Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Haluk Gerger, Türkiye'nin Suriye politikasını, hem Batılı güçlerle olan ilişkisi üzerinden hem de Kürt sorununa yaklaşımı ve kurulmak istenen egemenlik alanı üzerinden değerlendiriyor.

 

Gerger ile Suriye'nin bugünkü pozisyonunu, gelecekte nelerle karşı karşıya kalabileceğini ve Türkiye'nin amaçlarını ve tutumunu konuştuk.

 

Ayça SÖYLEMEZ / Bianet

 

Başından itibaren değerlendirdiğimizde, bugün Suriye'de olup bitenleri nasıl okuyabiliriz? Tüm bunlar bir halk ayaklanmasının sonucu mu, yoksa aksine Batılı devletlerin manipülasyonlarına ve planlarına mı şahit oluyoruz?

Suriye'de olanları, bütünüyle Arap isyanları sürecinden soyutlayamayız. Ama Arap isyanlarının devamı saymak da doğru olmaz.

Arap dünyasında baskıcı rejimlere karşı oluşan toplumsal muhalefet isyanı başlattı. Suriye'de rejimin çok güçlü olmasından kaynaklı, aynı isyan nedenleri burada da mevcuttu.

Tunus ve Mısır'daki isyanlar Amerika Birleşik Devletleri'ni (ABD) bile şaşırtacak ölçüde bir doğallık içerisinde gelişti. Bu nedenle de Arap isyanlarının gelişimine karşı bir müdahale ihtiyacı duyuldu. O müdahalenin en somut örneğini Libya'da gördük. Suriye de bu ikinci aşamadaki ülkelerden biri.

Var olan ama tam açığa çıkmamış muhalefet, rejimi istikrarsızlaştıracak bir dış müdahaleyle tetiklendi.

Suriye, ABD'nin Ortadoğu'yu yeniden dizayn etme projesinin önünde bir engeldi. Bu nedenle de zaten istikrarsızlaştırılması gereken bir ülkeydi. Daha da önemlisi, Suriye, ana hedef olan İran'ın güvenlik hinterlandının en önemli parçasıydı.

Dolayısıyla Suriye'nin çökertilme hamlesi, İran'a yönelik bir tavrın da ilk adımıydı. Ve şimdi Suriye kuşatma altına alınmış durumda.

 

“İÇERİDEN MÜDAHALE”

Peki bu kuşatmanın sonunda Suriye'de bir müdahale planlanıyor mu? ABD'nin iç politikasının, yaklaşan başkanlık seçimlerinin olup bitenle ilgisi var mı?

Tabii ki, dış politika ile iç politika arasında organik bir bağ var. Esas olarak istenen, ve objektif şartların da zorladığı, askeri müdahale olmaksızın, bu işin Suriye'nin iç koşullarında halledilmesi.

ABD Başkanı Barack Obama, seçim öncesinde bir askeri maceraya girmek istemez. Ayrıca Birleşmiş Milletler'de (BM) de bir meşruiyet zemini de yok, Çin ve Rusya buna izin vermiyor.

Dolayısıyla rejim içeriden çökertilmeye çalışılıyor. Muhalifler silahlandırılıyor, kışkırtılıyor, Suriye ordusu bölünerek bir kısmı rejimden kopartılıyor. Halk hareketlerini destekleyerek, bunu bir iç savaşa dönüştürmek çabasındalar. İç savaş sonunda da rejimini çökmesi umuluyor.

B planı ise göçü hızlandırarak Suriye'yi fiilen bölmek, bir tampon bölge yaratmak. O tampon bölgeyi, "insani yardım" adı altında Türkiye'nin ya da Arap devletlerinin kontrol etmesi planlanıyor.

Rejimi, bölünmüş, toprak kaybetmiş dolayısıyla meşruiyetini ve itibarını kaybetmiş bir hale haline getirmek senaryolardan bir tanesi.

Askeri müdahale C planı. Bu üç senaryo da masada. Hangisinin, hangilerinin uygulanacağını zaman gösterecek.

 

İstanbul, 1 Nisan'da Suriye'nin Dostları toplantısına evsahipliği yapacak. Suriye Ulusal Meclisi de kuruluşunu İstanbul'da ilan etmişti. Anlattıklarınızla düşünüldüğünde, bu toplantıyı da senaryoların parçası olarak görmek mümkün mü?

Kesinlikle. Bu toplantı, saydığım senaryoların, eşgüdümünün planlaması toplantısı. Bir eşgüdüm gerekiyor çünkü bir yanda Batılı ülkeler diğer yanda Arap ülkeleri ve Türkiye var. Bunlar arasında, ilk adımların hangisinin nasıl atacağını hesaplamak gerekiyor. Örneğin bir tampon bölgeyle ilgili gizli kararlar alınabilir...

 

"AMAÇLANAN, BARIŞ, İNSAN HAKLARI, DEMOKRASİ DEĞİL"

Devlet Başkanı Beşar Esad, Annan Planı'nı kabul etti. Bu planın uygulanabilirliği var mı?

Yok. Bu rejim altında makul bir geçiş dönemi istenmiyor, amaç, Esad rejiminin düşürülmesi. Annan Planı da bu işin parçası. Kimse söylendiği gibi bir çözüm istemiyor. Bu planlar, Suriye'nin demokratikleşmeye dönük adımlar atmasını kapsamıyor. Anlaşmaya değil "kazanmaya" dönük bir politika işliyor.

Zaten ortada barış, insan hakları, demokrasi gibi bir dert yok. Bahreyn, Suudi Arabistan ve Katar gibi rejimlerin niteliğine baktığımızda gerçek derdin bu olmadığını anlıyoruz. Artık ABD bile böyle iddialarda bulunmaya çekiniyor.

Tabii ki Suriye baskıcı bir rejim buna kuşku yok ama dış güçlerin ana şikayeti bu değil. Bu sadece Suriye halklarının derdi...

 

SURİYE POLİTİKASINDA KÜRT SORUNUNUN ROLÜ ÖNEMLİ

Suriye'de olup bitenlerin Türkiye'deki Kürt sorununa etkisi nedir? Hükümetin Suriye planlarında Kürt sorunu nerede yer alıyor?

Türkiye'nin bu denli ön planda olması ve durumdan vazife çıkarmasının iki nedeni var. Birincisi, Türkiye'nin bağımlılığı. ABD'nin bölgedeki stratejik değer ve hedeflerinin dışına çıkılması söz konusu değil.

İkinci neden de Kürt sorunu. Türkiye, Irak'taki, İran'daki, Suriye'deki Kürt varlığını da kendi Kürt politikasının bir parçası olarak görüyor.

Türkiye Irak işgalinde askeri varlıkla yer almadı. Şimdi, "Biz orada olamadığımız için gelişmeler üzerinde etkili olamadık, Güney Kürdistan'da bir Kürt oluşumu ortaya çıktı. Biz orada olsaydık bu oluşum üzerinde etkimiz olabilirdi" deniyor.

Türkiye böyle bir deneyimi bir daha yaşamak istemiyor. Dolayısıyla Kürt nüfusu bulunan başka bir ülkede, Irak benzeri bir rejim çöküşü yaşandığında o bölgede politik bir güç olarak bulunmak ve söz sahibi istiyor.

Bu sebeple de Suriye'de de Irak'taki gibi bir özerk yapıya engel olmak istiyor.

Tabii ki bir rejim değişikliğinde oradaki Kürt varlığı tanınacak ancak Türkiye, bunun "Türkiye'deki kadar" tanınmasını istiyor. Yani bireysel haklar tanınsa da toplumsal hakların kazanımına ve bu yönde bir yapılanmaya engel olmak istiyor.

Suriye'de PKK'nin önemli bir toplumsal zemini var. Türkiye, Suriye içinde askeri varlığıyla bir güç olursa o zeminin bastırılmasında, bağların koparılıp denetim altına alınmasında bir avantaj sağlama peşinde.

Türkiye'nin üçüncü planı da oradaki askeri varlığıyla Güney Kürdistan'ı ve olası İran kargaşasında Kürt coğrafyasını stratejik olarak kuşatmak. Bu nedenlerle Türkiye, Suriye planlarının içinde olmak istiyor.

Bir işgal olursa bunun öncüsünün Türkiye olacağı kuşkusuz. İşgal değil tampon bölge söz konusu olursa bu da Türkiye'nin amaçlarına uygun olur.