Mısır’da 25 Ocak 2011 ayaklanmasının sembol isimlerinden solcu eylemci Ala’ Abdul Fettah, tutukluğunu ve cuntanın hukuksuzluğunu protesto etmek için 18 Ağustos günü açlık grevine başladı. 33 yaşındaki Ala’ Abdul Fettah, Mısır’ın son beş yönetiminde (Hüsnü Mübarek, Mübarek’in devrilmesinden sonra iktidara el koyan askeri cunta Yüksek Askeri Konsey, halkoyuyla cumhurbaşkanlığına gelen Müslüman Kardeşler üyesi Muhammed Mursi, Mursi’nin devrilmesinden sonra görevini devralan Adli Mansur ve cuntanın lideri yeni cumhurbaşkanı Abdul Fettah Sisi) ya gözaltına alındı ya da tutuklandı.

Ala’ Abdul Fettah en son 26 Kasım 2013’te askeri mahkemelerde yargılamaları protesto için Şura Meclisi (Mısır parlamentosunun üst kanadı) binası önünde yapılan bir gösteriye katıldıktan sonra 28 Kasım’da evi basılarak gözaltına alındı. Cunta rejiminin çıkardığı yeni Protesto Yasası uyarınca aynı gösteride gözaltına alınan 24 arkadaşı ile birlikte 11 Haziran’da 15 yıl hapis cezası aldı. Şura Meclisi Davası olarak bilinen davanın karar duruşmasına Ala’ Abdul Fettah ve arkadaşlarının katılmasına izin verilmedi. Kız kardeşi Senaa da Ala’nın özgürlüğü için yapılan bir gösteriden sonra gözaltına alındı ve halen hapiste. Mısır’ın önde gelen insan hakları savunucularından olan babaları Ahmed Seyf el-İslam geçirdiği açık kalp ameliyatı sonrası komaya girdi ve Ala’ ve Senaa’nın hastanede babalarını ziyaret etmelerine izin verildi. Ala’ Abdul Fettah bu ziyaret sonrası açlık grevine başlama kararı aldı. Ahmed Seyf el-İslam dün (27 Ağustos Çarşamba) hayatını kaybetti. Ala’ Abdul Fettah’ın açlık grevine solcu gençlik hareketi 6 Nisan Hareketi’nin kurucusu Ahmed Mahir ve İskenderiyeli sosyalist avukat Mahinur el-Masri gibi hapisteki diğer Mısırlı devrimciler de bu hafta katıldılar.

Mısır’da halen açlık grevi yapan başka tutuklular bulunuyor: doktor İbrahim el-Yamani 130 gündür, devrik cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin danışmanlarından Emin el-Seirfi’nin kızı Kerime el-Seirfi 75 gündür ve ABD vatandaşı da olan Muhammed Sultan 200 günü aşkın bir süredir açlık grevinde.

Ala’ Abdul Fettah’ın açlık grevine başlarken yazdığı açık mektubun Türkçe çevirisi İntifada Yayınları tarafından yayınlandı:

"Artık kendi iradesine tabi olmayan bir bedene hapsolmuş babamı gördüğümde özgürlüğümü kazanana kadar süresiz açlık grevine başlamaya karar verdim. Hukukun ya da herhangi bir adalet kavramının denetiminde olmayan bir süresiz tutuklulukta adaletsiz bir güce tabi olduğu müddetçe bedenimin esenliğinin bir kıymeti yok.

Daha önce de bu düşüncem vardı, ama bir kenara koydum. Aileme bir yük daha bindirmek istemedim, hepimiz biliyoruz ki İçişleri Bakanlığı açlık grevi yapanların hayatını kolaylaştırmıyor. Ailemin cefasının ben hapiste olduğum her gün arttığını şimdi fark ediyorum. Küçük kız kardeşim Senaa ve İttihadiye protestocuları sırf gözaltındaki insanların özgürlüğünü talep ettikleri için tutuklandı. Kız kardeşimi benim özgürlüğümü talep ettiği için hapse attılar! Ve böylece ailemin çabaları iki tutsak arasında bölündü ve babamın kalbi iki mahkeme arasında bitap düştü. Babam bu talihsiz Şura Meclisi davasından dolayı olması gereken ameliyatı birçok kere ertelemişti.

Daha ilk tutuklanmamın travmasını atlatmak için mücadele eden oğlum Halid’den kopardılar beni. Sonra İçişleri Bakanlığı’nın “insani” jesti -komadaki babama ziyaretim- sırasında sergilediği acımasız performans vardı. Polis, bu ziyarete izin vermeden önce hastane koğuşunu ve koridoru hastalardan, doktorlardan, ailelerden ve hemşirelerden boşaltmaya çalıştı. Zamanlar belirleyip bize bildirdiler ve sonra iptal ettiler. En sonunda tıpkı beni tutuklarken gösterdikleri sevecenlikle şafak vakti koğuşumdan alelacele kapıp götürdüler.

Polis şefi kaçmamamı nasıl sağlayacağına karar veremedi. Tüm bunların bir tezgâh olduğuna, kimsenin hasta olmadığına ve onu dinlenme saatlerinden yoksun bırakmak için komplo kurduğumuza tamamen kani olmuş. Hastaneye polis nakil aracının demir kasasına zincirlenmiş olarak vardım ve sonunda koridora bir kamera yerleştirdiler ve rızamız olmadığı halde bizi filme aldılar.

Tüm bunlar, sabrımın annem Leyla’ya kız kardeşim Muna’ya veya eşim Manal’a yardımcı olamayacağını bana gösterdi. Bu bekleyiş ailemin cefasını hafifletmeyecek, aksine onları da benim gibi tutsak ediyor, insanlıktan yoksun ve merhametsiz bir örgütün emirlerine ve huysuzluğuna tabi kılıyor.

Daha önceleri de mahkeme ve hapishaneler ile karşı karşıya kaldım ve hoş geldin, sefa geldin dedim. Muhalif duruşlar için gerekli ve beklenen bir bedel ve adil yargılanma ilkeleri ve güvencesi için savaşma fırsatı olarak gördüm bunları. Her duruşma, erteleme ya da yargılama olağanüstü hal adaletine baskı uygulama fırsatıydı, namuslu olduğunu düşündüğümüz yargıçlara destek olma fırsatıydı. Bu yargıçlardan çok sayıda olduğunu ve bizim desteğimize ihtiyaçları olduğunu düşünüyorduk. Hapishanedeki her bir gün topluma adaletsiz yere hapsedilmiş birçok insanı hatırlatmak için bir fırsatt, haklarımızın bu günden güne aşınmasına son vermek için çalışsınlar diye medyayı ve siyasi grupları sıkıştırmak için bir fırsattı.

Fakat en sonunda sivil hâkimin önüne çıktığımda en berbat olağanüstü hal mahkemelerindekinden daha az adalet buldum. Usul, hukuk, standartlar hepsi bir kenara itildi ve birçok vakanın detaylarını açığa çıkartabilmemize rağmen bir tek hâkim bile Tora Polis Akademisi’nde yapılan yargılamalara karşı sesini yükseltmedi. Politikacılara gelince, adaletin başına gelenlerden bir kez bile bahsetmeksizin, devrimci tarihimize dayanarak bizler için merhamet dilenmekle yetiniyorlardı.

Hapishanedeki günlerim bizi hiçbir şekilde hukuk devletine ya da adil mahkemelere yakınlaştırmıyor. Hapishaneler bugün bana nefretten başka bir şey vermiyor.

Devlet ile İslamcılar arasındaki kanlıçatışma başladığından beri birçok kez bunun bir parçası olmamamız gerektiğini dile getirdim. Geleneksel olarak istikrardan sorumlu olan bu muhafazakâr güç, bir kutuplaşma sürecini dayatarak bir tarafın tam teslimiyeti yahut imhası haricinde sonu gelmeyecek bir çatışmaya girince, yüreği devrimle birlikte atanların rolü, toplumu frenlemeye ve bu çatışmayı durdurmaya çalışmak olacaktır.

Her iki tarafın ihlallerinin ve suçlarının karşısında durmamız ve aidiyetlerine bakmaksızın kurbanların tarafında olmamız gerektiğini defalarca söyledim. Ayrıca bugün yaşamın kendisinin temelleri tehdit altında olduğu için yaşam hakkı, bedenin haysiyeti ve bireyin özgürlüğü çerçevesi dışında hiçbir talep yükseltmeden kendimizi bu çatışmanın bütünüyle dışında tutmamız gerektiğini de söyledim.

Muna, olağanüstü yargılamaları durdurmak için gönüllüleri örgütlüyor, annem işkence kurbanları ile sürekli irtibat halinde ve sadece sahada olmasıyla- genç protestoculara belli bir koruma ve kolay kolay itibarsızlaştırılamayacak bir tanıklık sağlıyor. Manal, kampanyalar örgütlemeleri ve ihlalleri belgelemeleri için gerekli uzmanlığı ve teknolojiyi eylemcilere ve kurbanlara sağlama işini benimle paylaşıyor. Senaa haksız yere hapsedilenlere destek ve bakım örgütlüyor ve babam, mahkemede hem onları hem de bizi savunuyor. Anayasaya aykırı olduklarını kanıtlayarak yasaları alt ediyor ve bu haksızlığa uğrayanları mucizevi aklama kararlarıyla serbest bıraktırıyor. Hatta zaman zaman bir işkenceciyi hapse attırmayı başarıyor.

Sürekli hapse atılmam, ailemin mücadele zincirindeki bir halkaydı. Asla vazgeçmeyen binlerin ve bazen ayaklanan milyonların mücadelesinin parçasıydık birlikte.

Bugün bu zincir kırıldı. Bana hep göz kulak olan Senaa hapiste ve kendisine göz kulak olacak birisine ihtiyaç duyuyor. Manal, Halid’i hapsedilmemin duygusal ve pratik sonuçlarından korumak için tek başına çalışıyor. Muna ve annem artık beni savunamayacak olan komadaki babama bakıyor.

Bugün -sadece kendi özgürlüğüm için değil, ailemin yaşama hakkı için de- savaşmak üzere izninizi istiyorum. Bugün itibariyle babamın kendi bedeni ile savaşında onun yanında oluncaya kadar bedenimi besinden yoksun bırakacağım, çünkü bedenin haysiyeti sevdiklerinin sarılmasına ihtiyaç duyar.

Dualarınızı bekliyorum. Dayanışmanızı bekliyorum. Benim artık yapamadıklarımı yapmaya -mücadele etmeye, düş kurmaya ve umut etmeye- devam etmenizi istiyorum.

18 Ağustos 2014

Grevin birinci günü"

(Mada Masr'dan çeviren İntifada Yayınları)