Brezilya’da MST-Topraksızlar Hareketi ile birlikte 275 kilometre yürümüştük. 12807 delege vardı. Öyle şehir aralarını otobüsle gidip, şehre yaklaşınca yürüyormuş gibi yapılan yürüyüşlerden değildi. ‘Ben burayı adım adım bilirim’ denir ya böyle bir şeydi ve bu deyim de değildi. Günde 20 kilometre kadar yürüyorduk. Çok kalabalık olduğundan en yavaş yürüyenin hızıyla ilerliyordu gösteri. Mao’nun dediği gibiydi yani. –”Bir ordu en yavaş yürüyenin hızıyla ilerler” diyordu.-

Her vardığımız yerde gece kalacağımız çadırları hazır buluyorduk. Yataklarımız ve eşyalarımız bizi yeni ve bazen geçici işgal edilmiş topraklarda bizi bekliyor oluyordu. Yerimize oturduğumuzda önümüze sıcak yemek geliyordu. En az 2-3 çeşit oluyordu. Bir tatlı ya da meyvesi filan. 275 kilometrenin ortalarında bir yerde. Yine bir işgal toprağına mutfak kurulmuştu ve 350 kişi kadardı galiba, yanlış hatırlamıyorsam, burada çalışıyor. Yürüyüşçülere yemek yapıyordu.

Çalışıyor dediğimi yanlış anlamayın, tabii ki yemekleri yapanlar da MST’dendi. (Yoksa çalışmak kötü bir şeydir bence. Yaşasın tembellik hakkı. Ben bu kışkırtıcı söylemi açıklarken başka türlü anlatıyordum ama geçenlerde Montessorri eğitim kitabı okurken güzel bir benzetme gördüm. Bir kumsalda yan yana kendi kovasına küreği ile kum dolduran bir çocukla bir varile kum dolduran bir işçiyi düşünün. Siz adamdan varile kum doldurmak için küreği isterseniz hemen büyük bir sevinçle size uzatır ama çocuktan isterseniz küreğini vermez size ve kumu doldurmaya devam eder. Çünkü adam çalışıyordur ve bunu zorla yapıyordur. Çocuk ise kendi isteği ile dolduruyordur kumu. Bu yüzden bu keyfi elinden kaçırmak istemez. Çalışmak ve kendi iradenle bir şey yapmak arasında temel farkı güzel anlatıyordu.)

Yürüyüş boyunca, her gün yaklaşık 2000 kişi bu, diğer işleri örgütlüyordu. Çadırları, tuvaletleri, banyo yerlerini kuruyor, güvenlik alıyor, yemekleri yapıyor, eğitim çalışmaları düzenliyor ve sağlık muayeneleri yapıyordu. Bu mesela her gün iki öğün yani 30.000 sıcak yemek, 15.000 sandviç, binlerce ton kahve, binlerce ton su filandı. (MST-Topraksızlar’ın liderlerinden Jao Pedro Stedille ile konuşuyorduk. Bu protesto yürüyüşü sonrasında ‘hükümet neoliberal tarım politikalarından vazgeçecek mi?’ diye sormuştum. Bir yandan yürüyüş devam ediyordu. ‘Sanmıyorum’ dedi Stedille ama bu yürüyüş bizim için bir eğitim. Biz kendimizi örgütlüyoruz.)

Yürüyüş bitti. Venezuela yakınlarında, Amazon ormanlarındaki yeni bir işgal toprağına gidiyorduk. Herkes kendi yaşadığı işgal toprağına dönüyordu. Bizim otobüsün 7 kere lastiği patladı. Her lastik patlayışında inip kenarda nehir filan varsa ona girip yapılmasını bekliyorduk ya da bir kahve içecek yer buluyorduk. Son lastik patlayışında yemek koordinatörü geldi. “Toplantı yapalım arkadaşlar’ dedi. Bütün otobüs toplandık. ‘Biliyorsunuz günde 2 öğün sıcak yemek için karar almıştık. Biz size buradan 60 kilometre ötede bir yerde bunu ayarlamıştık ama sizin lastikler patladı ve oraya çok geç varacaksınız. Bu yüzden size sıcak yemek yerine, ekmek arası bir şeyler versek olur mu?’ diye sordu. ‘Olur’ dedi herkes. Hepimiz otobüsün içindeydik ve herkes lastiğin patladığını biliyordu ama yemek koordinatörü o toplantıyı yapmadan ekmek arası bir şey veremezdi. Çünkü sen bize sormadan bizim kararımızı nasıl değiştirebilirsin denirdi…

Dünyadan özyönetim örneklerini soruyor son günlerde, birçok arkadaş. Kitabını ekim başına yetiştirmeye çalışıyorum ama önceden bir demet onların karikatür demokrasisinin ortasına atayım dedim…