Camilo Guevara, “Babam, bir ulusun köklü bir değişim sürecini yürütüyordu. O anın gerektirdiği irtifaya ayak uydurmak zorundaydı. Sarsılmaz bir etik anlayışı vardı. Örnek olmak, öyle yönetmek isterdi. Kasırganın kalbindeydi ve bir misyonu vardı. O ölmeye gitmedi ki. Dünyayı değiştirmeye gitti. Babam Che, dünyayı değiştirmek istedi. Bunu yapmaya çalışırken öldü. Büyük bir onurla." dedi.

Che'nin oğlu Camilo Guevara Hürriyet'ten Çınar Oskay'ın sorularını yanıtladı.

*Adınız, babanızın arkadaşı, devrim kahramanı Camilo Cienfuegos’tan mı geliyor?

- Evet, Küba’da çok Camilo vardır. Kaderimizi belirleyen, tarihimizin en güçlü karakterlerinden biriydi. Karizmatikti ve gerçek bir halk adamıydı. Tam bir Kübalıydı. Bir uçak kazasında öldü.

*O da çok gençti galiba...

- Evet, maalesef. Kübalıları çok üzen bir olaydır. Birçok çocuğun ismi ona adandı. Ben de onlardan biriyim. Çok şefkatli, sevgi dolu, doğal biriymiş.

*Havana’da Devrim Müzesi’nde Che ile ona ayrılmış bir oda ve ikisini yan yana savaşırken gösteren bir heykel var. Yakın arkadaş mıydılar?

- Evet, hem de çok. Devrimde de beraber çarpıştılar. Küba’da bağımsızlık mücadeleleri hep ülkenin doğusundan batısına ilerlemiştir. İspanyol sömürgeciler döneminden beri. İşte Fidel (Castro), bu doğudan batıya harekât görevini Camilo ile Che’ye verdi. Sonunda Santa Clara’daki kritik muharebe devrimin yolunu açtı. Camilo şehrin çevresini tuttu, Che kenti işgal etti. Batista güçleri bir daha belini doğrultamadı. Ama dostlukları daha önce, kaçak olarak Küba’ya girdikleri Granma teknesinde başlamış. Bu felakette Camilo elindeki son kutu sütü babamla paylaşmış. O da bunu hiç unutmamış.

*Adınızı babanız mı vermiş, anneniz mi? Anneniz Aleida March da efsanevi bir devrimci...

- Aslında benim adım babam gibi Ernesto olacakmış. Ama annem bunun bir çocuk için baskı oluşturacağını, kafamı karıştıracağını düşünmüş. Sonunda Ernesto olmayacaksa Camilo koyalım demişler.

*Annenizle ilişkiniz nasıl?

- İyi, çok iyi, o benim annem... İşle ilgili sık sık görüşüyoruz.

*1968’in öğrenci liderlerinden Tarık Ali, bir makalede Che’nin annenize yazdığı son şiirlerden birine yer vermiş. ‘Rüzgâra ve Dalgaya Karşı’ şiirin adı. Biliyor musunuz?

- Hayır, duymadım. Nasıl bir şiir?

*Şiir çevirmek korkunç bir şey. Özür dileyerek deneyeyim...

Oğullarımızın bir fotoğrafı,

Cebimdeki tabancanın en güzel mermisi,

Gizli ve derinde, çocukların silinmez hatırası,

Senin ve benim bir gün birlikte yarattığımız,

Bana kalan bir parça hayatı da,

Tereddütsüz ve mutlulukla devrime veriyorum,


Bizi birleştiren hiçbir şey, bundan daha güçlü olamaz. -

Bu anneme yazdığı bir mektup olabilir. Bazıları yayımlandı, bazılarını annem sakladı.

*Çocukken hiç içinizden “Keşke babam sıradan bir insan olsaydı ama burada, yanımda kalsaydı” dediğiniz oldu mu?

- Babasızlık zor bir şey, evet... Bir ulusun köklü bir değişim sürecini yürütüyordu. O anın gerektirdiği irtifaya ayak uydurmak zorundaydı. Sarsılmaz bir etik anlayışı vardı. “Kendim yapmadığım bir şeyi başka birinden de isteyemem” diye bakardı. Örnek olmak, öyle yönetmek isterdi. Kasırganın kalbindeydi ve bir misyonu vardı. O ölmeye gitmedi ki. Dünyayı değiştirmeye gitti. Herkesin bir babası var. Elektrikçi, marangoz, öğretmen, doktor... Evden çıkıp bir kaza geçirip ölebilirler. Bir doktor hastalanabilir. Bir sürü Kübalı doktor var Afrika’da, böyle hastalanan... Ebola ile savaşıyorlar orada. Babam Che, dünyayı değiştirmek istedi. Bunu yapmaya çalışırken öldü. Büyük bir onurla... Tabii ki onu her gün yanımda görmek isterdim. Ama hayat böyle...

*Kim bilir dünyada kaç insan babanızın Bolivya’daki ölümünü hatırlayıp hâlâ üzülüyordur, “Keşke gitmeseydi” diyordur. Sizin de aklınızdan geçiyor mu bu? 

-Fidel de böyle düşünüyordu. Ama Che’nin ahlaki bir sorumluluğu vardı. Hemen o ‘ilk anda’ gitmek... Hatırla, Che örnek olmak isteyen biriydi. Kendisi gitmeden başkalarını ölüme gönderemezdi. Ben onun bu duruşunu anlıyorum. Tabii ki babamın ölmesini istemezdim, Fidel de gitmesini istemiyordu. Ama yine de gerçekten anlıyorum onu. Onurlu bir adam olarak buna mecburdu. Generalleri ölürken oturup kenardan seyredebilecek biri değildi. Kongo’da savaşan Kübalıların da hep yanındaydı. İnsanlar ölümle sonuçlanabilecek bir tehlikeye atılıyordu ve o en önde olmalıydı.

*Babanızı hiç hatırlıyor musunuz?

- Çok kopuk kopuk... Net hatırlıyorum diyemem. O Küba’dan Kongo’ya geçtiğinde üç yaşındaydım. Sonra döndü Küba’ya ama gizli şekilde. Öldüğünde ise beş yaşındaydım. Doğru düzgün görememişiz zaten onu hiç...

*Türkiye’de, şu oturduğumuz yerde bile emin olun tartışılmıştır bu konu... Che’nin Küba’dan Fidel’le sürtüştüğü için ayrıldığı söylenir. İkisi arasında bir ego çatışması var mıydı sizce?

- Biraz önce sana Camilo ile Che arasındaki şahane dostluktan bahsettim ya... Buna benzer müthiş bir dostluk da Fidel ile Che’ninkidir. Bir insanın maske takıp gerçek duygularını gizlemesi çok zordur. Babam, konuştuğu insanın gözüne, içine bakan biriydi. Karşısındaki insanı anlamak konusunda eğitimli, yetenekliydi. Eğer Che’nin Fidel hakkında söylediklerini bilseydin, anlardın... Çok büyük saygı ve sevgi vardı. İkisi de birbirine her zaman sadık kaldı.

Meksika yıllarında örgütte herkes hapse giriyor. Sonra Kübalıların büyük bölümü salınıyor ama Che içerde kalıyor. Che “Beni beklemeyin, devrime devam edin” diyor. Ama Fidel “Devrime devam edeceğiz ama seni de burada bırakmayacağız” karşılığını veriyor. Sonunda Che hapisten çıkıyor ve Küba’ya birlikte geliyorlar. Granma teknesinde felaketi yaşıyorlar. Yoldaşları ölüyor, vuruluyor. Sonra Sierra Maestra Dağları’nda Fidel’in komutan (commandante) atadığı ilk kişi Che oluyor. Kardeşi Raul’u, Almeida’yı, Moncada saldırısına birlikte katıldığı birisini değil, Che’yi komutan yapıyor.

*Acaba entelektüel bir yakınlık mıydı?

- Öncelikle dava arkadaşlığı... Zamanla ilişkileri derinleşti. Kardeş gibi oldular. Fidel ile Che kardeşti. Tabii ki görüş ayrılıkları olabilir ama sonuçta kardeşlerdi. Sonradan Küba vatandaşı yapılan sadece bir kişi daha vardı; 19. yüzyıl bağımsızlık kahramanımız Maximo Gomez. İkincisi ise bir Arjantinli olan babama verildi. Sonra Che, devrimin dünyadaki yüzü oldu.

*Fidel’in “Ben ön planda olayım” gibi bir takıntısı yoktu o zaman...

- Fidel artık devlet başkanı olmasa da devrimin tartışılmaz lideridir. Ahlaki otoritedir.

*Tanışıyor musunuz onunla?

- Artık belli bir yaşta ve dinlenmede... Ama eskiden ailemize, özellikle babam öldükten sonra çok destek oldu. Çok duyarlı biridir. Kendi ailesi için bile vakti yoktu ama fırsat buldukça bizimle zaman geçirirdi. Önemli zamanlarda hep yanımızdaydı. Annemin en zor anlarında ona yardımcı oldu. O yüzden diyorum ki, Fidel’in rol yapıyor olması imkânsız... Duyguların saf ve temizse bu görünür, bunun taklidi olmaz.

*Küba, özellikle Soğuk Savaş yıllarında, hem Sovyetler Birliği’ni hem de burnunun dibindeki ABD’yi çok ustaca idare etti. Bazen aklımdan geçer, bu adamlar küçük bir Karayip adasının değil de sanayileşmiş ülkelerin başında olsaydı dünya ne yönde değişirdi diye...

- Bizde şöyle bir deyim vardır... “Anneannemin ... olsaydı” diye.

*Tamam, anladım, bizde de var o!

- Ne olurdu bilmiyorum ama buradan bile Latin Amerika’yı geri dönülemez şekilde değiştirdiler.

*Küba Başkan Yardımcısı Miguel Diaz-Canel ile ilgili ne düşünüyorsunuz? O mu başkan olacak Raul Castro’dan sonra?

- Seçilirse evet, ama kesin değil. Devrim için çok çalışmış, prensipli bir adam. Bizim ulusal projemiz Raul Castro’nun gitmesiyle sona erecek bir şey değil. Tarihi, derinlere dayanan sebepleri var. Hayallerimiz öyle bir anda ortadan kalkacak şeyler değil.

Camilo Guevara (54), 1959 Küba Devrimi liderlerinden Che Guevara ile devrimci Aleida March’ın oğlu. Havana’da babasıyla ilgili bir araştırma merkezini yönetiyor, ayrıca fotoğrafla uğraşıyor. Bu çarşamba ‘Tabu’ adlı sergisi Piramid Sanat Merkezi’nde açılıyor.