“Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar” der İngeborg Bachmann, Malina adlı kitabında.

Hayır, faşizm bir “ad” la başlar. Türkçede ad-isim, Kürtçede nav, İngilizcede name, Fransızca nom, Almancada name, Rusçada imya, Japoncada namae, Arapçada aism, Hintçe naam… Gördüğünüz gibi hiç de uzun bir harf dizimine gerek yok faşizm için, sadece iki harf bile yeterli buna: ad. Ebeveynler çocuklarına anne-babalarının ya da dedelerin adlarını verir genellikle. Çünkü insan kendini tanımlamak için hâlâ bir köke ihtiyaç duyar. Köksüz bir ağacın ayakta duramayacağını, olamayacağını fikrini belki de benimsemiştir de ondan.

Ağaçların doğasında bu vardır elbette, aksi de imkânsızdır zaten.

Sartre, “Hepimiz ailemizin inancıyla doğarız. Daha sonra eğitimle ya da kişisel gelişimimizle bunu değiştirir ya da üstesinden geliriz” der.

Sartre koyu dindar bir dedenin çatısı altında çocukluğunu geçirir, sonrasında sayısız kitap yazar ve ateist olduğunu saklamaz.

Bir ad’la başlar faşizm, atalarımızın adlarından birini alarak.

Ailesiyle, soyuyla ya da ırkıyla gurur duymayan birinden faşizm çıkmaz, çıksa bile açıklanması çok daha zor olabilir.

Bir çocuğun babası annesini her gün dövüyorsa, annesi için çocuğunun bir önemi yoksa, üvey anne bu çocuğa her türlü cezayı layık buluyorsa ve bu çocuğun övünecek bir dedesi-babaannesi ya da başka bir aile ferdi yoksa, bu çocuk neden faşist olsun?

Neden ırkı ya da halkı için başını belaya sokup hayatını tehlikeye atsın?

Hem de bunu bir reflekse değil de gayet kontrollü ve düzenli bir şekilde yapsın?

Hayır, ırkçılık bir ad’la başlar, ailede kök bağlar; büyür, çoğalır, devlete kadar uzanır.

En büyük örgüt olan devlet boşuna aile denen en küçük devletçikte ilk örneğini kurmaya kalkışmaz.      

Hatta aksini söyleyen ya da bunlara teğet geçen romanlar ve filmler de ortaya çıkabilir ve kendini bu konuda general(!) gören bazı eleştirmenler ya da öyle bir vasfı olduğunu sanan kişiler bu eserler hakkında birer başyapıt olarak da bahsedebilir. Ama büyük bir romanda ya da büyük bir filmde böyle bir şey bulamazsınız. Zaten böyle bir eser de büyük bir roman ya da film olmaz.

Bir ad’la başlar faşizm, daha sonra iki kişi arsındaki ilişkiye yansır.

Kökeninde nefret değil, övünme ve gurur vardır. Nazizm’e bakın, ya da çok da uzağa değil kendinize. Kendi atalarını, öteki dediği insanların atalarından üstün görmekle başlar. Çoğu zaman aşağılık kompleksinden doğar bu duygu, kendinde olmayanı atalarında arar. Ama bunu psikologlar açıklasın.

Belki bir gün aynada atalarımızın değil de kendi yüzümüzün gerçek yansımasını gördüğümüzde vazgeçeceğiz faşizmden ve gerçek değerimizin ancak başkalarıyla eşit olduğumuzu kavradığımızda farkına varacağız. İşte asıl o zaman gururlanmamız ve övünmemiz gerektiğini de anlayacağız. Aksi takdirde faşizm içimizde hep var olacaktır.