Almanya’da artık bir devir kapanıyor. Yakın Alman tarihinde önemli bir yer tutan ve önderleri cezaevinde şüpheli şekilde ölü bulunan Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF)’ın cezaevindeki son üyesi Birgit Hogefeld özgürlüğüne kavuşuyor.

1993 yılında polisle girdiği çatışmada yakalanan ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılan RAF’ın cezaevindeki son militanı Birgit Hogefeld bu hafta serbest bırakılıyor.

Frankfurt Yüksek Eyalet Mahkemesi, 18 yıldır tutuklu olan ve 2009 yılında eski cumhurbaşkanı Horst Köhler tarafından af edilmeyen Hogefeld’in geri kalan cezasının tecil edildiğini duyurdu.

54 yaşındaki kadın militan Hogefeld, 1970’lerin başından 1990’lı yılların ortasına kadar küçük bir grup olmasına rağmen eylemleriyle dikkat çeken RAF’ın üçüncü kuşak üyesi.

Wiesbaden doğumlu Hogefeld, ölümle sonuçlanan birçok eyleme katılmak suçundan ömür boyu hapis cezasına çarpıtılan Hogefeld’in iyi halinden ve suçunu kabul etmesinden dolayı cezasının indirildiği bildirildi. Ancak 80’li yılların sonunda yapılan özellikle de Almanya’yı sarsan 1989 yılında Deutsche Bank şefi Alfred Herrhausen ve 1986’da Siemens’in menajeri Karl-Heinz Beckurts öldürülmesi olaylarına ilişkin ayrıntılı bilgi vermediği belirtildi.

RAF’IN SERÜVENİ

Avrupa’yı sarsan 68 olayları etkisiyle kurulan ve Almanya’da onlarca bombalı eylem ile suikasta imza atan Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF)’ı tarihinde son sayfada böylece kapanmış oluyor.

1968 yılı Şubatı'nda Federal Almanya'dan ve başka ülkelerden gelen birlerce kişi Vietnam'daki savaşa karşı Berlin'de bir kongre toplamışlardı. Gündem uluslar arası enternasyonalizmin hayata geçirilmesiydi: Savaşçılara para, silah, ilaç yollanması, Almanya'daki Amerikan askerlerinin firara teşvik edilmesi, sabotaj eylemleri düzenlenmesi gibi... Bu radikal tutumu benimseyen öğrenci örgütleri Frankfurt'un iki büyük mağazasına bomba atınca eylemciler 48 saat içinde tutuklandı. Kundakçılar arasında Berlin'de Plastik Sanatlar okuyan 25 yaşındaki Andreas Baader ile Edebiyat ve İngilizce Öğrencisi Gudrun Ensslin de vardı.

Konkret adlı aylık gazetenin başyazarı, televizyon muhabiri ve Almanya'nın yakından tanıdığı iki çocuk annesi gazeteci Ulrike Meinhof, bu eylemi savunan bir yazı kaleme aldı. Eylemin ilerici yönünün yasallıktan kopuşu ifade etmesinde yattığını belirtiyordu.

ÖRGÜTLENME KARARI

Andreas Baader, Gudrun Ensslin, Ulrike Meinhof, Horst Mahler ve öğrenci hareketinin içinden çıkan yeni solun bir düzine militanı, Urugay'daki Tupamarolar örneğinden hareketle şehir gerillası grubu olarak örgütlenmeye karar vermişlerdi. Henüz hiçbir yasadışı eyleme girişmeden bile devletin grup üzerindeki baskısı hissedilmekteydi. Gudrun Ensslin ve Andreas Baader kaçaktı, haklarındaki arama ilanları karakollara asılmıştı.

Bir trafik kontrolü sırasında yakalanan Andreas Baader tutuklanıp hapsedildi. Ancak kendisine Berlin'de polis denetiminde kütüphanede "Marjinal Gençliğin Örgütlenmesi Üzerine" bir araştırma yapma izni verilmişti. Baader'in, Gudrun Ensslin, Ulrike Meinhof ve Horst Mahler tarafından araştırma yapmak için gittiği kütüphane binasından silah tehtidiyle kaçırılması pek çok şeyin seyrini değiştirdi.

İLK SİLAH 1970’TE KULLANILDI

Kızıl Ordu Fraksiyonu adıyla ilk bildiri yayımlandı ve silahlı direniş olmaksızın proletaryanın örgütlenemeyeceği ifade edildi. Artık basında onlardan Baader Meinhof çetesi olarak söz ediliyordu. 14 Mayıs (1970) baskınında ilk kez silah kullanılmış ve olayda kütüphane görevlisi yaralanmıştı. Eyleme katılanların çoğu polis tarafından hemen teşhis edildi. Eylemciler de yeraltına geçince legal aşırı soldan tam anlamıyla koptular. Baader'i kurtarma eylemi, bir bakıma bütün gemilerin yakılması anlamına geliyordu.

Gazeteci ve iki çocuk annesi Ulrike Meinhof duruşma sırasında bu eyleme yönelik soruyu şöyle yanıtlayacaktı: "Hedef bir mahkûmu devlet aygıtının pençelerinden kurtarmaktı. Bu bir gerilla eylemiydi."

Eylemciler illegaliteye geçmişlerdi. Bu eylemin ardından Batı Berlin benzeri görülmemiş bir polis operasyonuna sahne oldu. 110 ev basıldı, arananların resimleri televizyonlarda gösterildi. Yakalanmalarını sağlayacak ihbarlara 10 bin mark ödül vaat edildi. Bir numaralı halk düşmanı ilan edildiler ve onlara karşı halkın polisle işbirliği özendirildi. 1970 yılı itibarıyla RAF üyelerinin sayısı topu topu 20 idi.

İLK ÖLÜMLER

RAF ile irtibatlı olabilecek solcu çevrelere yönelik gösterişli operasyonlar yürütülüyordu. Amaç, var olabilecek her türlü radikal fikir ile RAF arasına bir duvar örmekti. Örgütün yayımladığı metinlerde Amerikan emperyalizmine, Amerikan ordusunun Almanya'daki varlığına dair herhangi bir atıf yokken yaklaşık bir yıl sonra ilk bomba Frankfurt'taki Amerikan karargahında patladı.

Alman öğrenci hareketi özellikle Berlin'de kitle eylemlerini hızlandırmıştı. Yüzlerce kişinin mahkemeye çıkarıldığı, göstericilerin mahkûm edildiği bir dönemdi. Hatta öğrenci lideri kızıl Rudi silahlı saldırıya uğramıştı. Bunun karşılığında kundaklama ve bombalı saldırılar hız kazanmıştı. Yakalananlar çok özel koşullarda hazırlanmış bir cezaevi olan Stammheim'a kapatılıyor, tecritte tutuluyordu. Demokrat kesim de baskı altındaydı. Heinrich Böll,'ün evi bile arandı.

İNSAN HAKLARINDAN ALMANYA’YA UYARI

Şehir gerillası sempatizanı oldukları iddia edilen kişiler çok olağanüstü koşullarda tutuluyordu. Uluslararası Af Örgütü ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu tamamen tecritte tutulan sanıklar için Almanya'yı uyarmıştı. Avukatlara, görüşmelere, savunmaya sınırlamalar getirilmişti. Uzmanlarca sanıkların uzun süre tecritte tutuldukları için sağlık durumlarının endişe verici olduğu açıklanmış, duruşmaları 2-3 saatten fazla izleyemeyecekleri belirtilmişti. Bunun üzerine sanıklar duruşmalara getirilmez oldular.

RAF üyelerinin yargılanmasına ilişkin özel yasalar çıkarıldı. Sanıklar sık sık açlık grevi yaparak tecrit koşullarından kurtulmayı amaçladılar. Zaman zaman onları zorla beslediler. Sık sık tekrarlanan açlık grevleri sırasında sadece bir tutuklu yaşamını yitirdi. Ölüm gelmeden önce ya devlet geri çekiliyordu ya tutuklular.

JEAN PAUL SARTR’İN TARİHİ ZİYARETİ

4 Aralık 1974'te Jean Paul Sartre, Suttgart-Stammheim Cezaevi'nde Andreas Baader'i ziyaret etti ve bir basın toplantısı düzenleyerek RAF militanlarına yönelik hapishane koşullarının ancak Nazi rejimlerine yakışabileceğini söyledi.

Batı Avrupa'daki siyasi mahpusların haklarını savunmak için uluslararası bir komite kuruldu. Dışarda kalan az sayıdaki RAF'çı ile onlara destek veren küçük gerilla grupları, tutukluları desteklemek için suikastlara başvurdular, önemli kişileri rehin aldılar. Silahlı eylem ve bombalamalar 1977 sonuna dek sürdü. Ancak bugün geriye dönüp bakanlar, RAF üyelerinin 100 kişiyi aşmadığını görüyorlar.

Karar: 28 Nisan 1977 tarihinde sanıkları ömür boyu hapis cezasına çarptıran mahkemenin kararı başından belliydi. Çünkü Almanya'daki en yüksek ceza bu kadardı. RAF'ın önderleri mahkUmiyet kararının ardından topu topu altı ay daha yaşadılar.

CEZAEVİNDE ÖLDÜRÜLDÜLER

Andreas Baader, Jan-Carl Raspe ve Gudrun Ensslin'in 18 Ekim 1977 sabahı Stammheim Cezaevinde öldükleri duyuruldu. Andreas Baader ve Jan -Carl Raspe, hücrelerinde tek kurşunla vurulmuş bulundular. Gudrun Ensslin asılmıştı. Dördüncü mahkûm Irmgard Möller'in göğsü ise bıçakla deşilmişti.

Mayıs 1976'da hücresinde asılı bulunan Ulrike Meinhof'un ölümü de o günün Alman basını tarafından bir intihar haberi olarak sunulmuştu. Yükselen itirazlar üzerine uluslararası bir inceleme komisyonu oluşturuldu ve intihar teşhisi yalanladı.

RAF 1998’de basın yayın organlarına gönderdikleri bir bildiriyle faaliyetlerine son verdiğini duyurdu. Almanya’nın son 35 yılına damgasını vuran RAF’ın bütün tarihi boyunca üye sayısının 100’ü geçmediği belirtiliyor.

İSMET KAYHAN - ANF