Söyledikleri yanlış, çarpıtma da olsa kimse itiraz etmeye cesaret edemediği için hemen her konuda fikir beyan eden, çoğu kez de alanında yetkin olmayan yetersiz danışmanları tarafından manipüle edilen TC devleti Cumhurbaşkanı AKP’li Erdoğan ile anaakım sağ-liberal Türkiyeli iktisatçılar arasında bir süredir faiz-enflasyon ilişkisine dair bir polemik yürüyor.

Özgeçmişine iktisatçı diye yazdırdığı halde fakülte diploması üzerindeki şaibeyi halen kaldıramamış olan Erdoğan, faizi düşürürlerse, zapturapt altına aldığı ülkesindeki enflasyonu da düşüreceklerini öne sürüyor. Sağ-liberal iktisatçılar ise, ilişkiselliğin faizden enflasyona değil, enflasyondan faize doğru olduğunu, faizin sonuç olduğunu iddia ediyorlar.

İki taraf da yanılıyor. Zira enflasyon da faiz de sonuçtur. İkisi de kamu/ bütçe açığının düzeyinin sonucudur.

Kaynak: AMECO Database

2009’daki kriz nedeniyle vergi gelirlerindeki ani düşüş nedeniyle oluşan açığı istisna sayarsak, AKP döneminin ekonomi politikasının temel enstrümanı, bütçe açığını bastırmak. Bütçe açığıyla beraber, faiz ve enflasyon da yaklaşık bir yıl gecikmeyle benzer eğilim gösteriyorlar.

Yukarıdaki tabloda resmedilen mekanizmayı kabaca şöyle anlatalım:

Vergi gelirlerinin üzerine çıkan kamu (yatırım) harcamaları, özel sektör yatırımlarını da tetikleyecektir, zira özel sektör, talebi yeterince canlı olarak görmediği takdirde, faizler istediği kadar düşük olsun, o düşük faizlerin üzerine çıkan kar oranı ihtimali görmediği takdirde yatırım yapmaktan geri duracaktır. Yüksek faizin de üzerine çıkan kar oranı ihtimalini tetikleyen ise, batma riski olmayan, borcunu döndürebilen kamu sektörünün yatırımlarıdır. Kamu yatırımları, istihdamı ve tüketimi artırıcı etkisiyle enflasyonda yukarı yönlü eğilim yaratır; zira azalan işsizlik, maaşları artıracaktır. Kamu sektöründeki ücret artışı da özel sektördeki ücret artışlarını tetikleyecektir. Talebin canlı olması, firmaları artan ücret maliyetlerini fiyatlara yansıtmaktan alıkoymaz.

Vergi gelirlerinin kamu harcamalarından fazla olması, yada kamu harcamalarının kısılması ise, piyasadan paranın çekilmesi demek. Kamu yatırım harcamalarındaki ve istihdamındaki özelleştirmeler yoluyla getirilen kısıtlama, işsizliği artırıp, maliyetleri ve talebi baskılayarak enflasyonu aşağıya doğru çekecektir.

Görüldüğü üzere, enflasyon, talep yönlü de olsa, maliyet kaynaklı da olsa (ki daha çok maliyet yönlüdür) esas olarak bütçe açığının sonucudur.

Dolayısıyla aslında dünyada son 30 yıldır, Türkiye’de de son 15 yıldır uygulanan “enflasyon hedeflemesi” politikasını yöneten aktör, sanıldığı gibi Merkez Bankası değil, Hazine’dir.

Faizin de bütçe açığının sonucu olduğu meselesine gelince:

Bütçe açığı azaldıkça yada bütçe fazla verdikçe, faizler de düşer çünkü; 1) kamu harcamalarının kısılmasıyla ve dolayısıyla artan işsizlik ile talep azalacağından özel sektörün kredi (likidite) talebi de düşer ve bankalar daha düşük kredi oranlarına razı gelmek durumunda kalırlar, 2) Hazine daha düşük bütçe açığı durumunda daha düşük faiz oranlarıyla borçlanmaya piyasayı ikna edebilir ve Merkez Bankası da kendi belirlediği faizleri düşürerek Hazine’nin ihraç ettiği bonoları daha düşük faizlerle bankalara öteleyebilir.

Özetle Merkez Bankası sürece sadece eşlik eder, süreci tayin eden başat bir aktör değildir.

Vergiden daha fazla olan kamu harcaması, dönüp dolaşıp özel sektöre kar ve sonunda tasarruf olarak kalacaktır. Vergiden az olan kamu harcaması ise özel sektörün karında ve tasarrufunda azalmaya yol açar. Kıt kanaat geçinen ücretli kesim tasarruf edemediğinden, etse bile sermayedar kesimin tasarruflarının yanında devede kulak kaldığından, ve sağ-liberallerin iddia ettiğinin aksine tasarruflar da yatırımların sebebi değil sonuçları olduğundan, yatırımlar da bütçe açığı ile tetiklendiğinden, “Türkiye’nin tasarruf açığı sorunu var. Tasarruf açığı yüzünden cari açık sorunumuz var. Vatandaşımız tasarruf etmiyor. Tasarruf etmeliyiz ki, yatırım yapabilelim” diyen Bakan Mehmet Şimşek ve benzerleri, büyük bir yanılgı içerisindeler. Birincisi, çok tasarruf edilir de talep kısılırsa yatırım için cezbedici bir ortam olmaz, ikincisi bankalar yatırımları mevduatlardaki tasarruflarla değil, yoktan var ettikleri kredilerle finanse ederler, üçüncüsü de tasarruf için insanların temel ihtiyaç giderlerinin üzerinde bir gelir düzeyine ulaşmaları lazım.

Mehmet Şimşek ve benzer düşünenler, aşağıdaki tabloya bakıp, cari açığın özel kesimin (hane halkı ve firmalar) tasarruf açığından ileri geldiğini iddia ediyorlar. Oysa iki açık da kamu bütçe dengesinin türevidir.

Kaynak: http://kisi.deu.edu.tr/yasar.uysal/site/raporlar/turkiyedeTasarrufAcikArkaPlan.html

Bütçe fazlası yada daha düşük bütçe açığı, vergilerin piyasadan parayı çekmesiyle ve enflasyonu yukarda özetlendiği üzere düşürmesiyle, yerel para birimini döviz karşısında değerlendirip, düşen kur sayesinde dışardan borçlanmayı ve ithalatı artırdı. Artan ithalat ve Çin’in baskısı, yerel firmaların fiyat artırma kapasitelerine ket vurarak enflasyonu baskılamıştır. Baskılanan enflasyon TL’yi nispeten daha değerli kılmıştır. Düşme eğilimi gösteren döviz, dışardan sıcak para akımını da cezbetmiştir: 1$=2TL iken TL alan yabancı, 1$=1TL olduğu anda dolara döndüğünde 100% kar yapmıştır. Bu şekilde ve Batı’ya nazaran daha yüksek olan faiz nedeniyle daha fazla gelen sıcak para akımı, döviz kurunun düşmesi yönünde işlev görmüştür ve böylece Türkiye cari açık girdabına girmiştir.

Bütçe açığının düşük olması veya bütçe fazlası, hem yukarıda özetlendiği üzere tasarrufların kaynağı olan yatırımı hem de (reel) faizi baskılayarak (düşük faiz ve enflasyon düzeylerinde ikisi arasındaki fark da genelde düşük olur) tasarruflara ket vurduğundan tasarruf açığına neden olur.

Velhasıl ne enflasyon faizin, ne de faiz enflasyonun sonucudur. İkisi de kamu bütçe dengesinin sonucudur. Faizleri düşürme talebinin Erdoğan için tek motivasyonu ise, üzerine oturduğu inşaat ve kredi-güdümlü tüketim balonunun patlamasını önlemek istemek. Batı Merkez Bankaları’nın faiz artırmaya başladığı bir dönemde faizler düşerse istikrar için diktaya oy verenler büyük Türkiye'nin tadını çıkarabilirler...

Çözüm mü?

Rakka’nın özgürleşmesi ve Demirtaş’ın AB-yönelimli iktidarı...