Tüm toplum kesimlerinde genel bir eğilim şu ki, ülkede bu kadar haksızlık, hukuksuzluk, yalan, talan, yoksulluk, yasakçılık, yolsuzluk, çocuk istismarı, seçim hileleri, kadın ve iş cinayetleri ... bu kadar aleni iken neden gerekli veya yeterli kitlesel, demokratik tepki oluşmuyor. Haksızlık etmemek lazım, duyarlı, bilinçli ve örgütlü olarak toplumun ilerici demokrat kesimleri söz konusu olumsuzluklara seyirci kaldığını söyleyemeyiz elbette. Fakat ülkeyi yöneten en yetkililerin yalan üstüne yalan söylediği bu ortamda, 80 milyonluk bir ülkede en bilinçsiz insanın bile kör parmağım gözüne kabilinden anlayabildiği kabul edilemez bu gelişmelere duyarsızlık içinde debelenmesi anlaşılmaz bir hakikat değil mi?

Nasıl açıklayacağız bu garabeti? Ya da daha ne kadar devam edecek bu karamsarlık? Mesleğim ve işim gereği hemen her meslekten, her sektörden ve abartısız her siyasi eğilimden insanla bire bir görüşüyorum, durumdan memnun olana rastlamadım. Az veya çok herkes memnuniyetsiz, herkes karamsar.

Biraz gerilere giderek hafızamızı tazelersek, Türkiye toplumu sol korkusuyla en az elli yıldır dinselleştiriliyor, sağcılaştırılıyor. Başlangıç olarak 12 Eylül Darbesi'nden beri Türk - İslam sentezi ülkenin ana ideolojisi haline geldi. 12 Eylül'ün açtığı yolda palazlanan tarikatlar, cemaatler, yeşil sermaye, Kuran kursları, imam-hatipler, din derslerinin zorunluluğu ve yoğunluğu, toplumun dinselleştirilmesinin araçları olarak karşımızda duruyor. Örgütlü, hakkını arayan, hesap soran, yurttaşlık bilincine sahip bireyler yerine, itaatkar, korkan, ses çıkarmayan sürüleştirilmiş kitleler yaratmak için din mükemmel bir araç olma niteliği taşıyor.

Konumuz gereği dini ve dinsel düşünüşü biraz daha detaylı tanımlarsak;

Din, bir şeyi anlama, bir bilgi edinmenin ötesinde bir şeydir. Bir şeyi anlamak değil, onu bilgisizce ve anlamaksızın kabullenmedir. Bilmeyi değil, inanmayı ve tapınmayı vurgular.

Dinin amacı, insanın anlamakta güçlük çektiği özellikle manevi konular ve yaratıcı hakkında inanca dayalı bilgi ve insanın bu bilgiler doğrultusunda yaşamını sürdürmesini sağlamaktır.

Din, insanların ne yapıp ne yapmayacaklarını kutsal kitap ve peygamberin söz ve tutumları ile belirler, onların gücüyle onları toplumda egemen kılar. Dolayısıyla din, işlevci ve davranışçıdır, yani kişinin toplum içinde gözlenebilir, ölçülebilir davranış ve olaylarını kişinin özgür iradesine bırakmadan toplumsal değer yargılarını düzenleyerek sosyal yapı sistemi oluşturmakla meşguldür.

Bütün dinler insanların, dinin öğretilerini kabul etmeleri, fikir yapılarını ve yaşamlarını bunlara uygun şekilde oluşturmaları için bağlayıcı ve zorlayıcı yaptırımlar getirmişlerdir. İnsanların düşünlerine değil, duygularına hitap ederler. Eğitim gibi uzun vadeye tahammülleri olmadığından kısa vadede hedeflerine ulaşmayı amaçladıklarından insanların kar ve zarar duygularına hitap ederler.

Dinsel bilgi, anlama ve algılama güçlüğü çeken, düşünme yapmayan, cahil insanlar tarafından çok itibar görür. Çünkü bilgiler ona, düşünme zahmetinde bulunma gereği olmaksızın hazır verilir, hatta onu bilgi üretme sorumluluğundan kurtarır. Üstelik cahil insan düzeyindeki bilgileri tanrısal bilgi değeri yükleyerek, bunları bilmekle en değerli bilgileri bilen kişiler olma sanısına kapılıp bundan da kıvanç duyarlar.

Dinsel düşünüşe sahip insanlara göre, insanlık için gerekli bütün bilgilerin kutsal kitaplarda mevcut olduğuna inanıldığından, başka bilginin var olmadığına inanılır. Bu nedenle başka bilgi bulmak için araştırma ve çalışma yapmak sorumluluğundan kurtulmuş olurlar.

 Dinsel bilgi gerçeğin bilgisi değildir. İnsanın hayal, tahayyül, duygular ve sistemsiz aklı ile spekülatif ürettiği bilgilerdir.

Dinsel düşünmede jüri dindir. Hangi konu konuşulursa konulusun, mutlaka dönüp dolaşıp dine getirilir. Olgu, obje ve olaylara kutsal vasfı atfedilen din perspektifinden bakar, dini onlara jüri yapar, her şeyi dine uydurmaya çalışır.

Dinsel düşünmenin amacı, dini yaşatmak olduğundan olguya, objeye ve olaya yani her şeye, araştırmaya dayalı olmaksızın, kutsal kitapta hazır verilen mutlak, değişmez, zorlayıcı ve kesin kabul edilen bilgilerin hakemliği ile bakar, onunla yargılar, doğrular veya yanlışlar.

Dinsel düşünürler, insan için en önemli şeyin, insanın, doğaüstü mutlak varlık alanıyla ilişkisi olduğunu öne sürdüler. İnsani eylem, amacına göre değil, Tanrı'nın emirlerine uygun düşmesine veya düşmemesine göre değerlendirilir. Tanrı, insan için yüce ve yüksek bir idealdir, tek jüri O'dur.

Dinsel düşünmenin insanlığa yaptığı en büyük kötülük, kendisinden önceki insanlığın ürettiği mitos bilgileri tanrının kesin doğruları olarak insanlara kabul ettirmesi ve bunun sonucu olarak insanların bunları aşıp gerçek bilgileri bulmalarını önlemesidir.

Hiçbir etik değer, fikir ve bilgi üretmeyen, insanlığa bir katkıda bulunmayan, geçmiş insanların buluşlarını kendi çıkarı için kullanan dinsel düşünüş dönemi, kendisine insanlık çizgisinde bir değer bulamamıştır. O nedenle insanlık çizgisi, bu düşünme dönemine felsefe ve bilim üretimi açısından karanlık çağ demiştir.

Din, akla sınır çizmiştir ve o sınırı aşmasını önler. Aklın çapını genişletme çabasını geri çekerek onun mevcut çapının artırılmasına engel olur. Dine göre düşünme, ancak kutsal kitabın söylemlerini ispat etmek şartına bağlı olarak güdümlü ve sınırlı olabilir. Bu durum düşünmeyi, zihni ve aklı gelişmeyi önlemektedir.

Dinsel düşünüş, eleştiri ve sorgulama yoktur, sürekli savunma vardır. Bu nedenle dogmatiktir. Savunma zihni donuklaştırır. Eleştiri, zihni akışkanlaştırır. Dinsel düşünüş yapanların, kendilerinin özgün, fikirsel ve bilgisel ürünleri genellikle olmaz. Zaten kendisi fikir üretemeyenler, dinsel düşünüşe sığınırlar. Geçmiş düşünüş biçimlerinin ürettikleri bilgileri alır, kullanır ve kendisine mal etmeye çalışırlar.

Dinsel düşünüşün tek derdi vardır, o da tanrının varlığını ispattır. Bunun bir nedeni fikirseldir; bütün binasının tanrı temeli üzerine kurulu olmasıdır. Bu temel çürütüldüğünde diğer tüm fikri dünyası yok olmaktadır. Bir diğer neden ise çıkarsaldır; dikkat edin dinsel düşünüşü yapan kişiler çok çıkarcı olurlar. Onların geçim ve otoritelerinin kaynağının tek meşruiyeti vardır, o da tanrıdır, tanrı yoksa onlar da yok olur.

Yazımızın başında da açıkladığımız şekilde, özellikle 12 Eylül Darbesi ile temeli sağlamlaştırılan ve son yıllarda akıl tutulması boyuta varan dinsel düşünme, toplum yaşamına zorlamalarla dayatılmaya çalışılmasının boşuna olmadığı ortadır. Mevcut iktidarın Türkiye toplumunu dinselleştirme projesi en başından beri ağır, sessiz ve derinden ilerliyor, topluma ince ince nüfuz ediyor. Toplum adeta kazanın içinde suyu yavaş yavaş ısıtılan kurbağa örneğini yaşıyor.

 Ancak toplumun en az yarısı söz konuşu dinsel yaşam dayatmalarına örgütlü değilse bile bireysel tepkiler veriyor, öfke birikiyor. Özellikle geleceğin umudu gençlerde dinden gözle görülür bir uzaklaşma olduğu aşikar.

Sonuç olarak genel manada insanlığın geldiği seviye düşünüldüğünde uzun vadede karamsarlığın doğru olmadığını düşünüyorum.

 Zira insan olduğu sürece umut da vardır.