Ali al-Bayanouni
Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütünün eski lideri

Haziran ayında Wall Street Journal’le yapılan bir görüşmede, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad öncelikli hedefinin halkının “dar görüşlülüğünü” ele almak olduğunu söyledi. Yalnızca bu durumun bile reformları engellediğini belirterek, Suriye’nin gerçek bir değişime hazır olmasının bir kuşak alabileceğini söyledi.
Diktatörler (Esad’ın babası Hafız da dâhil) uzun süredir kendilerini genel olarak bölgede özel olarak da Suriye’de aşırılığı baskı altında tutan unsurlar olarak sundular. Demokrasinin modernlik, sivil diyalog, uluslararası toplum, uygar politik ve ekonomik ilişkilere karşı olan köktendincileri kaçınılmaz olarak iktidara getireceğini öne sürdüler.

Belki de bu korku nedeniyle, bütün dünya Suriye’nin babadan oğla intikaline sessiz kaldı; hatta bu yeni “genç ve modern” başkanı onaylayan açıklamalar yaptı. Bu durum, Suriye halkı arasında bir umutsuzluk duygusu yarattı.

Gerçekte, yirminci yüzyılın ikinci yarısında iktidarı elinde bulunduran “devrimci iktidarlar” öncesinde Suriye’de yeterince başarılı demokratik bir devlet vardı. Suriye ulusal koalisyon hükümetleri ve ülkenin etnik ve kültürel bileşimini yansıtan bir parlamento tarafından yönetilmekteydi; ılımlılık ve açıklık hâkimdi. İslamcı partiler soldan sağa kadar laik partilerle buluşuyor, görüşüyor ve iş birliği yapıyorlardı. Müslüman Kardeşler bazı turları kazanıp bazılarını da kaybettiler ve her sonucu da kabul ettiler. Terörizm ve aşırılık söz konusu değildi, bu nedenle kötü olduğu kadar acımasız da olan 49/1980 sayılı –Müslüman Kardeşler üyesi olmakla suçlananları ölüme mahkûm eden- yasanın kabul edilmesini düşünmek bile olanaksızdı.
Uluslararası topluluk Esad rejiminin kurbanlarının çağrılarına karşı sağır kaldı. 1980’li yıllarda ifade özgürlüğünün bütün kanallarının kapatılması, demokrasinin askıya alınması ve temel insan haklarının kurumsal olarak ihlalinin bir sonucu olarak, az sayıda kişi -benzer koşullarda bulunan ülkelerde de olabilecek türden- şiddete yöneldi. Suriye diktatörü bu olayları, Suriye halkını içine çeken, ülkeyi gerçek anlamda bir sivil savaşın içine sokan bir felakete dönüştürdü. Başlangıçta 500 civarında insan şiddet olaylarının kurbanı oldu; Hama ve diğer yerlerdeki gaddarca katliamlarda 50,000 kişi katledildi. Otuz yıl boyunca çok sayıda insan yerinden edildi, 17,000’den daha fazla kişiden de tutuklandıktan sonra bir daha haber alınamadı.

Sonuç olarak, bütün Suriye halkı temel haklarından mahrum edildi. Rejim ve belli başlı muhalefet partileri arasındaki anlaşmazlık dış politikadan ziyade iç sorunlar ve demokrasinin olmaması üzerinde yoğunlaşmasına rağmen, politik muhalifler kadar sosyal, ekonomik ve politik aktivistler de rejim tarafından İsrail ve Mısır arasındaki barış anlaşmasına gönderme yapılarak “Camp David ajanları”  olarak suçlandılar.
Genç Esad ilk iktidara geldiğinde, Müslüman Kardeşler ve diğer gruplar, onun babasının suçlarından dolayı sorumlu tutulamayacağını söyleyerek uzlaşmacı davrandılar. Yaklaşık iki yıl kadar önce, Müslüman Kardeşler, İsrail’in Gazze’ye yönelik sürdürdüğü savaşta, rejimin Filistinlilere verdiği destekle dayanışmak adına muhalefet faaliyetlerini sonlandırdı. Ama Esad sürekli olarak muhalifleri tarafından kendine uzatılan eli reddetti. Son olarak 18 yaşındaki Tal al-Mallouhi’nin –blog’unda reform konusundaki özlemini dile getirdiği için casuslukla yargılandı- acımasızca mahkûm edilişi ve benzeri olaylar Suriye halkını harekete geçirdi.

Son birkaç gündür, Suriye medyası muhalefet gruplarının özellikle Müslüman Kardeşler’in gösterilerin arkasında olduğunu iddia etti. Amaç, Suriye halkının barışçıl gösterilerine karşı rejimin şiddetle karşılık vermesini meşru göstermek. Gerçekte,  muhalif grupların hiçbiri gençlik devriminin sahipliğini üstlenmiyorlar. Biz, politik yelpazenin diğer gruplarıyla birlikte gençleri desteklemek için ulusal bir koalisyon oluşturma çağrısı yaptık, ama hiçbir biçimde bu tarihsel olayların sahipliğini üstlenmedik.

Barışçıl yöntemleri savunduk, ve devrimin hukuk devletine taraftar, halkın saydam ve serbest oyla ortaya konacak talebinden kaynaklanan yeni bir anayasa tarafından yönetilmesi amaçlarını destekledik. Bütün Suriyelilerin –ister kadın ister erkek olsun, etnik ve dinsel kimliğine bakılmaksızın- eşit yurttaşlıktan yararlanmasının tam zamanıdır.

Diktatöre inanılmamalıdır. Suriyeliler modern ve gelişmeye açık bir halktır; biz, aşk ve barış konusunda yazan şairlerin tarihsel geleneğinden geliyoruz. Bu gösteriler, halkın ortak itibar duygusunu, yurttaşlık ve özgürlüğünü tekrar geri almak istemesinden başka bir anlam taşımıyor. Ümit edelim ki, bu talepler uluslararası toplumun uzun zamandır terk ettiği bir halka karşı tutumunu değiştirmesiyle karşılık bulsun. Şimdiye kadar, rejimin canlı ateş gücü karşısında yüzlerce kişi hayatını kaybetti ve halkın talepleri karşılanıncaya kadar şüphesiz çok daha fazlası hayatını kaybedecektir.

(The Guardian, 16 Nisan 2011)

Çeviren: Ferhat İyidoğan