Öğrenim, kişinin birşey yapmak için teorik ve pratik yönden gelişmesini hedefler, ve bu faaliyette belirleyci unsur, kişinin kendisidir.

Eğitimde ise inisiyatif eğitende, daha doğrusu eğiltendedir. Eğiticiler, kişileri , kendi isteklerine uygun olarak eğiltirler, belli kalıplar içine sokarak farklılıkları törpülerler. Kendilerince hedefledikleri bireyi ve toplumu yaratmak, tekdüze hale getirme amacıyla, kendilerince fazlalıkları budayıp, eksik gördüklerini tamamlama faaliyetine girerler. -Tıpkı, yatağa yatırdığı kişilerin boyu uzun olanların ayaklarını kollarını keserek kısaltan, boyu kısa olanları ise mengene ile uzaltan Yunan mitolojisindeki Prokrustes'in yaptığı gibi-. Maddi yönden toplumun egemenleri, kültürel ve ideolojik olarak da egemen olduklarından, verili sistemin devamı için, sisteme uygun Prokrestus tipi eğitimi, yaşamın tüm alanlarında ve sürekli olarak uygularlar.

Özellikle "ağaç yaşken eğilir" düsturuyla, eği(l)tim, çocukluktan başlatılır.

İster, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullar olsun, ister tarikatların Kuran Kursları olsun, hepsi genç beyinlerin toplumsal özgür birey olmaları doğrultusunda yeteneklerini ortaya çıkartıp geliştirmeleri doğrultusunda öğrenmelerinin sağlanması temelinde değil, egemenlerin kendi sistemlerine uygun hale getirilmesi üzerinde temellenir. İtiraz, farklı bakış, Prokruster'in yatağına yatırılır. Bu durum anayasal maddelerle ve kanunlarla zapturapt altına alınmıştır.

Türkiye'de yaşamı aydınlatan, doğa ve insanı temel alan bilimsellik yerine, Türk-İslam temelindeki doğmaları, yeniden ve yeniden kafaların içine doldurma, eğitimin yerine almış ve almaya devam etmektedir. Türk-İslam sentezinde, kimi zaman Türklüğün, kimi zaman İslamcılığın ağır basması söz konusu olsa da, temel alınan olgu değişmemektedir. Toplumsal (Sosyal) bilimlerde çıplak gözle görülen bu durumun, doğa bilimlerine de sıçradığı gözlemlenebilmektedir. Doğa ve toplumsal olgular, nesnellikle ilgisinden çok, milli ve dini dogmalara göre değerlendirilmekte, milli ve manevi değerler denilince akan sular durdurulmaktadır. Yaşamın canlılığı, dar kalıplar içine alınarak biçimlendirilmekte ve toplumsal yaşam çarpıklaştırılmaktadır.

Devamlı değişim içindeki toplumsal ve doğal yaşamın gerçekliği, zenginliği içindeki kişi, güdükleştirilerek, eğiltilerek ezberletilmiş doğmaların baskısı altındadır. Bu durum toplumsal ve bireysel bunalımların değişik boyutlarda sürekli devam etmesinin en önemli nedenlerinden birisidir. Kişiler, birçok alanda kendine öğretilenlerin yaşamla örtüşmediğini gözlemlemekte, kendilerine gerçeklik adına sunulanların, gerçeklikle örtüşmediğini fark ederek kendi durumlarıyla olması istenen durumun çelişkilerini yaşamakta ve ona göre davranış sergilemektedirler

Resmi durum ile gerçek durum uzlaşmazlığı yaşamın her alanında süreklilik göstermekte ve insanlar bunu, kendi ekonomik, politik, ideolojik koşullarına uygun olarak yaşamaktalar. Günlük hayatın her alanında bu durumu görmek, hiç de zor değildir. Çalışanların resmi aldığı ücret ile gerçek aldığı ücret aynı değildir. Mal alımında alınan fişler çoğu zaman gerçeği yansıtmaz. İster bakkal dükkânı olsun, ister holding olsun resmi ticari defterler, gerçekle örtüşmez. Bu durumda, ülkenin resmi tarihi ile gerçek tarihinin aynı olması beklenemez. Yaşanmış ve yaşanılıyor olan süreç ile ilgili olgular egemenlerin kendi ihtiyaçlarına göre belirledikleri şekilde eğilip bükülmekte ve hatta, Kürt, Ermeni, Süryani, Ezidi ve diğer milyonların yaşadığı acı gerçekler yok sayılmaktadır.

Yaşadığımız coğrafyada insanlar, yaşamı değil, eği(l)tilmiş bireyler olarak, kendilerine öğretilenlerle yaşamakta, buna göre davranış sergilemekteler. Eği(l)tme işlemi, sadece çocuklar ve gençler için değil, başta ezilenler olmak üzere tüm toplumsal tabakalar için sürekli bir durum oluşturur. (12 Eylül döneminde, İstanbul’dan Diyarbakır'a giden bir gazeteci taksiye biner. Gazeteci taksiciye, durumları sorar. Taksici, "Kenan Evren geldi, anarşi bitti, terör bitti, çok rahatız" der. Sohbet gelişince taksici, "namussuzlar, herkese eziyet çok ediyorlar, beni de çok dövdüler, bunlarda hiç vicdan yok" deyince, gazeteci, "biraz önce farklı şeyler söylüyordun, şimdi farklı söylüyorsun, nedendir." diye sorunca, taksici, "Biraz önceki resmi görüşümdür" diye yanıt verir.)

Devletinin ideolojik eği(l)timi sadece devlet için değil, devlet-toplum ilişkisi için vazgeçilmez önemdedir. Resmi devlet ideolojisi, hem toplumu, hem devlet organlarını birbirine bağlamayı hedefler. Öte yandan, her iktidar kendi işleyişini devam ettirmek üzere, silahlı (asker, polis) ve silahsız elemanlarının eği(l)timlerini hiç aksatılmadan sürdürülür, Bunun aksaması farklılıkların oluşumuna yol açar ki, bu da devlet krizine neden olur. Bundan dolayı en ufak farklılık, derhal bertaraf edilir. Maliyede, adliyede ve tüm devlet kurumlarında iç eği(l)timler aksamaksızın devam eder.

Devletlerin silahlı kurumlarında katı disiplin, eği(l)timin temelidir. Askere giden her kişi, eği(l)tim birliğinde nelerle yaşadığını anlatmaktan utanır. Askerlikte kişilere, düşünmeden, derhal denileni yapmasının en az zararlı davranış olduğu belletilir. Verilen emir üzerinde fikir yürütmek, disiplinsizliktir ve büyük cezalar nedenidir. Hele ölümün söz konusu olduğu savaş ortamında, genç insanları savaşa göndermek için onlara, Kızıl Ordu kurucusu Troçki'nin dediği gibi, "savaşa giderlerse belki ölecekleri ama, savaşa gitmezlerse kesinlikle ölecekleri" beyinlerine paslanmaz çiviyle çakılır.

Gazeteler, dergiler, radyolar, televizyonlar sürekli eği(l)tim kurumları olarak beyinsel iğfal işlemini icra ederler. Din ise, toplumsal yapının kılcal damarlarına kadar, var olan düzenin değişmezliğini ileri sürerek, itaati empoze eder. ( Gerçi, maddi dünyanın çekilmez acılarına karşı bir çığlık da olan bütün dinler, iktidar olmadan öncesi yapılarıyla, iktidar olduktan sonraki yapılarında bariz farklılıklar gösterir. İktidar önce var olan sisteme muhalefet eden din ile, egemen olmuş dinin önerileri ve pratikleri, tüm ideolojik yapılanmalardakilerle benzerlik gösterir.)

Değişik toplumsal organizmaların, örgütlenmelerin sosyal, ekonomik, ideolojik farklılıkları nedeniyle eği(l)timin yerine, öğrenimi öne çıkarma çabaları söz konusu ise de, nerede iktidar varsa, orada eği(l)tim gözlemlemek hiç de zor değildir. Bu durum, aileden başlayarak, kendisine demokrat diyen dernekler ve devlete muhalif örgütler de dahil olmak üzere, kendi iç iktidarlarına sahip tüm yapılar için de geçerlidir.

Eği(l)timin, kimi olumsuzlukları engellediği söylenebilirse de, olumsuzluğun yanında yaratıcılığı da engellediği, kişi ve toplumsal gelişimi çarpıklaştırdığı, hatta engellediği aşikardır. Bilimsel, sanatsal ve hatta ekonomik gelişmeler, eğiltimle, eğitimle değil, toplumsal varlık olan kişinin inisiyatifli katılımının temelindeki öğrenimi ile olanaklı olduğunu teslim etmek gerekir. Kişinin yaratıcılığının ortaya çıkmasının temel koşulu da bu olsa gerek.

Bu nedenle ekonomik olarak ne denli olanaklara sahip olsalar da, ezberci, eği(l)tim ile, doğa ve toplumsal olguları anlayıp kavramak ve teknolojik (bilimin pratiğe uygulanması) gelişmelere imza atabilmek olanaklı değildir. Eği(l)tilmiş, ezbercilikle bilimsel çalışma yapılamaz. Ve nitekim Türkiye’de bilim yapılamamakta, teknolojik gelişimlere katkı sağlanamamaktadır. Kimi farklı tavır ve davranışlar söz konusu olduğunda azarlanırcasına ‘icat çıkarma’ diye uyaranların egemen olduğu yerde, zanaatkarlık bile gereğince yapılamaz. Eğiti(l)cinin kurtulma gerekliliği ortada.

Farklı düşünen ve ayıltan beyinlere, aykırı seslere ihtiyacımız var. Gerçeklerden korkmamalıyız.

Farklı davranma ve düşünme olanağı arttıkça, alışılmışın dışına çıkılabilme olasılığının arttığı, diyalektik sıçrama koşullarının oluştuğu aşikardır.