğru mesaj vermek, kitlelerle canlı ilişkiler kurmak, kitlelerde düşünsel etkileşimler yaratmak, tartışılmazı kitleler nezdinde tartışılır hale getirmek, kitle okyanusunun derinliklerine dalabilmek aktif yansımanın göstergeleridir. Bu açılardan bakıldığında tüm eksikliklerine rağmen Demirtaş’ın eş başkanlık süreci başarılı olmuştur.

Demirtaş tartışmalarının bir yönü tarihte ferdin rolü konusuyla bağlantılıysa da, bir diğer yönü belki de daha önemlisi de içinde bulunduğumuz süreç de politik duruş meselesidir. Konuyu normal zamanların rutin bir nöbet değişimi gibi görmek veya pratik nedenlerden dolayı formel bir gereklilik gibi görmek siyaseten dar görüşlülük anlamına gelir.

Kuşkusuz ideal olan, doğrudan demokrasi anlayışına yakışan kolektif yönetimdir. Ne var ki çok özel zor bir dönemden geçiyoruz. Diktatörlüğün kalıcılaştırılmak istendiği, savaş tamtamlarının dişlerini gıcırdattığı bir dönem. Birçok kez vurguladığımız gibi 1933’ler sonrası Almanya’sına çok benzeyen bir dönem.

Diktatörlüğün en çok hedef aldığı siyasi öznelerde tüm HDP’liler, ama unutulmasın ki en başta da Demirtaş. Bu tespit bir abartı olmasa gerek. Böyle bir ortamda nitelikli bir politik duruş sergilemek gerekir. Gerek ferdin rolü açısından, daha da çok politik bir duruş olarak Demirtaş’ın eş başkanlığı bir süre daha devam ettirmesinde özgürlükçü mücadele açısından gereklilik vardır.

Tarihte benzeri politik duruşlar vardır.1981 yılında cezaevinde açlık grevindeyken Britanya parlamentosuna aday gösterilip seçilen IRA üyesi Bobby Sands ve 2001 yılında FHKC genel sekreterliğine seçilen, 2002 de İsrail turizm bakanına yönelik suikast düzenlediği gerekçesiyle tutuklanmışken 2006 da Filistin yasama konseyine seçilen Ahmet Saadat örneklerinde olduğu gibi.

Bu konuda belirtilen görüşlere kulak vermek gerekir. Konu sadece HDP yetkili organlarını, genel kurulu, hatta sadece HDP bünyesini ilgilendiren bir konu değildir. Konu HDP yetkilisi veya üyesi olmasa dahi HDP’yi umut olarak gören herkesin, hatta tüm özgürlükçülerin sorunudur.

Yunan cuntası devrildikten sonra PASOK’taa Papendrou parti başkanlığına aday gösterildiğinde sadece yetkili organların, delegelerin değil, üyelerin dışında sempatizan konumdakilerin de nabzı tutulmuş, görüşleri alınmıştı. Doğrudan demokrasi anlayışına yakışan da budur. Yetkili organların ve genel kurulun, HDP’yi umut olarak görenlerin nabzını doğru ölçmesi gerekir. Konu bir formalitenin yerine getirilmesi seviyesine düşürülmemelidir. Demirtaş partiyi özgür bırakarak ilkeli bir tavır sergilemiştir. Ama inanıyoruz ki yeniden görev kitlelerin istemi doğrultusunda verildiğinde de sorumluluğunun idraki içinde karşılayacaktır.