Benim bir komşum vardı, adı Hasan, diktatör ruhlu adamın tekiydi.

“Bu zamanda böyle adamlar olur mu yahu?” diye karşı çıkanlara ya da, “Diktatör ruhlu kişiler ancak krallar, devlet başkanları olur; onlar da çok eskilerde kaldı,” diyecek olanlara verebilecek cevabım, “Şöyle bir etrafınıza bakın,” olur. Gelgelelim konumuza, benim komşum Hasan, tam da böyle bir kişiydi.

Hatta bu komşum Hasan’ın kümesindeki horozlar da, ev sahibinden epeyce etkilenmiş olsalar, onların da diktatörlerden hiç de geri kalır yanları yoktu. Bir iki tane hindisi vardı bu komşum Hasan’ın, maalesef bunlar da bu konvoya dünden katılmışlardı. Nasıl mı? Öncelikle horozlardan başlayalım, kümesteki tavuklara yapmadıkları eziyet kalmamıştı, arada değil sürekli, günün her saatinde horozlanarak bu zavallı tavuklara işkence ediyorlardı. Yemlerine sıçıyor, sularını kirletiyor, zorla üstlerine çıkıyor (ki bu resmen tecavüzdür) ve daha akla hayale gelmeyen davranışlar sergiliyorlardı. Hindilerin de bunlardan pek kalır yanı yoktu hani, tüylerini olabildiğince kabartıp kanatlarını yere sürterek etrafta dayı gibi hava atıyor, her şeyin onlardan sorulduğuna dair böbürlenip duruyorlardı adeta.

İşte bu komşum Hasan, evinde, evindekilere (ki bu evin inşasında en az onunki kadar karısının ve çocuklarının da payı vardı) yapmadığı gaddarlıklar kalmamıştı. Her şeye bu adam karar veriyor, bu adamdan övgü almazsa isterse ağzıyla kuş yakalasa biri hiçbir anlamı yoktu bu evde. Tüm komşularıyla kavgalıydı, bu komşum Hasan. Her kötülüğün başını komşular çektiğine, malında namusunda komşularının gözü olduğunu düşündüğünden, bu düşüncesini evdekilere tekrarlatıp duruyordu. Evdekilere komşulara çıkma yasağı koyduğu için kimse de hallerine bir bakayım diye diyemiyordu elbette. Bu arada evde şiddet dövüş hiç eksik olmuyordu, tüm komşuları buna şahittir her gün her gece.

Evdekileri keyfince aç susuz bırakıyor, soğuk kış günlerinde sobasız odunsuz yaşatıyordu. Yine de evdekilerin bundan pek şikâyetleri yokmuş gibi görünüyordu. “Burası bizim evimiz; vatanımız, toprağımız. Aç da yatsak susuzda kalsak kimsenin ne haddine! Biz halimizden pek memnunuz,” diye söylendiklerine tanık oluyordu konu komşu (bunu bağıra bağıra pencere ve kapıları sonuna kadar açarak yapıyorlardı).

İşte bu komşum Hasan, evinde gördüğü bu koşulsuz desteğin farkına varınca işi daha da büyütmeye karar verdi.

Evdekilere, “Biz daha kalabalığız, üstelik erkeklerimizin çoğu yetişkin, her evde demokrasi olmalıdır diye böbürlenen bu erkeksiz düşmanlarımıza (komşularına bilinçli bir şekilde düşman diyordu) hadlerini vermenin tam zamanı, hatta çoktan gelmiş geçiyor. Zaten bunlar her zaman dedelerimizin zaferlerini kıskanmışlardır. Bildiğiniz gibi dedelerimiz girmiş oldukları her savaşta (dövüşte) zaferle ayrılmışlardır.”

İşte bu komşum Hasan, on tane oğlunu (erkeğini) yanına alarak bir gün komşularının karşısına çıkmaya karar verdi. Her birinin elinde kalın bir sopa, güya düşmanlarını bu sopalarla adam edeceklerdi. Dışarı çıktılar, bağırıp çağırdılar; ağza alınmayan küfürler ettiler.

Ne yaptılarsa ne ettilerse komşularından ses seda çıkmadı.

“Her halde ses çıkarmayıp dayak yemekten kurtulacaklarını sanıyor bu korkaklar!” diye hızlarını alamayıp düşman gördükleri komşularının kapılarını pencerelerini zorlamaya çalıştılar.

Neyse ki polisler çabuk yetişti, komşum Hasan ve oğullarını karakola götürdüler.

Bu arada düşman gördükleri bu insanlar imza kampanyası başlatmışlardı. Gerekli mercilere başvurup bu insanların kabalıklarına daha fazla katlanamayacaklarını, onları komşu olarak değil sadece, mahallede bile daha fazla görmek istemediklerini ilan ettiler.

İki hafta sonra komşum Hasan ve ailesi başka bir yere taşınmak için ev arayıp durdular. Fakat namları kentin her sokağında ve her mahallesinde artık bilindiği için kimse onlara komşu olmak istemiyordu.

Komşum Hasan’a ne oldu, nerededir; hapishanelerde çürüyor mu yoksa, ki umarım öyledir; bu Dünya’da kimse bilmiyor.