DEMOKRAT HABER ANALİZ / Ferhat İyidoğan

Tunus’ta başlayan, Mısır’da devam eden hali hazırda iki diktatörün yerlerinden edildiği ve Ortadoğu ile Arap coğrafyasının diğer anti-demokratik rejimlerine de sıçrama potansiyeli taşıyan güçlü halk hareketleri, 21. yüzyılın politik ve ekonomik depresyonuna gömülmüş dünyasında içimizde bir umut ışığı oldu. Tahrir meydanından yayılan ışık, dünyanın mevcut gidişatından memnun olmayan, daha fazla demokrasi, özgürlük ve eşitlik arayan dünyanın her köşesindeki yüz milyonlarca insanda büyük bir sempati ve umut uyandırdı.

1989 Berlin duvarının yıkılışı, özgürlükten mahkûm geniş bir coğrafyaya özgürlük ve umut getirerek dünyayı radikal olarak geri dönüşsüz bir biçimde değiştirdi. Kuşkusuz bu değişim oldukça zorlu, çoğu zaman da dramatik bir yol izledi. Bazı durumlarda, gerçekleşmesi arzulanmayan bazı sonuçlara ve otoriter yönetimlere yol açsa da kimse eskiye dönmeyi arzu etmedi ve bu yeni durumdan nasıl daha özgürlükçü ve çoğulcu bir durumun yaratılacağı üzerinde kafa yoruldu. Nasıl ki, Berlin duvarının yıkılışı soğuk savaşın yarattığı denge üzerine oturan eski dünyanın yerine yeni bir dünya geçirdiyse, Arap coğrafyasında meydana gelen öngörülemeyen isyan da bir tsunami etkisi yaratarak yeni bir dünyayı hazırlama potansiyelini kendi içinde güçlü bir şekilde barındırmakta.

KAZANAN HEP EMPERYALİST BLOK OLMUŞTU

Ortadoğu ve Arap coğrafyası, anti-demokratik, baskıcı ve böyle olduğu için de giderek çürümüş ve kokuşmuş, halklarına yabancılaşmış rejimlerin toplamından oluşmakta. Tarihsel olarak batının emperyalist politikalarından miras kalmış bu siyasal yapı, zaman içinde bazı değişimler geçirse de büyük ölçüde aynı kalarak varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Bu sistemin en büyük kazananları Amerika liderliğinde emperyalist blok olurken, kaybedenleri hiç tartışmasız giderek yoksullaşan ve aşağılanan Arap halklarıdır.

Bu yapı mevcut haliyle de, ayrıca, dünyada hüküm süren istikrarsızlığın en önemli kaynağıdır. Diğer bir ifadeyle söylersek, baskı rejimlerinin hüküm sürdüğü mevcut Ortadoğu ve Arap coğrafyası, günümüzde herkesi tedirgin eden bir "köktenciliğin" de en büyük kaynağıdır; olmaya da devam etmektedir. Bu nasıl bir yapıdır? Büyük ölçüde Arap coğrafyasının yönetici ve totaliter elit sınıfıyla batılı bağlaşıklarının ortak çıkarları üzerinde temellenen bir yapı: İçinde halk yok, demokrasi yok, yalnızca baskı ve yok sayma var. Örneğin, Avi Spiegel, Huffington post için yazdığı bir yazıda bazı Arap ülkelerindeki devlet başkanlığı seçimlerinde (!) elde edilen şu sonuçları aklımızda tutmamızı salık veriyor: %89 (Tunus), %88 (Mısır), %77 (Yemen), %90 (Cezayir) ve %97 (Suriye) gibi oy oranları, bu ülkelerdeki seçim sonuçlarının nasıl bir komediye işaret ettiğine tanıklık ediyor. (Predicting the Future of the Middle East, 09 Şubat 2011). Herhalde demokratik ve adil bir seçimde yukarıdaki oranlar hayal bile edilemez.

Batının en büyük yanılgısı, bölgede hüküm süren despotik yapıların İslamcı köktenciliğe karşı bir engel olduklarını düşündükleri için, bu yapıları desteklemiş olmalarıdır. Oysa, Tunus örneği haricinde, bölgedeki bütün toplumlar hüküm süren baskı rejimleri altında giderek daha fazla İslamcılaşmışlardır. Bu rejimler, ayrıca siyasal İslamın toplumsal yaşama katılmasını önlemek için bunların aktörlerine karşı uyguladıkları vahşi şiddet uygulamalarıyla bölgede radikalizmin gelişmesine uygun ortamı da yaratmışlardır. "Köktenciliğin" en uygun panzehiri, herhalde şiddet değil, daha fazla demokrasi ve özgürlük olmalıdır. Kısa vadede böyle bir yapının kazananı olarak nitelediğimiz batı dünyası, aslında kaybedeni olmaya başlamıştır; ve bu bölgeden yayılan istikrarsızlık ve şiddet, batı toplumlarını da tehdit eden bir varlığa dönüşmüştür.

BU BİR HALK DEVRİMLERİ ÇAĞIDIR

Tunus ve Mısır örneği, yeni bir dünyanın ipuçlarını da sunmakta. Dünün baskı rejimlerinin bugünün dünyasında varlıklarını sürdürebilmeleri artık pek mümkün değil. Demokrasi, özgürlük ve adalet orta payda olmuştur. 21. yüzyılın devrimleri, daha çok bu üç kavram etrafında hayat bulacak. İran’da başlayıp tamamlanamayan devrim, Mısır’da ilk aşaması başarılan toplumsal devrimler 21. yüzyılı diğer yüzyıllardan farklı bir çağ yapmaya şimdiden başlamıştır. Teknolojik gelişmelerin mümkün kıldığı, devletlerin kontrol etmekte zorlandığı sosyal ağ olarak nitelenen platformlarda insanların bir araya gelerek etkileşmesi sonucu örgütlenen toplumsal tepkilerin ortaya çıkardığı bu pasifist devrimlerin ortak özellikleri belli bir ideolojinin ya da liderliğin olmadığı, kimsenin kolay kolay benim diyemeyeceği bir zemin üzerinden yükselmesidir. Bu bir halk devrimleri çağıdır.

DEVRİMLER DE ZATEN BÖYLE BİR ŞEYDİR

Mısır’da başlayan devrim de tam buna işaret etmektedir. Kitle tabanı çok geniştir; talepler demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet kavramları etrafında şekillenmektedir. Nereye kadar gideceğinin bilinmemesi de şu aşamada çok önemli değildir. Devrimler de zaten böyle bir şeydir; ucu açıktır ve nereye doğru evrileceği önceden pek kestirilemez. Ancak, bir dönemi kapatıp başka bir dönemi başlatacak bir potansiyeli kendi içinde barındırma özelliğinden dolayı kesinlikle devrimcidir. Bölgede sahip olduğu tarihsel, politik ve sosyal önemi Mısır’ı, Türkiye’den ziyade, herkesin gözünü çevirdiği önemli bir aktör kılmakta. Mısır’da devrimin asıl şimdi başladığı düşünülmekte, bundan sonraki gelişmelerin neler olacağı anlaşılır bir merakla beklenmekte, demokrasinin yerleşmesi yönünde adımlar atılması umut edilmekte.  Aslında yalnızca Mısır’ın değil, bölgenin ve dünyanın da çıkarı bu yöndedir.

"İSLAM DÜNYASI ARTIK ESKİ DÜNYA DEĞİLDİR"

Özellikle, gelişmiş batı dünyasının, bütün dünyanın özgürlükçü güçleriyle birlikte bu devrimin yanında yer almaları kendi çıkarınadır. Kendileri için risk olarak algıdıkları İslamcı düşüncenin bu coğrafyada kendilerini ifade edebilmeleri ve sistemin bileşeni olmalarını sağlamak, bölgeden yayılan istikrarsızlığın ortadan kaldırılmasında en büyük imkânı sunacaktır. Önde gelen Ortadoğu ve Arap dünyası uzmanı, Oliver Roy’un da belirttiği gibi, İslam dünyası artık eski dünya değildir. İnsanlar demokrasi ve özgürlük konusunda daha talepkardır. İslamcılar da, diğer toplumsal unsurlar gibi sistemin içine katılmak istemektedir. Bunun için batının İslam ve Arap dünyası algısını değiştirmesinde çokça yarar var. (La révolution post-islamiste, 12 Şubat 2011, Le Monde).

Aksi bir durum, hem bölgenin hem de dünyanın güvenliğini eskisinden daha ciddi bir biçimde tehdit edecektir. Bu yüzden, batı ve dünya Mısır halkının en meşru taleplerinin askeri bir rejim altında unutturulmasına ve boğulmasına izin vermemeli, bu bölgede demokrasinin kurulması ve desteklenmesine en fazla katkıyı sunmalıdır. Bu herkesin yararınadır.