Türkiye’de temaslarda bulunan Birleşmiş Milletler Özel Raportörü David Kaye, Avrupa'nın önümüzdeki günlerde Türkiye'ye karşı "endişe duymanın" ötesine geçebileceğini söyledi.

Kaye, “Durumlar daha da kötüleşirse "çok ağır şekilde endişe duyuyor" olacaktır. Yani öyle bir an gelebilir ki "endişe duymanın" ötesine geçebilir, zorunda kaldıkları için ve hukuk gerektirdiği için harekete geçmek zorunda kalabilirler. Önümüzdeki yıllarda bunun da olabileceğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

Birleşmiş Milletler (BM) Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye, Türkiye'de bir dizi temasta bulundu.

Kaye'nin Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik bulgularını içeren raporu tamamlandıktan sonra Mart ayında BM İnsan Hakları Konseyi'ne sunulacak.
 
Kaye, temaslarına dair düzenlediği basın toplantısının ardından DİHABER’den Deniz Nazlım / Selami Aslan’ın sorularını yanıtladı.
 
* Yaklaşık 17 yıl sonra BM Düşünce ve İfade Özgürlüğü Raportörü Türkiye'ye geliyor. Geçtiğimiz yıl Türkiye'ye gelmek için başvuru yapmıştınız...
 
Bizim bir ülkeyi ziyaret edebilmek için davet edilmemiz gerekiyor. Biz, Türkiye'yi ziyaret etme talebimizi geçen yıl hükümete iletmiştik. Daha sonrasında onlar bizi davet ettiler. Geçen yıl Şubat ayında planlanmış olan bir ziyaretti.
 
Biz ülkeyi ziyaret etme talebimizi ifade özgürlüğü açısından ciddi sorunların yaşandığını düşündüğümüz bir dönemde, internetin kapatıldığı ve basının, bazı gazetecilerin üzerinde baskının olduğu bir dönemde ziyaret talebimizi iletmiştik, bir yıl önce. Tabi ki durumun daha da kötüleşeceğini bilmiyorduk. Öncesinde de sorunlar vardı ancak 15 Temmuz sonrasında bu sorunların artacağını, bu kadar kötüleşeceğini bilmiyorduk.
 
* Birçok kesimle temaslarda bulundunuz. Nasıl geçti ziyaretleriniz, gözlemleriniz nedir?
 
Biz bu ziyaretimiz boyunca çeşitli devlet kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geldik. Aynı zamanda sivil toplumla da görüştük. Özellikle de gazeteci ve medyayla ilişkili kişilerle görüştük. Ve sadece Ankara'da değil İstanbul'da da temaslarımız oldu.

Silivri ve Bakırköy cezaevlerinde tutuklu bulunan gazetecilerle görüşmek istedik, Sincan'da bulunanlarla da. Sincan Cezaevi'ndekilerle görüşmemize izin verilmedi. Aslı Erdoğan'la da görüşmemize izin verilmedi ve bunun gerekçesinin ne olduğu tarafımıza iletilmedi. Dolayısıyla niye bazılarını görmemize izin vermedikleri neden bazılarına izin verdiklerini bilemiyoruz.
 
* Son aylarda seçilmiş belediye eş başkanlarının, vekillerin, politikacıların ve gazetecilerin tutuklanması gibi gelişmeler yaşanıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Baktığımızda Kürt medyasının tamamen susturulmak istendiğini görüyoruz. Radyo, televizyon kuruluşları, diğer yayın organları ve gazeteler kapatıldı. Aynı zamanda muhalefetin mensupları tutuklanması, internetin kapatılması söz konusu. Açıkçası bütün bunların neden yapıldığından ben de tam olarak emin değilim. İnsanların bilgi paylaşabileceği ve iletişim kurabileceği alan daraltılıyor.
 
* Türkiye'de yaşananlara karşılık Avrupa kurumlarından eleştirel geliyor. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte tüm hükümet yetkilileri eleştirilere sert karşılık veriyor. Türkiye'nin eleştirilere kapalı tavrı uzun vadede neye yol açar?
 
Siyasette her şey çok çabuk değişiyor. Cumhurbaşkanı bir gün bir kişiyle dost olabilir, ertesi gün olmayabilir. Ve daha sonrasında tekrar ilişki kurabilir. Sıklıkla değişiyor. Ben daha büyük tehlike olarak başka bir konuyu görüyorum burada. Türkiye'de hukuk alanında ve mahkemelerde ne olduğu? Eğer Türkiye idam cezasını tekrar getirecek olursa, Türkiye için Avrupa Konseyi'nin bitmesi demektir bu. Bence uzun vadede asıl tehlike olan konu budur. Diğerleri günlük çatışmalar ve Cumhurbaşkanı istediği zaman bunu değiştirebilir.
 
* BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Prince Zeid Ra'ad Zeid al-Hussein, geçtiğimiz aylarda Cizre'de 100 insanın yakılarak öldürüldüğü yönünde açıklama yapmıştı. Daha sonra bir gelişme yaşanmadı. Kürt halkı, uluslararası kurumların yeterince tepki vermediğini düşünüyor. Uluslararası hukuka güven gittikçe azalıyor. BM, Avrupa kurumları ve diğerleri, Türkiye'ye daha fazla tepki gösterseydi tüm bu yaşananların önüne geçilebilir miydi?
 
Çok güzel bir soru ama cevabı da çok zor. Çünkü bildiğiniz üzere Türkiye'nin mülteci krizinden dolayı Avrupa'ya karşı bir kozu, bir el üstünlüğü var. Önümüzdeki yıllarda Avrupa'nın buradaki insan hakları durumuna karşı daha güçlü bir pozisyon belirleyip, belirlemeyeceğini bilemiyoruz. Eğer daha önceden daha güçlü tepki verilmiş olsaydı durum farklı olur muydu, onu da bilmiyorum. Çünkü Türkiye bir yönde ilerliyor ve Avrupa'nın da bu yön üzerinde herhangi bir etkisi olamıyor.
 
* Hükümetin insan hakları ve hukuka aykırı her hareketinde Avrupa, "Endişe duyuyoruz" açıklaması yapıyor. Son gelişmelerle birlikte bu söylem "Derin endişe duyuyoruz" şeklinde oldu. Türkiye'deki muhalifler arasında "Endişe duyuyoruz" dili artık mizahi bir hal aldı...
 
Durumlar daha da kötüleşirse "çok ağır şekilde endişe duyuyor" olacaktır! Bunu yapan bir tek Avrupa değil. Bizim aramızda da çeşitli ülkelerle ilgili benzer espriler yapılıyor. Ben Amerikalıyım örneğin. Devletlere baktığımızda bir şey yapmak istemediklerinde hep aynı dili kullandıklarını görüyoruz. Yani yapmak zorunda kalana, ona itilene kadar yapmıyorlar ve hep aynı dili kullanıyorlar. Yani öyle bir an gelebilir ki "endişe duymanın" ötesine geçebilir, zorunda kaldıkları için ve hukuk gerektirdiği için harekete geçmek zorunda kalabilirler. Önümüzdeki yıllarda bunun da olabileceğini düşünüyorum.