Arif Bektaş / Evrensel

Kimine göre İngiltere İşçi Partisi 30 yıllık bir sağcı kulvardan çıkıp “solcu” bir kulvara girdi. Kimine göre ise, parti yok olmakla karşı karşıya. Ama 50 yıllık politika hayatında 33 yıl milletvekilliği yapan ve partinin sürekli ‘sol kanadı’nı temsil eden Jeremy Bernard Corbyn 66 yaşında İşçi Partisi'nin lideri seçildi. 1994 yılında partinin başına gelen ve ‘sol söylemlerle’ merkez sağ politikalarını hayata geçiren Tony Blair’in anlayışı ile Corbyn ve çevresi arasında bir yarış yaşandı ve bu yarışı kimsenin tahmin edemeyeceği kadar büyük bir farkla Corbyn kazandı.

7 Mayıs genel seçimlerinde büyük bir yenilgi ile seçimi ikinci kez kaybeden İşçi Partisi, hemen bir liderlik yarışına girdi. Aslen Polonyalı bir Yahudi ailenin çocuğu olan ve İngiltere’ye II. Dünya Savaşı’nda göç eden ünlü Marksist Ralph Miliband’ın oğlu olan Ed Miliband, parti liderliğinden istifa etmiş ve partinin birçok Blairci sesi, Miliband’ın aşırı Marksist olduğu ve bu yüzden seçimi kaybettiğini iddia ediyordu. Babasının Marksist olmasından dolayı Ed’in de Marksist olduğunu iddia eden kesimler, partinin daha sağcı politikalara sarılması gerektiğini öne sürüyordu. Marksist olduğu iddia edilen Ed Miliband, özelleştirmeye karşı değildi, kesintilere karşı değildi ve zenginlere dokunmuyordu. Miliband’ın Marksizmle uzaktan yakından bir alakasının olmadığı da bir gerçekti.

CORBYN İLK BAŞTA UMUTSUZDU

Parti içinde bu tartışmalar yaşanırken, üç genç politikacı ve gölge bakanlıklarda bulunan Andy Burnham, Yvette Cooper ve Liz Kendall hemen kendilerini öne attılar. Jeremy Corbyn de adaylık yarışına katılmayı planlıyordu, fakat adaylık için gerekli olan yeterli sayıdaki milletvekili desteğini bulamadı. Son günlere kadar bekledi ve sonunda ulaşması gereken sayıya ulaştı.

Corbyn ilişkilerini ve politikasını hiç gizlemedi. Kuzey İrlanda sorununa, İrlanda halkının tercihinin olması gerektiği gibi yaklaştı. İngiltere işgalinin son bulmasını istedi. IRA yöneticileriyle görüştü. Yer yer tepkiler aldı. Fakat bundan taviz vermedi. Irak ve Afganistan savaşlarına karşı çıktı. 2003 yılında yapılan 2 milyon kişinin katıldığı yürüyüşte en aktif politikacıydı.

GENÇLEŞTİREN BİR LİDER

Kuzey Londra’da, İslington Mahallesi’nde mütevazı bir evde yaşayan, bisiklet ve trenle yolculuk yapan, halktan yana, yaşamı, söylemi ve ilişkileri ile açık davranan Corbyn, hem parti üyelerine daha iyi ulaştı ve sesini duyurdu ve hem de çağrı yaptığı gençlerden büyük destek gördü. Diğer adayların 40’lı yaşlarda olmalarına rağmen, Corbyn daha fazla gençten destek aldı ve daha fazla gencin parti içine girerek çalışma yapmasını sağladı. Corbyn göçmen örgütleri ile iyi ilişkilere sahip. Özellikle Türk ve Kürt Toplumu Dayanışma Merkezi (DAY-MER) ile uzun yıllara dayanan bir ilişkisi var. Her yıl Kuzey Londra’da DAY-MER’in yaptığı ve 10 binden fazla kişinin katıldığı festivallere katılıyor, destek veriyor. Kürt örgütleri ile de yakın ilişkileri olan Corbyn son seçimlerde açıktan HDP’ye destek çağrıları yapmıştı.

Jeremy Corbyn, parti içindeki en solcu isimlerden birisi. Blair ise  kendisini hiç sevmez. Corbyn, lider olması durumunda, Irak ve Afganistan savaşlarından dolayı partisinin yanlış yaptığını ifade ederek özür dileyeceğini söylemişti. Corbyn 2020 yılında yapılacak seçimlerde kazanması durumunda başbakan olacak ve böylelikle Blair ve o dönemki kabinenin yargılanmasının da yolu açılacak. Bu yüzdendir ki; uzun süre ortalıkta görünmeyen Blair, liderlik yarışında Corbyn’in kazanma ihtimalini görünce ortaya çıktı. Blair, parti üyelerine seslenerek “Jeremy’ye oy verirseniz partiyi ortadan kaldırırsınız. Hâlâ kalbiniz Jeremy’den yana ise derhal bir kalp nakli yapmalısınız” gibi hakaretlerle üyeleri vazgeçirmeye çalıştı.

Muhafazakar Parti de Corbyn’e anında saldırmayı ihmal etmedi. Silah sanayiine ayrılan bütçenin kısıtlanması, özelleştirilen kamu mallarının tekrar kamulaştırılması, savaş politikalarına ve Suriye’ye saldırı hazırlıklarından vazgeçilmesini ve zenginlerden daha fazla vergi alınması gerektiğini savunduğu için Muhafazakar Parti, “Corbyn ülke ve hatta tek tek her vatandaşımız için bir tehlikedir” açıklamasını yaptı. Sağcı basın da geri durmadı. Birçok gazete, “Baybay İşçi Partisi”, “İşçi Partisi’nin Ölümü”, “Kızıl ve Partiyi Gömdü”, “Corbyn İşçi Partisi'nde iç savaş başlattı” şeklinde haberi manşetten vererek saldırısını sürdürmeye devam etti.

CORBYN’DEN ÇOK ŞEY BEKLEMEK

Liderliği kazandıktan sonra, her ne kadar "partide bütünlüğü sağlayalım", çağrısı yaptıysa da, hâlâ partinin tepesinde etkili olan Blairciler, kolay kolay terk edip gitmeyecektir. Corbyn, sürekli parti içinde kalarak, partinin sosyalist üyelerini artırarak partiyi ele geçirmeyi savunuyordu. Parti liderliğini de kazandığına göre önemli bir adım atmış oldu. Önemli olan bundan sonra bunları pratiğe geçirip geçiremeyeceğidir. Muhalefetteyken oldukça iddialı ve kararlı çalışmalarına rağmen, lider olduktan sonra muhalefetteki gibi çalışamayacağı ortadadır.

Büyük beklentiler içinde olan kimi çevreler, hızlı bir değişimin olabileceğini düşünüyor. Sosyalizmi savunan, fakat sosyalist bir program ve partiyi sosyalist bir parti yapma noktasında bir iddiası olmayan Corbyn’den çok şey beklemek yanılgı olacaktır. Yunanistan’da Çipras’ın “devrim” yaptığını savunanların uğradıkları hayal kırıklıkları yaşanabilir. Ama her şeye rağmen, Blair’in etkisiyle, İngiltere halkında yaygın olan “sağ ve sol aynı şey” yargısının değişeceği bekleniyor. Gerek İşçi Partisi'nde ve gerekse de İngiltere politikalarında eskisi gibi olmayacağı kesin.