Endonezya’da bana bir şey çok ilginç geldi; özellikle kırsal bölgelerde, ev ve otellerde dantel işçiliği oldukça yaygın, aynı bizdeki gibi. Bali ve Yogyakarta gibi nispeten turizmin gelişmiş olduğu şehirlerin dışında, homestay gayet makul, bu tür işletmelerde konaklama ve tüm yemekler dahil bir ücret ödüyorsunuz ve bir ailenin yanında, misafir gelmiş gibi, yerel hayatı da görerek ve yaşayarak tecrübe etmiş oluyorsunuz. Bir homestay’de, pazarlıkla, yemekler ve konaklama dahil 200 rupiye, yani 40 liraya kalınabilir.



Endonezya’da ekvator çizgisine çok yakınsınız. Haziran-Temmuz-Ağustos-Eylül Endonezya için kuru mevsim ve gitmek için en elverişli aylar, yine yağmur yağıyor ama ıslak sezona göre çok düşük oranlarda. Sıcaklık yıl boyunca 22-34 arası değişiyor, ortalaması 28’C.



Endonezya için en az 1 ay ve Bali için en az 1 hafta ayırmalısınız. Endonezya’nın kendine has pek çok sorunu olabilir, ama, inanç farklılıklarına ilişkin çelişkilerini çoktan halletmiş görünüyorlar. Örneğin burada nüfusun %85-90’ı Müslüman olmasına karşın, dört dinin bayramları da ulusal tatil ilan edilmiş ve yılda dört kere yılbaşı resmen kutlanıyor.



İnsanlar oldukça toleranslı, huzurlu, iyimser, stressiz ve sakinler… Kadınların neredeyse hepsi örtülü ama taassup yok, kadınlar sosyal hayatın içinde aktifler, güler yüzlüler ve yaşamın her alanındalar. Rahatlıkla motosiklet kullanıyorlar, rahatsız edilmiyor ve rahatsız olmuyorlar...



Müslümanlar Mehdi’yi bekler, Hıristiyanlar Mesih’i, Hindular Vishnu’nun onuncu ve son avatarını, Budistler ise Budha’nın yeniden doğmasını beklerler... Ve her din bu zamanların dünyanın son devri olduğunda hemfikirler... Fatih Sultan Mehmet’in gönderdiği dokuz eren (burada onlara “aziz” deniliyor ve Java adasının değişik bölgelerinde kabirleri var) aracılığıyla Müslüman olan Endonezya halkı, Türkiye’yi dost ve kardeş bir ülke olarak tanıyor.



Endonezya geneline baktığımızda, yerel insanlarla yaptığım sohbetlerde edindiğim izlenimlere göre, uzun süre (350 sene) onları sömüren Hollandalıları kendilerine düşman görmüyorlar; “Evet, uzun süre onlarla savaştık ama bugünkü medeniyetimizi, demir yollarımızı, kanalizasyon sistemimizi vs onlara borçluyuz, onları çoktan affettik” şeklinde konuşuyorlar... Her nevi canlıya ve doğa unsuruna bize göre çok daha iyi ve düzgün bir şekilde davranıyorlar. İşin özü, daha az kazanıp, daha sade ve kaliteli yaşıyorlar...



Endonezya’nın 250 milyona yaklaşan nüfusunun %90’ı Müslüman. Endonezya’nın nüfusu ve yüzölçümü bizim 3 katımız, 18 bin adadan oluşuyor. 2. dünya savaşı sonrasında Hollanda’dan bağımsızlığını kazanır. Hollandalılar uzun süre Endonezya ismini kullanmak istemezler ve bunun yerine Doğu Hindistan gibi isimlerle anmayı tercih ederler. Endonezyalılar Türkiye’ye Turkey değil, “Türki” diyorlar. Endonezya dilinde orang-utan “orman adamı” anlamına geliyor. Örneğin asansörlerde vs, bir insan (orang) 50 kg kabul ediliyor.



Her adada turizme yaklaşımları başka başka. Mesela Sulawesi’de sizi neredeyse yok sayıyorlar, olsanız da olur olmasanız da, iletişim kurmak için ek bir çaba harcamıyorlar. Bali ve Yogyakarta’da yaklaşımları çok sıcak ve belde ve bölgelerini tanıtmaya çalışıyorlar. Sumatra’da her adımda kazıklamaya dönük bir anlayış var, sadece yatırım ve para kazanma aracı olarak görüyorlar sizi.



Jakarta ise İstanbul ve pek çok büyük şehirde olduğu gibi, vahşi kapitalizmin egemen olduğu bir şehir. Yerli de olsanız yabancı da, paranız ölçüsünde değerlisiniz. Yalnız dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan Endonezya’nın başkenti Jakarta’da havalimanında bile ve taksicilerin bile tek kelime İngilizce bilmemeleri ve/veya konuşmamaları beni çok şaşırtmıştı.



Dünyanın 3. en geniş yağmur ormanlarına sahip bulunan, tüm dünyanın palmiye yağı ihtiyacının tam yarısını (34 milyon ton) kendi başına karşılayabilen Endonezya’da palmiye yağı üretimi kalkınmanın başat tetikleyicisi konumunda (bizdeki bir zamanlar tekstil, şimdiki inşaat sektörü gibi). Sumatra’da sade 66 Sumatra kaplanı kaması pahasına, yağmur ormanlarını yok ederek yerine palmiye çiftlikleri diken Endonezya’da, palmiye dikili alanlar 6 milyon hektarı bulmuş, bu da Belçika’nın yüzölçümünün 2 katı demek...



Endonezya’da bütün havalimanlarında kesintisiz ve ücretsiz wifi internet hizmeti var. Türkiye’ye 10.000 kilometre uzakta, Avustralya’ya oldukça yakın.



Endonezya mutfağı hakkında
Endonezya’da ne sipariş etsen, yanında mutlaka bir tencere pilav ile birlikte geliyor. Mutfağı mesela Hindistan’a göre çok zayıf, her türlü ürün var ama pişirme usulleri alışılmamış ve yadırgatıcı. Endonezya insanı balık ve tavuğu niye aşırı pişirip, kurutup, yakıp rezil ve ziyan ediyor diye merak edip duruyordum. Sonunda bir açıklama elde ettim, kılçık ve kemiğiyle yemek için ve yedikleri içinmiş...



Nasi goreng, yani kızartılmış pirinç üzerinde omlet, en favori yemeğim oldu. Tabii 3 öğün pirinç yemekten ötürü, diabet çok yaygın bir hastalık. Endonezyalıların organik – gezen piliç ve ördekleri minik minik şişlere dizerken içlerinde kemiklerini bırakmalarını, o tazecikleri iyice yakıp küle çevirip yazık etmelerini ve bir de bu yanık ve kemikli parçaları tatlı ama ekşimsi bir fıstık ezmesi sosuna batırıp iyice rezil etmelerini affetmeyeceğim... Yaşasın Türk mangal kültürü!



Duryan berbat kokulu, soğana benzeyen bir tadı olan bir meyve. Ranbutan, ananas, salak favori meyvelerim oldu. Muzların ise kısa ve yumuşak olanları gayet tatlı. Siyah üzüm gibi meyveler korkunç pahalı. Hindistan cevizi 10-20 veya 50 rupi. Endonezya’da en iyi restoranlarda bile masaya bıçak getirmiyorlar, illa ki lazımsa, istemeniz gerekiyor.