Perwer Yaş -ANF

Berlin - “Almanım ancak, Hamburg’ta doğduğumdan itibaren değil. Almanca benim birinci dilim, fakat anadilim değil. Ben bir göçmenim, fakat gerçek bile henüz göçmen olamamış. Soyadım birçok kişi için büyük bir engel, çünkü Özoğuz’u okumakta zorlanıyorsunuz. Zaten biliyorum, soyadı yoldaşlar arasında sorun değil.”

Aydan Özoğuz, 3-5 Aralık tarihleri arasında Berlin’de yapılan Sosyal Demokrat Parti (SPD) kurultayında genel başkan yardımcılığı için aday olduğunda konuşmasına bu sözlerle başlamıştı. Seçimin sonunda yüzde 86.8 oy oranı ile büyük başarı elde eden Özoğuz, SPD’nin 150 yıllık tarihinde bu göreve gelen ilk göçmen.

Aslen Kilisli olan, fakat İstanbul’da büyüyen şimdi 85 yaşında olan babasının yolu, 1950’li yılların ortasında fındık ticareti yapmak için Almanya’ya düşmüştü, bu yüzden de liman kenti Hamburg’u seçmişti. Ailesi 1961’in başında gurbette kalmaya karar verdiğinde henüz Türkiye ile iş anlaşması yapılmamıştır ve tüm Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin sayısı 7 bindir.

1967 doğumlu Aydan Özoğuz, üniversite yıllarında özellikle göçmenler arasında yaptığı çalışmalarla dikkat çekiyor. İki yıl Hamburg Türk Öğrenciler Birliği’nin başkanlığı yaptı. 1990’lardır ve yabancı düşmanlığının zirveye çıktığı yıllardır. Solingen katliamını proteste gösterilerine katılanlardan birisi de Özoğuz’dur. O da ‘yabancı avı’ndan ürkmüştür ve çocuklara, kardeşlerine yangın sırasında evden kaçmanın yollarını anlatıyordur.

2001-2008 yılları arasında Hamburg Eyalet Meclis üyesi olan Özoğuz’un eşi Michael Neumann ise Hamburg Eyalet Meclisi’nde hala SPD’nin Grup Başkanı. 2009’da federal meclise girmeyi başaran Özoğuz, entegrasyon kavramına karşı çıkıyor. Entegrasyon deyince artık herkesin aklına zor şeyler geldiğini anlatan Özoğuz, göçmenlere yönelik istatistikleri de tehlikeli buluyor.

Federal Meclis’teki bürosunda sorularımızı yanıtlayan SPD’nin genel başkan yardımcısı ile göçmenleri, yabancılara karşı önyargıları, Almanya’daki Kürtleri, ‘namus cinayetlerini’ (gerçi o bu kavrama da eleştiriyor) ve en önemlisi de son bir aydır gündemi işgal eden Nazi cinayetlerini konuştuk.

‘BANA DÜŞMAN OLANLAR BU KEZ YAZMADI’

* Genel başkan yardımcısı olmanızın üzerinden bir ay geçti, ne tür tepkiler alıyorsunuz?

- Çok çok olumlu tepkiler aldım, açıkçası bu kadar beklemiyordum. Şaşırdım demeyeyim, yanlış bir kelime olur, ama ben aslında olumsuz tepki de bekliyordum. Aygül Özkan’dan duymuştum, ilk bakan olduğunda düşmanca faks ve elektronik postalar almıştı. Böyle bir şeyin bana karşı olabileceğini düşünmüştük. Fakat bu sefer hiçbir şey olmadı.

Demek ki istemeyenler bu sefer yazmıyor. (Gülerek) Her zaman değil, ama bu kez sustular. Tabii ki güzel bir şey, büromda çalışan arkadaşlar da, Alman kökenliler ve şöyle diyorlar; toplumumuzu seninle daha iyi tanımaya çalışıyoruz. Beni şaşırtan başka bir şey de Türkiye’de bu kadar gündeme gelmemdi. Ayrıca babam 85 yaşında ve yalnız, televizyon kanallarında böyle sık sık beni görünce çok hoşuna gitti. Bana da “Kızım senin sayende artık telefonum çalıyor” dedi.

* Hamburg’ta size oy veren seçmenler ne diyorlar, onlar da sizin gibi şaşırdılar mı?

- Onlardan bir sürü mektup alıyorum, tebrik ediyorlar. Çok güzel şeyler bunlar. Çok uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımdan bile mesajlar alıyorum. Hatta okul arkadaşlarım, 20 yıldır görüşmediklerim bile bir şekilde bana ulaşıp tebrik ediyorlar. Bunların işin güzel tarafı, ancak iş yeni başlıyor.

* Nazi terörü, aşırı sağ ve yabancı düşmanlığının gündemde olması seçilmenizde olumlu bir hava yarattı mı?

- Aslında başta öyle bir şey düşünmüştüm; acaba öyle bir etki olur mu diye? Olabilir ama sosyal demokratlar zaten Nazilere karşı olan bir parti. Hıristiyan demokrat olsa, belki başta göstermeyeceği tepkiyi gösterebilir. Ancak aktüel gelişmelerin sosyal demokratlar üzerinde bir etkisi olacağını düşünmüyorum.

‘BENİ NAZİ CİNAYETLERİ İÇİN SEÇMEDİLER’

* Delegelerden yüksek oranda oy almanızda muhakkak performansınız belirleyici olmuştur. Acaba duygusal oylar da yok muydu?

- Belki, olabilir. Kesin bir şey söyleyemem. Ama milletvekili olduğum zaman da çok büyük oy almıştım. O dönemle kıyasladığımda ‘ha bunun içindir’ diyemem. Tabii ki bu son olaylar sosyal demokratları çok etkiledi. Fakat bunun için beni seçtiklerini zan etmiyorum. Bu konuda bir ciddiyet var.

* Ama basındaki kimi yorumlara göre SPD’nin Sarrazin’i üyelikten atamaması da sizin yüksek oy olmanızda etkileyici olmuş. Böyle bir şey var mı; sizin başkanlığınız bu konuda SPD’nin ara formülü müdür?

- Bence bunun bir doğru, bir de yanlış tarafı var. Son parti kongresi iki yıl önce Dresden’de yapılmıştı. İşte o kongrede Sigmar Gabriel kürsüye çıkıp ‘Biz göçmenler ve uyum konusunu çok ihtimal ettik. Biz nasıl böyle bir hata yaptık?’ demişti. Şunu da düşünmek lazım; o zaman SPD tamamen çökmüştü. Gabriel ondan sonra ‘böyle yapmayacağım’ demişti.

Yani onun kafasında göçmen kökenli birisini getirmek vardı ve Sarrazin konusu da daha sonra gündeme geldi. Mutlaka, Sarrazin meselesinden sonra böyle bir konuya daha fazla ağırlık vermiştir de olabilir. Belki o zamana kadar sadece yönetim kurulu vardı kafasında, şimdi atıyorum tabi bunları. Bunu ona sormanız lazım.

* Yani başkan Gabriel mi sizi önerdi?

- Bana daha önce ‘yardımcım olmayı ister misin, böyle bir şey düşünür müsün?’ diye sormuştu. Ben de bunu birkaç hafta düşündüm. Kongreden birkaç ay önceydi, yaz aylardı.

‘SARRAZİN KONUSUNU REKLAMI OLMAMASI İÇİN KAPATTIK’

* Tekrar Sarrizin konusuna döneceğim. Böyle ırkçı düşünceleri olan birisini partinizden atmak gerçekten çok zor mu?

- Partiden birini atmak Almanya’da çok zor bir şey. Bu konuda çok ağır kurallar ve bence de böyle bir şey olması çok doğru. Biz şöyle bir tablonun önündeydik; isteseydik bu konuya girerdik ve mahkemeyi sürdürürdük. Bir yıl boyunca, belki de 1,5 yıl sürecekti ve sonuçta bir karar çıkacaktı. Ama şunu düşünmek lazım; bir yıl sessiz geçmiyor. Biz bir yıl boyunca bu konunun gazetelerde işlenmesini istiyor muyuz? Ona bir sahne vermiş olacaktık. O zaman parti yönetimi ‘bunu yapmayalım’ dedi. O zaman içinde değildim, ama herhalde ben de öyle düşünürdüm. Adam olduğundan çok daha fazla büyümüş zaten.

Geçen gün çok garip bir şey oldu, onu size anlatayım. Bir toplantı vardı, Gabriel’in işi vardı ve son anda katılamadı. Ben gittim onun yerine, uyumu konuştuk. Salon tıka basa doluydu, her gruptan üyeler ve gazeteciler vardı. Spontan olmuştu ama çok güzel geçti, dialar ve Spiegel’in kapaklarını götürmüştüm.

Sonunda bir gazeteci kalktı ve şunu söyledi; ‘Bir saattir burada tartışıyoruz ve bir kere olsun Sarrazin ismi geçmedi.’ Ben de şunu söyledim; “Bu isim bana niçin lazım, bu konu ondan önce de var, yine çözümler de ondan önce vardı. Hepsini gerçekleştiremedik, bunları size sunuyorum. Sarrizin’den söz etsem ne değişecek?” Cevabımdan sonra gazeteci uzun uzun baktı bana. Şuna şaşırıyorum; birçok gazeteci ve aklı başında insan Sarrazin olmazsa bu konu konuşulmayacak şeklinde kendisini inandırmış.

* Partinizde ‘gizli Sarrazinler’ yok mudur?

- Muhakkak vardır. Şimdi herkese gidip ‘sen nasıl düşünüyorsun?’ diye soramam. Her ne kadar azalma olsa da biz çok büyük bir partiyiz, halk partisiyiz. Her düşünceden insan bizde de var. Şunu söyleyeyim; Sarrazin bazı insanların korkularını kullanıyor, belki de insanların bilgisizliğini de kullanıyor. Yani yabancılar hakkında herhangi bir bilgisi olmayanlara kendi düşüncesini empoze ediyor. Sonra da ‘a bu biliyormuş’ gibi gözüküyor.

‘ENTEGRASYON KAVRAMINA KARŞIYIM’

* Önce Sarrazin’in hakaretleri, sonra da Merkel’in ‘multi-kulti’ bitti açıklaması. Şimdi de Nazi cinayetleri. Almanya’nın göçmen kitabında yeni bir üniteye mi geldik?

- Entegrasyonun ne başı, ne de sonu var, her nesille devam ediyor. Ama bir de şu var; kavramları tekrar düşünmemiz lazım. Entegrasyon kavramı ne demek? Ben bunu çok eleştiriyorum; entegrasyon deyince aklımıza ne geliyor? Bu kavram benim gözümde bir şey uyandırmıyor.

* Bu tartışmalardan sonra mı böyle düşünmeye başladınız?

- Hayır. Epeydir, öyle düşünüyorum. Mesela Merkel ‘multi-kulti bitti’ dediği zaman neyi kast ediyor? Okulları mı, eğitim sistemini mi, işsizliği mi, yoksa gençler arasındaki şiddet olaylarını mı? Her şey olabilir ve bu yüzden de kavram açık duruyor. Artık şunu uyandırıyor; hoşunuza gitmeyen şeyler. Entegrasyon deyince herkesin aklına problem, zor şeyler geliyor ve istediğimiz gibi olmayan bir şey.

Herkes farklı bir şey bunun altında görüyor. Bunun için ben şunu diyorum; bu kavramları bırakalım ve konulara direkt olarak girelim. Yani bazı okulların durumu hoşuma gitmiyorsa onu tartışalım. O zaman göreceğiz ki sadece yabancıların problemi yok, aynı zamanda eğitim sisteminin de sorunları var. İstatistiklerde sürekli yabancı kökenli gençlerin çok işsiz kaldığı belirtiliyor. Bunlar doğru sayılar, durum böyle.

Ama buna katmadığımız bir şey var; yabancı bir isimle bir işyerine başvurduğunuz zaman negatif bir cevap alma olasılığınız çok yüksek. Bunları da anlatmak lazım; biz hep Alman tarafından bakıyoruz. Peki onlar ne yapıyor? Benim sistemim bu insanlara yardımcı olmaya hazır mı, konusunu hiçbir zaman araştırmıyoruz. Bunlar beni rahatsız ediyor. Bundan sonra diyorum ki lütfen konuyu direk ve net olarak söyleyin. Entegrasyon deyince ne; gençleri mi, yaşlıları mı, işsizlik mi?

‘NE DEMEK MEMLEKETTEN KIZ GETİRECEĞİM?’

* 50 yıla baktığımızda göçmenler hak ettikleri yerlerde mi?

- (Gülerek) Göçmenler bence her yerdeler, sadece bir yerde değiller. Bir tek; yükselemiyorlar. Ona bakarsanız işveren, bilim insanı, çok başarılı gençler de var. Buraya gelen insanların birçoğu yüksek eğitimle gelmemiş insanlar. Para kazanmak için gelmişler. Yine Kürtlerin durumu, Türkiye’den kaçtıkları için buraya geldiler. Onlar da çok yüksek eğitimle gelmediler ve sonuçta mülteciydiler. Şimdi bunların çocuklarından hemen profesör olmasını bekleyemeyiz.

Bir de başka bir şey daha var; anne ve babası okumamış bir çocuk bakıyorsunuz çok parlak bir yerde. Fakat bunları yeteri kadar topluma göstermedik. Başka küçük bir kesim daha var, derneklere gittiğimde görüyorum. ‘Almanların arasına girmek zaten iyi bir şey değiller’ diyorlar, yada ‘Almanca bilmezsen de olur’ gibi düşünceleri dile getirenler de var. Ben de bir zamanlar öğrenci derneğindeydim ve o zaman şöyle diyorlardı; Aman çocuklarımız Türkçe konuşsun, Türkçe bilsinler. Biz de şunu diyorduk; Almanca öğrenseler daha iyi değil mi? Bu durum son yıllarda değişti tabii. Ama yine topluma katılmak istemeyen kesimler de var.

Bazı erkek arkadaşlardan duyuyorum; ‘ben gidip memleketten bir kız getiririm.’ Herhalde buradaki aklı başındaki kızlar onunla evlenmek istemiyordur ve bir yerden getirmesi lazım. Buna tepki göstermek gerekiyor. Bir de dedikodular da var; zaten işsiz birisidir, kimse onunla evlenmek istemez gibi. Keşke bu tür insanlara da tepki göstersek. Ne demek bir kız getireceğim? Mal mı o?

* Galiba hükümet de bunu görmüş olmalı ki buraya gelişleri zorlaştırmak için Almanca şartı getirdi? Sizce bunda haklılık payı var mı?

- Bence bu iyi bir şey değil. Almancayı burada öğrenseler daha iyi. Bir diploma alıp buraya gelmek bana biraz aykırı geliyor. Ben bir insanı seviyorsam ve evlenmeye karar vermişsem, bir lisans testinden geçmek bence saçma bir şey. Burada yaşayan herkes zaten Almanca bilmek zorunda ve bu iyi bir şey. Eski hatalarımızı tekrarlamayalım; burada 40 yıl yaşayıp Almanca konuşamamak bir hataydı. Dediğim gibi burada kursa gitsin.

* Bununla bağlantılı basının çok işlediği konulardan biri de göçmenler arasındaki zorla evlilikler ve namus cinayetleri. Almanlar arasında da böyle cinayetler sürekli işleniyor, ancak onların ki için ‘familiendrama’ (aile dramı) deniyor. Niye böyle bir ayırım var?

- Bunu kolay kolay değiştiremeyeceğiz. Evet, o kadar yıl uğraştıktan sonra bunu görüyorum. Burada da iki konu paralel. Hamburg’ta toplantılar yaptığımız ve görüştüğüm gruplar vardı. Onların bir kısmı çocukların derslerini takip edemiyordu, hatta eşleriyle büyük sorunlar da yaşayanlar var. Tabii sürekli gündemde olmaları onları rahatsız ediyor, çünkü her taraftan bir saldırı var. Özellikle Necle Kelek’ten sonra ‘hep dövülüyorsun’ gibi bir imaj doğdu.

“ALMANLAR HEP ‘KARŞIMDAKİ KURBAN OLSUN’ İSTİYOR”

* Necle Kelek gibi bunu kullanarak popüler olmak isteyenlere nasıl bakıyorsunuz?

- Beni şaşırtan bir şey; düzgün bir araştırma yapan birisini hiç kimse dinlemiyor. Ama Necla Kelek gelip ‘Ben 30 Türkle görüştüm, hepsi dövülüyor’ dediği zaman, ‘hadi hurra’ herkes takip ediyor. Çoğu zaman ona karşı gelmekle bu konuyu kapatmak istiyormuşuz gibi bir tepki aldık. Alice Schwarzer (feminist, gazeteci) ile ne mektuplar yazıştık, bir bilseniz. Başta bana böyle düşman gibi bir yaklaşımı vardı.

* Tartışmalarınız içeriği neydi?

- O sürekli bana ‘konuyu örtmek istiyorsun, bunlar böyle, kadınların durumu şöyle’ diyordu. Ben de ona durumu böyle olan kadınlarla çalışalım ve hepsi için böyledir demeyin, bu doğru değil. Almanlarda da şöyle bir yaklaşım var; ‘karşımdaki hep kurban olsun, ben yardım etmiş olayım’. Peki seninle aynı durumda olan birisiyle nasıl görüşüyorsun? Demek ki görüşemiyorsun gibi bir durum çıkıyor ortaya. Bu rahatsız edici bir şey, kadınlar için de iyi değil.

‘ÖLÜM LİSTELERİNİ KİMİN HAZIRLADIĞI ARAŞTIRILSIN’

* Biraz da aktüel gelişmeleri konuşalım. Kasım ayında ortaya çıkan kanlı Nazi örgütü gerçekten de güvenlik birimlerince bilinmiyor muydu? Neden şimdi deşifre edildi?

- Tabii ki Nazilerin olduğu biliniyordu. Ancak anlaşıldığı kadar böyle bir ağın olduğundan kimse haberdar değilmiş. Bütün Nazi örgütleri bir değil. Şimdi NPD’yi kapatabilmek için sözü edilen NSU ile bağlar araştırılıyor. NSU için başta 3-4 kişi dediler, şimdi 12 kişinin ismi geçiyor. Demek ki gerçekten çok kapalı bir örgütmüş, kimsenin öğrenmemesi için kimseye içlerine almamışlar.

Bende bir sürü soru işareti var; listeleri kim hazırladı, o isimleri kim verdi? Hangi motivasyonla o kişiler seçildi? Kurbanlar ve öldürülmemiş isimler de var. Yine niye o kadın polis öldürüldü? Herhangi birini öldürmediler. Listeleri vardı. Bana göre tüm bunların altında çok daha detaylı bir şeyler yatıyor.

* Sizin görüşünüz nedir? Neden bu kişiler seçildi?

- Ben tahmin etmeyi pek sevmiyorum ve yapmıyorum da. Bakıyorum gazetelerde her gün yeni bir tahmin ve teori var. Ben siyasetçi olarak sonuçları bekliyorum. Ben her şeyi bilmek istiyorum. Benim öncelikli amacım bu.

* Bu konuda hükümetin ve güvenlik birimlerinin çabası yeterli mi?

- En azından her gün yeni bir ayrıntı ortaya çıkartıyorlar. Bu güzel bir şey tabii. Federal başsavcı da baya hırslı gözüyor ve ‘ortaya çıkartacağız’ diyor. Ona bir güvenim var, bakalım.

‘KÜRTLER VATANDAŞI OLDUKLARI ÜLKEYLE ANILIYOR’

* İçişleri Bakanlığı bu yıl Sol Parti’nin bir soru önergesine verdiği yanıtta ilk kez bir milyona yakın Kürt kökenli göçmenin yaşadığını kabul etti. Ama Kürtler hala bir göçmen grubu olarak tanınmıyor. Bunun nedenleri nelerdir?

- Çünkü öyle bir belge yok. Her isteyen tabii ki ‘ben Kürdüm’ diyebilir. Ama istatistikler her zaman vatandaşlığa bağlı. Başka bir istatiğimiz yok. Şimdi burada örneğin Türk vatandaşı veya Irak veya İran vatandaşı kaç kişi var şeklinde kayıt ediliyor.

İstatistikler bir işe yararsa yapılır. Ben açıkçası istatistiklerde her zaman bir tehlike görüyorum. Örneğin cinayet işlenirken, işte şu kadar Türk kökenli deniliyor. Cinayet işleyen cinayet işliyor ha Türkmüş, ha Kürtmüş bana ne? O zaman bir istatistik olduğu zaman töre ve zorla evliliklerde hep kullanılmış olacak. Yani istatistikler her zaman iyiye kullanılmıyor. Mülteci olarak gelen Kürtlerin sayısı var. İşte o zaman Türkiye’den kaçıp gelen Kürtlerin sayısını biliyoruz.

* Almanya’da yaşayan yüksek Kürt nüfusuna rağmen, üstelik Türkiye’de baskı gördükleri için kaçmışlar, fakat hala en basitinden anadilde eğitim hakkına her yerde sahip değiller. Böyle bir hak içinde sizin seçim bölgeniz Hamburg’un da olduğu sadece 5 eyalette var.

- Biz o zaman Hamburg’ta anadilde eğitim çalışması yaparken, şu kadar milletten şu kadar insan var demedik. Şu kadar lisanstan şu kadar çocuk var denildi. Pizza araştırmasında da öyle yapıldı; hangi ailede ne lisans konuşuluyor? Aile Kürt mü değil mi, böyle bir şey sorulmadı, sadece ‘hangi dili konuşuyorsunuz?’ denildi. O zaman böyle bir sayı çıktı ve anadilde eğitim hakkının verilmesine karar verdik. Yani istatistiklere kültürel bakış açısından yaklaşmak olumlu.

“TÜRKİYE’Yİ HER GELEN FARKLI ANLATIYOR”

* Söz Kürtlerden açılmışken, Türkiye’yi izliyor musunuz? Örneğin Kürt siyasetçilerine hatta gazetecilere yönelik tutuklamalar son dönemde arttı. Buradan Türkiye nasıl görünüyor?

- Eskiden Türkiye’yi daha iyi izliyordum, üzerinde de çalışıyordum. Fakat son iki yıldır biraz uzaktan izliyorum. Şimdi dışişleri politikası yapmıyorum. Bunlar benim şahsi düşüncelerim. Türkiye çok ilginç bir ülke. Çünkü Türkiye’den gelenler birbirinden yüzde yüz farklı tablolar çiziyor. Bunu başka ülkelerde o kadar yaşamıyorum. Ama Türkiye’de bunu hep hissediyorum. Biri geliyor bir şey anlatıyor, bir hafta sonra gelen başkası tam tersi bir şey anlatıyor. Sanki iki farklı ülkeden gelen insanlarmış gibi. Tabii tutukluların durumunu biz de izliyoruz. Demokrasi konusu çok çok önemli. Türkiye Avrupa’ya yaklaşmak istiyorsa buna dikkat etmeli.

* Fakat bununla bağlantılı olarak Türkiye’deki seçimlerde sanki SPD, AKP’nin politikalarına destekliyormuş gibi bir hava yaratıldı.

- Hayır öyle bir şey yok, biz Türkiye’deki hiçbir partiyi desteklemiyoruz. Zaten öyle bir şey de yapmıyoruz. Başka bir ülkenin seçim zamanında kalkıp ‘biz şu partiyi destekliyoruz’ demek zaten yanlış bir şey. Biz eskiden her zaman CHP’ye yakın bir partiydik, son yıllarda zor bir dönem yaşandı, ilişkiler bozuldu.

‘MERKEL HÜKÜMETİ ÇÖKMEK ÜZERE’

* Siz yeni dönemde SPD’de neler yapmayı düşünüyorsunuz?

- Uyum konusunu biraz geliştirmek isterim. Yine internetin faydalarını anne, babalara ve yaşlılara anlatma yönelik çalışmalarım olacak. Çünkü bu ülkede birçok insan interneti tam olarak bilmiyor. İnternetin içinde neler olduğunu pek çok insan bilmiyor. Mesela babam bizimle internette tavla oynuyor. Tabii internetin zararlarını da anlatmak gerekiyor.

* Bir sonraki hedefiniz nedir? Özellikle de 2013’teki federal seçimlerin ardından bakan olmak istemez misiniz?

- Öyle bir hedefim gerçekten yok. Ben buraya gelmeyi bile planlamıyordum. Önce bu görevi yapayım. Bunu düzgün yapmak istiyorum. Parti yararına birkaç konuyu geliştirmek istiyorum.

* Merkel’in Avrupa ve Euro politikasını nasıl görüyorsunuz?

- Merkel’in birçok problemi var. Neredeyse koalisyonu çökmek üzere. Şimdi Merkel’in kurtarıcı olarak gösterilmesi şaşırtıcı bir şey. Şu anki sorunların birçoğuna kendisi neden oldu. Karar veremedi, geç kaldı, piyasalarda güvensizlik ortaya çıktı. ‘Almanlar ne yapıyor?’ gibi. Ama bu son AB zirvesinden üç gün sonra piyasaların çökmeye başladığını gördük. Demek ki orada yaptıkları ve çizmek istediği tablo yetmedi. Bakalım, daha ne kadar bu durum sürecek.

‘SEN MÜSLÜMAN OLAMAZSIN MEKTUBU ALDIM’

* İslami bir kurulaşa yönetici oldukları için kardeşleriniz sıkça gündeme geldi. Aynı şekilde bir Almanla da evlisiniz. Her iki taraftan önyargıların olması sizi zorlamıyor mu?

- Eskiden kardeşlerimin durumunu çok yazdılar. Fakat artık bıraktılar, söz etmiyorlar. Eşime gelince şimdiye kadar öyle bir tepkiyle karşılaşmadım. Ama galiba bir 10 yıl önceydi, bu işlere yeni girdiğimde bir e-mail almıştım. Şöyle diyordu; ‘sen Müslüman olamazsın’. Ama çalışmalarda veya derneklere gittiğimde böyle bir şeyle karşılamıyorum.

* Ailenize zaman ayırıyor musunuz, sonuçta Hamburg’a her gün gidip gelmek zorundasınız? Siyaset konuşmaya devam ediyor musunuz, ya da şöyle sorayım; eve de iş götürüyor musunuz?

- Tabii ki elimden gelince aileme zaman ayırıyorum. Eskiden evde siyaseti konuşmazdık. Ancak son zamanlarda daha çok tartışmaya ve konuşmaya başladık.