Mehmet Erdem Aksu / baskaldiraninsan.com/

Filistin, Birleşmiş Milletler üyesi 193 üye ülkeden 138′inin evet, 9′unun ise hayır oyu kullandığı, 41 ülkenin ise çekimser kaldığı oylama sonucunda Gözlemci Ülke statüsü aldı. “Ülke” olarak tanınmanın ilk adımını atan Filistin, doğum sertifikasını eline almış oldu. Kendisinden önceki gözlemci ülkelerle aynı yoldan yürüyerek tam üye haline gelmek isteyen Filistin, yüz yıla yakın bir süre boyunca verdiği tanınma mücadelesinin belki de ilk somut sonucunu aldı.

Bizler, İsrail-Filistin çatışmasını; “one minute” çıkışı, Mavi Marmara saldırısı ve son Gazze bombardımanı ile bir kez daha gündemimize aldık. Aynı topraklardan doğan iki üvey kardeşin, doğum sertifikalarını birbirlerinden onlarca yıl sonra eline alışının tarihinin kısa bir özetini sizler için hazırladık.

Dünyanın en uzun anlaşmazlıklarından biri olan İsrail-Filistin ilişkileri, farklı görüşlerin de fikir birliğine vardığı üzere, Ortadoğu’daki bütün siyasi ve insanı tartışmaların kilit noktası. Zaman doğrusunda ilerken günümüze yaklaştıkça, İsrail-Filistin ekseninde gelişen olayların yoğunlaştığı önerisi bizi yanıltabilir. Ancak bölgenin tarihine baktığımızda şu an Ortadoğu’da bulunan bütün ülkelerin bu krizde varlık gösterdiği görüyoruz. Bu katılımlar İsrail-Filistin krizini dünyaya mal eden en büyük etmenlerden biri.

Avrupa’daki Yahudi düşmanlığıyla başlayan ve ilk adımları on dokuzuncu yüzyılın sonlarında atılan Yahudi Devleti fikri, yirminci yüzyılın başında dönemin İngiliz yönetimi garantörlüğünde uygulamaya kondu. 1917′de, Siyonist lider Lord Rothschild’a gönderilen mektupta, Yahudi halklarına Filistin topraklarında bir devlet kurulacağının garantisi verildi. Mektubun altında ise dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un imzası vardı. Balfour Deklarasyonu olarak da bilinen bu mektupla, adı sonradan İsrail olacak olan devletin geleceği, ilk defa resmi bir destek bulmuş oldu.

Osmanlı Devleti’nin Sina Yarımadası topraklarındaki hâkimiyetinin, İngiltere’nin mandater yönetiminin eline geçmesiyle, Yahudi Siyonist hareketine verilen yeni devlet sözünün gerçekleştirilmesi önünde bir engel kalmamıştı. 1918’de İngiltere tarafından işgal edilen Arap toprakları Birleşik Krallık’ın yönetimi altına girdi. Milletler Cemiyeti tarafından da resmi olarak Nisan 1920’de İngiltere’ye bölgenin mandater yönetimi devredildi. Bölge bundan böyle İngiltere’nin güdümünde olacaktı.

 

ARTAN YAHUDİ NÜFUSU

Bütün tarih kitaplarında öğretilen “milletlerin kendi geleceğini tayin etme hakkı”(Wilson İlkeleri) Filistin halkı için konuşulmazken, bölgedeki Yahudi nüfusu giderek artmaya devam ediyordu. Filistin topraklarında yaşayan 750 bin kişinin yüzde 11’ni oluşturan Yahudi nüfusu, 1922’den sonraki 15 yıl içinde yaklaşık 300 binlik bir artış gösterecekti.

Kanlı çatışmaların gölgesinde ilerleyen süreçte, ilk defa bölge topraklarının farklı birer devlet olarak bölünmesi gerektiği fikri resmi ağızlardan duyulmaya başlandı. Birleşik Krallık’ın Kraliyet Komisyonu, 1937’de Yahudi ve Arap devleti arasında bölge topraklarının ikiye bölünmesi fikrini dünya kamuoyuna sundu. Üniter devlet kurulmasını savunan Arap ve Filistinli yetkililerin muhalefeti, hem siyasi hem de fiziki olarak devam etti. Azınlıkları koruma ilkesi üzerine kurulacak olan üniter bir devlet, Arap ve Filistinli yönetimlerin onay verdiği tek çözüm aracı olarak ilan edildi.

İSRAİL’İN DOĞUM SERTİFİKASI

İsrail, İngilizlerin bölgeyi terk edeceğini beyan ettiği tarihten bir gün önce, 14 Mayıs 1948’de Tel Aviv’de kuruluşunu resmen ilan etti. Yahudiler binlerce yıl sonra ilk kez kendilerine ait bir devletin varlığı altındaydılar. Ürdün, Mısır, Irak ve Suriye orduları, yeni bir devlet olarak ilan edilen topraklara saldırılar düzenledi. 9 aylık savaştan İsrail’in galip ayrılmasıyla birlikte, Filistin’in büyük bölümü artık yeni kurulmuş bu devletin kontrolü altına girmişti.

FKÖ, EL FETİH VE 6 GÜN SAVAŞI

Filistin Kurtuluş Örgütü, Filistin’e ait mücadelenin Araplarca bir türlü paylaşılamaması üzerine, Filistinliler tarafından Kudüs’te kuruldu (1964). Örgüt, kuruluş amacının dışına çıktığı gerekçesiyle Yaser Arafat önderliğindeki El Fetih tarafından ele geçirilmesinden 2 yıl önce, 1967 senesinin 5 Haziran’ında, büyük bir hezimet yaşadı. “6 Gün Savaşları” olarak bilinen bu savaşta İsrail, Mısır, Ürdün ve Suriye’ye büyük kayıplar yaşattı. Filistin topraklarındaki kontrol alanı İsrail’in lehine iki kat arttı. Arafat ve örgütü El Fetih, FKÖ’nün kurulduğu günden 1969’a kadar, Araplardan bağımsız bir örgüt olmaktan uzak olduğunu düşünüyorlardı. Ta ki El Fetih mücadelenin başına geçene kadar…

BÖLGESEL SORUNDAN DÜNYA KRİZİNE

Filistin mücadelesi bu denli paylaşılamazken, toprak kontrolü üzerine süren şiddetli çatışmalar da durmak bilmedi. Bir dizi savaşa ve kanlı katliamlara sahne olan topraklar, 1973′ün Kefaret Günü- Yahudi kutsal bayramı- Mısır ve Suriye ordularının hedefi oldu. 1967′deki toprakların geri kazanılmasıyla ilgili girişimlerin diplomatik başarısızlığa uğraması, bu iki ülkeyi sıcak taarruza çekmiş ve paylaşılamayan topraklar bir kez daha yan güçlerin müdahalesine sahne olmuştu. Kefaret Günü (Yom Kippur) savaşları, İsrail’e 1967′de çizilen ateşkes sınırlarını aşma ve Suriye ve Mısır içine doğru yayılma imkanı sağladı. Suriye’de Golan tepelerini aşan İsrail, Mısır’da ise Süveyş Kanalı’nın batısına ulaştı. Savaş İsrail güçlerinin başarısıyla sonuçlandı. Mısır ve Suriye, toplam 8 bin 500 asker kaybederken, İsrail’in can kaybı 6 bindi.

Savaşın kanlı görüntüleri dışında akıllarda kalan tek şey, Suudi Arabistan’ın Yom Kippur savaşından hemen sonra başlattığı petrol ambargosuydu. Bu girişim, savaşın hezimetini ekonomik bir zafere dönüştürmeyi amaçlamıştı. Suudi Arabistan, başlattığı ambargo kampanyasıyla İsrail ve destekçileriyle petrol ticaretini kısıtlamıştı. Petrol fiyatlarının gittikçe yükselmesine sebep olan kriz, ambargonun 1974′te kaldırılmasıyla sonlandı. İsrail-Filistin sorunu böylece sadece “Filistin sorunu” olmaktan çıkıp komşu ülkeleri de içine çeken, üstelik sadece politik değil artık ekonomik boyutları da olan, büyük bir dünya krizi olmaya başladı.

İLK GERİ ADIM

Mısır, Yom Kippur’un yaralarını sarmak için İsrail’le masaya oturdu. Böylece Enver Sedat rejimi, 1978′de İsrail’i tanıyan ilk Arap devleti oldu. Camp David Antlaşması, Sina Yarımadası’nı Mısır’a geri verirken, Filistinliler için sınırlı bir özerklik öngörüyordu. Sedat’ın bu pazarlığı, birçok Arap devleti tarafından eleştirildi ve ağır ambargolarla kınandı. İsrail-Filistin sorunu, Arap dünyasını da bölmeye ve taraflar oluşturmaya başlamıştı. Mısır’dan sonra Suriye de Lübnan iç savaşındaki tavrıyla artık bir taraftı. Lübnan iç savaşı, Hristiyan Falanjistlerin desteğiyle “Beyrut kasabı” olarak anılan Şaron‘un istifasına yol açan kanlı katliamlara sahne oldu. 16 Eylül’den 18 Eylül’e kadar aralıksız devam eden katliamlar, Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı.

Haziran 1992′de İsrail’de sol partinin iktidara gelmesi, barış sürecinde atılan önemli adımları beraberinde getirdi. Oslo Görüşmeleri, FKÖ lideri Arafat’ın ve Rabin’in tarihi tokalaşmasıyla akıllara kazındı. Filistinliler işgal topraklarından aşamalı çekilmeye başlaması karşılığında İsrail devletini tanımayı kabul etti. Filistin için yeni bir umut doğuyordu.

POLİTİKA MALZEMESİ

Barış müzakereleri gerçekleştiriledursun, Filistin-İsrail konusu gittikçe medya malzemesi haline geliyordu. Birleşmiş Milletler’in girişimleri, televizyonlarda gösterilen binbir kanlı sahne, Arap ittifakları, Amerikan-İsrail işbirliği… Bu sorun, herkesi Orta Doğu’da bir taraf tutmaya, bir söz söylemeye teşvik ediyordu. Aslında sorunun en büyük kaynağı da buydu. Artık, İsrail-Filistin sorunu sadece “politik bir sorun” olma özelliği taşıyor, kanlı savaşların arkasındaki insan hikayeleri istatistiklerin içinde kayboluyordu.

Şimdiyse, tüm dünya Filistin için yeni bir umut ışığı yakmaya çalışıyor. Yine bir Birleşmiş Milletler girişimiyle, bu sefer tarihi bir adım atılarak Filistin’e gözlemci devlet statüsü verildi. Bu diplomatik zafer, İsrail’in karşı atağına sebep oldu. İsrail, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilere 3 bin ek konut inşaatına izin verdi. Bin yeni inşaat planına izin verilmesi için çalışmaların da hızlandırıldığı belirtildi. Olup bitenler dünya gündeminde “sorun” olarak tartışıla dursun, İsrail hükümetinin bu kararı yüzlerce Filistinli’yi yine evsiz ve mülteci bırakacak.

“Filistin sorunu”nun büyük ve karanlık gölgesinde, “Filistinlilerin sorunu” maalesef bir kez daha unutulacak.