Dünkirk’i izledim, savaşın öbür yüzünü; siz buna ister korkaklık deyin ister kaçış; yaşamı ayakta tutma mücadelesinin tüm öbür dürtü ve duygulara ya da fikirlere galip çıktığını (hangi savaş filmi hakkında bir yorum okumuşsak böyle bir tanımla başlamaz mı zaten, ama inanın bu defa ki doğru; evet, savaşta bunlar olur, başka bir şey değil, geri kalan her şey palavra ya da efsane) gösteren bir yapıt, bence alanında başyapıt. Sizi bilmem; ama en azından ben bu biçimde, neredeyse tüm karakterlerine böyle bakan başka bir filmi izlediğimi anımsamıyorum.

Dünkirk’in gerçek tarihi hakkında bilgi verecek konumda değilim elbette; yine de bu film gösterdi ki savaşta işin aslı herkes canını kurtarma derdinde, başka bir şey değil.

Muhtemeldir ki canlıların en güçlü içgüdüsü yaşama arzusu, onur şahsiyet falan filan uzak ihtimal ve zaten film buna odaklanıyor, en azından ben filmi böyle de okudum.

Ancak aptallar ve caniler kahramanlıklar yapmaya çalışır. Birkaç iyi niyet dışında bu filmde neyse ki bu aptallardan ve canilerden kimse yoktu.

Tarih, adını altın harflerle yazdırmaya çalışan canilerle dolu. Ben isimlerini saymayayım, siz tahmin edip bulabilirsiniz. Kimisi kahraman olmak için savaşa koşar, kimisi faşist görüşünü daha da insanlara dayatmak için. İnsanların hayatlarını değiştireyim derken korkunç bir zorbalığa başvururlar. Ama çoğu cani olarak hatırlanır, hatırlanacak, ellerinde hayatlarından başka hiçbir şeyleri olmayanlar ve ölümüne neden olduğu insanların çocukları ve torunlarınca, en azından bu gerçek değişmeyecek uzun zaman.

Gerçi bu onların umurunda olmayacaktır, çünkü bu başlara hayran ya da tapan birileri her zaman var olacaktır; ne yazık ki tarih bu tarafından da acımazsızdır aslında.

Hitler Almanya’da değil belki, ama başka coğrafyalarda, eminim ki Yahudilere yaptıklarından dolayı kutsal bir şahsiyet olarak görülüyordur nerdeyse.

Bu canilerden biri Saddam Hüseyin’dir dersem sanırım kimse beni hapse atmaz bugün, Kürtlere yaptıkları unutulacak gibi değil.

Kürtlere yaptıklarıyla kuşkusuz ilerde de unutulmayacak başka isimler sayabilirim (hâlâ gürül gürül bağıran), ama sayıları çok fazla, isimlere gerek yok, siz tahmin edin.

Christopher Nolan’ı İnception (Başlangıç) filminden severim, bolca vurdulu kırdılı olmasına rağmen kurgusundan etkilenmemek mümkün değil. Sonrasında Interstellar (Yıldızlararası) filmi, bilimkurgu ve bolca felsefe…

Dunkirk filminin senaryosunu burada anlatacak kadar insafsız değilim; zaten öyle arkadaş sohbetlerinde keyifle anlatılacak bir senaryo da değil; yine de yaşlı kör bir adam ile savaştan sağ olarak kurtulmayı başarmış bir asker arasındaki kısa bir diyalog neredeyse filmin özeti gibi:

“Aferin, aferin çocuklar.”

“Ama biz hiçbir şey yapmadık ki hayatlarımızı kurtarmak dışında.”

“Bu kâfi.”

Bu arada oyunculukların performansları fena olmadığı gibi, film zamanının teknolojisinden de olabildiğince doğru olarak faydalandığını eklemeliyim.

Bu filmi izleyin derim, yakın zamanda; ki bu lanetli coğrafyada salyalarını akıta akıta savaşa koşanların, daha doğrusu başkalarının sesine kulak verip kendinden geçmiş halde savaşa koşturanların hiç de doğru bir seçim yapmayacaklarını bir kez daha görün diye.