Modern dünyada “azınlıklara” sahip olmayan hiç bir devlet yoktur. Başka bir şekilde söyleyecek olursak, ister ırk, din, dil, etnisite olarak isterse bu niteliklerin belirli kombinasyonlarını içerecek şekilde tanımlansın, her devlette sosyal açıdan ayrıcalıklı olarak tanımlanan bazı gruplar mevcuttur. Bu niteliklerle ortaklaşmayan ötekiler de her zaman vardır. “Azınlıklar” ekonomik, politik ve sosyo-kültürel haklara hemen hemen her zaman daha az erişirler. Bu temel gerçek nedeniyle baskı altındadırlar ve kendilerini öyle hissetmektedirler. Genellikle devletin yurttaşları olarak, hakları olduklarını düşündükleri eşit statüyü bir biçimde elde etmeye çalışırlar. Azınlık olmak sayısal bir kavram değildir. Yurttaş çoğunluğunu oluşturan bazı “azınlıklar” mevcuttur.

Dünya basınını takip eden herhangi bir okuyucu şu meşhur durumları bilir: Türkiye’nin Kürtleri, İspanya’nın Baskları, And devletlerinin yerli hakları, Amerika’nın Afrikalı Amerikalıları, Hindistan’ın kast sistemi dışında kalan paryaları, Çin’in Tibetlileri, Sudan’ın Güney Sudanlıları, Fas’ın Sahralıları. Ve liste devam eder.

Çoğu zaman, özellikle son kırk yıl içinde, daha fazla hak elde etme – daha nitelikli işlere erişim, kendi dillerini kullanmak ya da ibadetlerini yerine getirmek, özerk kurumlara sahip olmak ya da yasama meclislerinde uygun biçimde temsil edilmek- arayışlarında hayal kırıklığına uğrayan azınlıklar şiddete yöneldiler. Böyle bir azınlık coğrafi olarak nispeten belli bir bölgede yoğunlaştığında, bunlar kimi zaman ayrılmayı arzuladılar.

Hükümetler genellikle “azınlıkların” kolektif grup haklarını tanıma fikrine karşı direnç gösterirler. Çoğu devlet Jakoben ruhludur. Devlet genellikle aracılık eden gruplar ve kurumlar üzerinden geçmemek için her bir bireyle iş görmenin ahlaki bir hak olduğunu ileri sürer. Sorun, şiddete dayanan ayaklanma yoluyla amaçlarına ulaşmak isteyen politik olarak örgütlenmiş “azınlıklarla” karşı karşıya kaldığında devletin nasıl davrandığıdır.

İlk tepki genellikle ayaklanan grubu bastırmak için devlet gücünü kullanmaktır. Devletler genel olarak kendi kullanımlarında büyük bir güce sahiptirler ve “düzeni” sağlamak için bu gücü kullanmak konusunda nadiren isteksiz davranırlar. Ancak bazı durumlarda ayaklanan grup ayaklanmayı sürdürebilmek için yeterince birleşmiş olabilir. Bu durumda uzun süre devam edebilecek bir iç savaş dönemine gireriz.

Sonuç olarak, seçim devlete aittir. Devlet, sorunu politik olarak çözmeyi isteyebilir ya da istemez. Çatışmayı politik olarak çözmek esas olarak uzlaşma –talep edilen hakları yeterli bir oranda, “azınlık” grubun ayrılık fikrinden vazgeçmesi karşılığında sıklıkla bölgesel özerkliği içerecek bir şekilde vermek- anlamına gelir.

Böyle bir “uzlaşmaya” varmak birçok faktörün bir araya gelmesini gerekli kılar: Askeri operasyonların kısmen askıya alınması, söz konusu “azınlık”ın belli ölçüde jeopolitik dış desteğe sahip olması ve her iki taraf açısından kısmi yorgunluk durumu. Ulster’de gerçekleşen bu. Türkiye ve İspanya’da da olan bu. Sudan’da, devlet elindeki kartları abarttı ve Güney Sudan ayrılmayı başardı. Bu, Çin’in kendisinde gerçekleşmesini istemediği şey.

Politik koşullar her yerde önemli oranda farklı olduğu için “azınlık” gruplarının daha fazla kolektif haklar konusundaki istekleri, dünya-sistemi kültürel coğrafyasında her yerde güç kazanmaktadır. Bir ideoloji olarak jakobenizm zamanını doldurdu. Devletler, bu sorunlar konusunda politik “uzlaşma” için muhtemel çözümleri düşünmek konusunda aklı başında davranmalıdırlar (01/09/2011).

Kaynak: www.iwallerstein.com

Çeviri: Demokrat Haber