Aris Nalcı / Demokrat Haber

Mecidiyeköy'den metrobüsle Beylikdüzü'ne giderken aklımda bir dram anlatmak yoktu. Daha çok yanlarına gideceğim Suriye'den İstanbul'a göç etmiş bir Ermeni ailenin 100 yıl sonra Türkiye'ye dönmeleri üzerine yaşadıkları duyguları ve İstanbul'daki günlük yaşamları üzerine bir hikâye ile karşılaşacağımı sanıyordum.

Ama Beylikdüzü Mecidiyeköy dönüş yolunda görüntü tamamen farklılaşmış, gözümün önünde sadece savaşın gerçekliği duruyordu.

Biz her gün küçükken bakkaldan aldığımız şekerlerin sayısı gibi sayıyoruz Suriye'de ölenleri. Türkiye'de bizi son 30 yılda buna alıştırdılar. Ama Onlar. Suriyeli her bir insan ailesinden birini kaybetmiş gibi, acıyor içleri her ölüm haberiyle.

İstanbullu Ermenilerden birkaç hayırseverin yardımıyla 2 yıl içerisinde parça parça Suriye'nin Halep kentinden İstanbul'a göç etmiş bir Ermeni ailenin yanındayım. Beylikdüzü'nün toplu konutlarının içerisinde bir dairenin kapısında bizi üç neslin en küçük kadınları karşılıyor. Akabe (3) ve Araksi (5). Sonra iki kızkardeşin yine iki kızkardeş olan anneleri ve onların anneleri. Üç nesil Halepli Ermeni kadınların tarihinin temsili duruyor karşımızda.

İçeri buyur ediyorlar. Öyle bekleyeceğiniz bir yoksulluk veya acizlik durumu yok evlerinde. Savaşlarda hep gelenektendir “herkes aç sefil” propagandası yapıp yardımlar toplanır, ama ne hikmet ise o yardımların yerine gidip gitmediğini bilmeyiz hiç. Devlet yetkililerinin kendi elleriyle basını da alıp götürdükleri teslimatı yapılan birkaç paket dışında.

3 odalı evin salonunda El Cezire açık. Anneanne Zaruhi ve yanında oğlu Hagop'un eşi Vartuhi ile kızkardeşi Osanna bizimle oturuyorlar. Biraz tedirginiz hepimiz. Onlar bana ben onlara bir süre bakınıyorum.

Televizyondan Suriye'deki çatışma sesleri geliyor.

Zaruhi başlıyor söze: “Hotbird (uydu) vardı ama şimdi çekmiyor Suriye kanallarını. Tek tek kapatıyorlardı zaten. Bir bu kaldı o da kendi adamları için haber yapıyor. Tarafsız değil”

Ekranda evlerin duvarlarını delip kendine siper eden Özgür Suriye Ordusu askerlerini gösteriyorlar.

“ELİM KIŞLIKLARA GİTTİ, DÖNECEĞİM DİYE ALMADIM”

Zaruhi anne bundan iki yıl önce gelmiş: “Oğlum burada çalışıyordu. Kızımı görürüm oradan da oğlumu görmeye gelirim ve yazın sonunda da dönerim diye çıktım evden. Valiz hazırlarken elim kışlıklara gitti, dedim bir buçuk ay sonra döneceğim nasıl olsa, taşımayayım dedim. Durum bu oldu” diye anlatıyor.

İstanbul'a gelini ve torunu ile gelmişler. O dönem uçuşlar hâlen yapılabiliyormuş. Halep'te çatışmalar başlamamış. Önce Mısır'a oradan da İstanbul'a.

“Biz hiç bu olayların Halep'e kadar gelebileceğini düşünmüyorduk. Ama gel gör ki en beteri Halep'e oldu” derken bir yandan da iç geçiriyor: “Ah Halebs” (Ah Halebim) diye.

Zaruhi annenin kökleri Kilis'e dayanıyor. 1915'i konuşmaktan çekiniyor biraz ama sonra birkaç cümle geliyor gözündeki yaşlar ağırlaşırken, nabız atışları da yükseliyor üzüntüsünden. Kilis'te akrabalarının boyuna bıçak çekerek tehdit etmişler 1915'te. Ölenleri saymıyor. Sadece tehdit edildiklerini söylüyor. Sonrasında da kalkıp Halep'e gelmiş tüm aile.

Zaruhi'nin gelini Vartuhi çok daha iyi Türkçe konuşuyor. Sohbetimizin bazı bölümlerini Türkçe yapıyoruz biz de:

“Halep'tekilerin çoğu Türkçe bilirler. Hatta çoğu da Türkiye seyreder. Ama bize okullarda, derneklerde Türkçe televizyon seyretmeyin derlerdi”.

Çocuklar Ermenice daha iyi öğrensinler diye belki böyle bir öneride bulunuluyormuş derneklerde. Tabi bunun tarihsel bir arka planı olmadığını düşünmemek kaçınılmaz, ama gel gör ki hayat onları şimdi İstanbul'a getirmiş. Biri ilkokul diğeri anaokulu öğrencisi Akabe ve Araksi şimdi Türkçe duymasınlar diye televizyonunu seyretmedikleri Türkiye'deler. Savaşın onların hayatına etkisi bundan yıllar sonra çıkacak belki. Halen geri dönüş umutları var olsa da Vartuhi durumun çok da iç açıcı olmadığını söylüyor.

Geldiklerinde Surp Pırgiç Hastanesi'ne gitmişler. Kontrol olsunlar diye, çocuklarla.

“Çok ilgilendiler, bize yardım paketleri gönderdiler sağ olsunlar” diye ekliyor.

Eşinin kız kardeşi halen Suriye'de. Uzun sakallı silahlı kişilerin şehre hakim olduğunun haberleri geliyormuş sürekli Halep'tekilerden. “Kim hangi taraftan kimse bilmiyor” diyor.

MUHABERAT VE İÇSELLEŞTİRİLMİŞ KORKU

Biz konuşurken, ziyaretimizin başından bu yana konuşmayan Akabe, fotoğraf makinemizi fark etmiş olacak ki fotoğrafçılık oynamaya başlıyor. Annesinin telefonu elinde, o da bizi çekiyor bir yandan. Zaruhi anne espri ile karışık korkularını dillendiriyor bana o sırada “Görüyorsun, muhaberat burada çekiyor”.

Çok haklı bir korku onunkisi. 1915'ten kaçıp çölleri geçip Suriye'de kendine yeni bir hayat kurmuş bir Ermeni ailenin kızı olarak 100 yıl sonra Türkiye'ye dönmek kolay değil. Suriye muhaberatının (istihbarat) halkının üzerinde yarattığı korku onun bu sözlerinde dile geliyor.

Soyisimlerini yazmamaya karar veriyorum bu sırada ben de. Aselsan'ın 'dost düşman izleme teknolojileri' geliştirdiği şu günlerde kimin hangi bilgilerinin nasıl kullanılacağı, kime verileceği belli olmaz.

Akabe'nin en iyi arkadaşı, evdeki diğer küçük kız, Araksi. Araksi'nin annesi Vartuhi'nin kız kardeşi Osanna. Türkçesi diğerlerine göre daha zayıf. Hayata tutunmak için bir şeyler arıyor Türkiye'de. Beylikdüzü'nün şehirden uzak olduğunu ve iş bulmak için gidip gelmesinin zor olduğunu biliyor. Yakınlarda bir alışveriş merkezinde işe başvurmuş ama onlar da Taksim mağazalarına yollamışlar. Kızını bırakıp her gün onca yol gitmeyi göze alamamış o da.

Osanna'nın eşi Lübnan'da, orada çalışıyor. O ve kızı 3 odalı bu eve en son gelen çekirdek aile.

“ÖYLE BİR SARSILDI HALEP”

“Artık Halep'te ne zaman ne olacağını kimse bilmiyor. Sadece Ermeniler değil diğer Hıristiyan aileler de güvende değil. İlk bombalar Halep'e düştüğünde sabah saatleriydi. Öyle bir sarsıldı Halep, hepimiz yatağımızdan fırladık. Sonra hiç durulmadı zaten olaylar. Siz havan topu diyorsunuz. Birini atıyorlar, mahalledekiler çıkıyor evine bomba isabet eden aileye yardım için, tam o sırada bir diğerini atıyorlar. Yardıma gidenleri de öldürüyorlar” diye anlatıyor gelişinden önce yaşadıklarını.

Korku halen gözlerinde.

“ESKİDEN HRİSTİYANLAR RAHAT GEZERDİ SOKAKLARDA”

O gelirken uçaklar artık seferleri durdurmuşlar. Tek yolu otobüsmüş gelişlerinin. Suriye devlet güçlerinin kontrolündeki kapılardan ise halkın diğer ülkelere geçişine izin vermiyorlarmış. “Eskiden Hristiyanlar rahat gezerdi sokaklarda. Artık kapanmak zorunda hissediyorlar kendilerini” diyor.

Nedenini sorduğumda belki duymak istemeyeceğiniz bir cevap geliyor: “Kendilerini güvenlik ilan edenler yolda otobüsleri arıyorlar. İndirip herkese bakıyorlar. Saçların böyleyse (uzun kızıl saçlarını gösteriyor) makine tutup kazıyorlar ki saçın kalmayınca utanasın, öyle gezemeyeceğin için de kapanmak zorunda kalasın”

MERMİDEN KURTULMAK İÇİN BRANDALI SOKAK

Evlerin duvarlarını delip keskin nişancıların oradan sokaktakilere rastgele ateş ettiğini anlatıyor. Bir mahallede insanlar nişancılar kendilerini göremesinler diye mahallenin sokaklarının tepesine brandalar germişler.

Osanna ve Vartuhi'nin ağabeyleri binanın çatısına su deposunu kontrol etmeye çıkmış bir gün. Döndüğünde kurşunlardan birinin tam kafasının yanından geçtiğini söylemiş. Bir ertesi gün arkadaşının ailesi sokakta yürürlerken çocuklarla tam ortasına düşmüş havan topu; hepsi ölmüşler. Tüm aile. Bir başka arkadaşının ise kafasının yarısı gözlerinin önünde bir top mermisi tarafından parçalanmış.

İşte Suriye'deki savaşın gerçekliği...

Osanna'nın gözlerindeki o korku ve gözyaşı Ermenice bilmeyen birini bile o anda etkileyebilir.

Biz bunları konuşurken televizyonda Arapça haber kanalında Halep'ten haberler geçmeye başlıyorlar. Susuyoruz hepimiz. Sıla özlemi gidermek için bakıyorlar ekrana. Kendi evlerinden, sokaklarından bir görüntü görsünler diye bekliyorlar, ama gelen görüntüler sadece parçalanmış sokaklar.

“Halebs” diyor yine Zaruhi...

El Cezire'nin muhabiri yeri belli olmasın diye beyaz bir fonda çekilmiş anonslarıyla sunuyor Halep'teki bombalamaları.

Bugüne kadar 40'a yakın Ermeni öldürülmüş Suriye'de. Yapılan cenaze törenlerinden ancak hesabı tutulabiliyor. Önceleri Esad yanlısı olan Ermeni toplumunun önderleri son dönemde yaptıkları açıklamalarla daha tarafsız bir yerde duruyorlar artık. Ancak ülkedeki azınlıkların Suriye'de şu anki süreçte ve sonrasında hayatları pek de kolay olmayacağa benziyor.

Gelen haberler pek de iç açıcı değil.

Halep'teki Surp Kevork Kilisesi yangının Özgür Suriye ordusu tarafından çıkarıldığı söyleniyor, biliniyor ama yazılamıyor nedense. Ülkenin Özgür Suriye Ordusu'nun kontrolüne geçerse tamamen islamlaşacağını ve daha katı bir yönetimle baş etmek zorunda kalacaklarını düşünüyorlar.

Araksi annesinin yanına yaklaşıyor biz televizyondaki haberleri tartışırken. Ona göre evden uzak uzun bir tatildeler ve sıkılmış artık tatilden; “Mama hade ertank Halep” (Anne hadi Halep'e gidelim).

Osanna, Araksi'nin eline Halep'ten gelen Ermenice İncil'i veriyor. En çok sevdiği kitap. “Hisus'un (İsa'nın) hayatı” diye başlıyor okumaya, bir yandan bize poz verirken.

Kapı çalıyor. Evin diğer ahalisi geliyor. Vartuhi'nin annesi ve babası ve diğerleri... Toplam 15 kişi kalıyorlar Beylikdüzü'ndeki evde. Az değil. Bir yıllık oturma izinlerini almaya gitmişler şubeye. Saat 1'de çıkmışlar evden. Biz onlarla kapıda karşılaştığımızda saat 22.00. 9 saat sadece bir belge verilmesi için beklemişler. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Suriyeli Ermenilere yardım edeceğiz dediğinde söylediği gibi oturma izni almak 15 kişilik bu aileye pahalıya patlamış. Zira her bir kişi için 200 TL evrak parası verilmesi gerekiyor. Şubedeki memurların Suriyelilere pek de sıcak davranmadıkları da bir gerçek...

Ama yine de yüzlerinde bir sevinç var. 100 yıl önce kendine ait olan topraklara dönmek için ödenmiş 200 TL'lik bedel ve hayat şartları yine de geçici bir tebessüm oluşturuyor yüzlerinde...

Salona geçip televizyondaki savaş haberlerini görene kadar.