Eski ismi Amid olan Diyarbakır…

Amid birçok anlam taşımasıyla birlikte en çok “en uç nokta”, “el değmemiş, bakir, kutsal yer” ve “orta yer, dünyanın ortası” anlamlarıyla bütünleşir.

Kuruluşunun 5 bin yıl öncesine dayandığı söylenen bu tarih kokan kent can çekişiyor. Tarihsel bütünlüğü ile birlikte yıkılıyor. Asıl tarih dokusunu barındırdığı Sur ilçesi, yani şehrin merkezinin büyük bölümü yıkılmış durumda. Sur ilçesinin 6 mahallesinde yaklaşık 21 aydır sokağa çıkma yasağı devam ediyor.

Yetkililerce evlerini satışa zorlanmasına rağmen satmayan vatandaşların evleri dahil yıkım sürüyor. Evlerini satmayan vatandaşlara “biz evini yıkalım sen mahkemeye gidersin” deniyor!

Surlar şahit yıkıma. Bir taraftan şahit olurken diğer taraftan yıkımı da gövdesiyle gizlemekte, belki de utancından

Surların üstüne çıkmak da yasaklanmış! Çıkış noktalarına engeller koyulmuş. İnsanlar surlara çıkıp yıkımı görmesinler diye olması gerek!

Sadece yıkım yok!

Yaşam abluka altına alınmış. Kent bariyerlerden geçilmiyor. Cezaevi beton bariyerlerle çevrilmiş! Valilik çevresine konulan bariyerler nedeniyle üç cadde ulaşıma kapatılmış durumda.

Karakollar, Belediyeler, bazı kurum ve kuruluşlar bariyerlerle çevrili.

Zırhlı araçlar ve TOMA’lar bariyerlerin yanında konumlanmış. 24 saat çalışır vaziyette duruyorlar. Her an bir saldırı bekleniyor hissi verilmiş.

Neredeyse sivil yapılar haricindeki tüm binalar, kurum ve kuruluşlar, beton veya çelik bariyerlerle koruma altında.

Siviller açıkta kalmış!

Bu durum kanıksanmış görünse de alttan alta stres yaratıyor.

Her an bir şeyler olacakmış gibi yaşamak!

Güzelim kent bu hale neden geldi/getirildi?

Barış/Çözüm süreci denilen ve yaklaşık iki yıl süren çatışmasız ortamdan savaş alanına evrilen, yıkım ve ölümleri beraberinde getiren, yüz binlerce insanı kendi topraklarında mülteci durumuna düşüren ortama neden ve nasıl geldik/getirildik?

Ölümleri, yıkımları, zulmü kim ister?

Kimler insanların mutsuzluğuyla beslenir?

Kimler Miray bebeğin, Taybet ananın ölümünden mutluluk duyar?

Ölüm ve kanla beslenen silah tüccarları mı yoksa “yıkılsın yapalım para kazanalım” diyecek iş adamları mı?

Gözünü kâr ve para hırsı bürümüş, insanlıktan nasibini almamış, para için, mal için onurunu satanlar mı?

Kim sevinebilir ölümlere?

Bu kadar nefret neden?

“Depremler hep doğuda olsun”, “Kürtlerin tamamı öldürülsün” diyenler mi suçlu yoksa topluma bu kin ve nefreti aşılayanlar mı?

Alevileri Müslüman’dan, Ermeni ve Kürtleri insandan saymayarak öldürülmelerini düşünenler mi yoksa bu fikri, düşünceyi ortaya koyanlar mı suçlu?

Ya bizlere ne demeli?

Her şeyi bilen, tüm gerçekleri özümsemiş, gerçek suçluları tanıdığını söyleyen, doğrudan ve dürüstlükten taviz vermeyen, “mangalda kül” bırakmayan! Ama elini, kolunu, ağzını kıpırdatmayan bizlere ne demeli?

Biz “sütten çıkmış ak kaşık” mıyız?

Birini/birilerini öldüren kadar buna seyirci kalan, arkasını dönen, kulaklarını çığlıklara kapatan, alkışlayan, sevineler de canidir ve suçludur.

Aynı durum, taciz ve tecavüzden işkenceye, dayaktan kötü muameleye kadar insana yakışmayan, insanlık dışı her türlü muameleye göz yuman, sessiz kalan, üzerini örtmeye çalışanlar için de geçerlidir.

Kötü olana, çirkin olana, insana yakışmayana, zulme ve haksızlığa karşı çıkmayan ve sessiz kalan her insan bunu gerçekleştirenler kadar suçludur.

Bizler sessizliğimizle, göz yummamızla, arkamızı dönerek görmezden gelmemizle yardımcı olduk, bizi bu ortama getiren zalimlere!

Haksızlıklara başından karşı çıksaydık, kimselere fiske bile vurulmasına izin vermeseydik, kimselerin aç kalmasına müsaade etmeseydik, gözlerimi, kulaklarımızı, vicdanlarımızı açık tutsaydık, ne zalim olurdu ne zulüm.

Suçlu ne gözlerini para hırsı bürümüş para babaları, ne kanla beslenen silah tüccarları ne de insanlık dışı sistemdir.

Suçlu, tüm bunlara göz yuman, sessiz kalan ve böylece gerçek suçlulara zalim olma izni vererek suça ortak olanlar, yani bizleriz.