“Hiyerarşi ve tahakküm ilişkileri en çok nerede boşa çıkar?” diye düşünmeye bazen gerek kalmıyor. İçinde bulunduğun bir hal/durum, bir duyumsama bir anda sana bütün bir erkek egemen sistemin üzerinde kurulduğu tahakküm, iktidar ve hiyerarşi ilişkilerinin ne kadar boş bir şey olduğunu gösterir. Toplumsal ekoloji’ye göre de hiyerarşi ve tahakküm doğrudan olgular, aile içi ilişkilerden toplumsal yapıya geçti. Daha sonra toplumsal yapıdan ekonomiye, bürokratik ve teknolojik yapıya, oradan da politik iktidar yapısına geçer. Bu karmaşa ise tamamen bizlerin hayatlarını esareti altına almak üzere kendisine yaşam alanı bulur. Tam da burada yönetim sürecinde hiyerarşi ve tahakkümü kolaylaştıran meşru bir araç olarak “şiddet kullanabilme yetisi” ve de dolayısıyla da “devlet” kurumu akla gelir.

Ne hiyerarşi ve tahakküm ilişkileri ne de devletin kendisi büyük anlatıların aksine insan ilişkilerinden, insanların toplumsallaşma süreçlerinden doğru oluşmuş yapılar değildir. Bu kesinlikte söylemenin temel nedeni; kentlerden uzakta, doğal hayatın içinde bir yaşama birkaç günlükte olsa tanıklık etmekten kaynaklıdır. Bu hisleri bir yıl kadar önce Cizre’den Roboski köyüne giderken, o güzergâhta karşılaştığım doğadan sonra bu defa da Dersim’de yaşadım. Her ne kadar Bookchin devletin sadece bürokratik ve baskıcı bir kurum olmadığını, aynı zamanda bir zihin kurumu olduğunu söylemiş olsa da yaşadıklarımız başka bir şey söylüyor. Bir yandan Botan, diğer yandan Dersim coğrafyası insana bambaşka bir şey söylüyor; o da devletin toplumsal bir ihtiyaç değil tamamen bir zor aygıtı olduğudur.

Doğa için iç içe bir hayat içinde insanların, en son ihtiyaç duyacakları şey devlettir. Zaten doğa ile ortaklaşa kurulan hayat, kendi ahengi içinde bir toplumsal örgütlülük açığa çıkarır. Bu örgütlülüğün kendisi de toplumsal ihtiyaçlar üzerinden gelişen bir örgütlülüktür ve tamamen ihtiyaçlar çerçevesinde olur. Amaç bir iktidar alanı oluşturmaktan ziyade hayatın birlikte organize edilmesidir. Doğa ile iç içe bir hayat içinde, doğayı nesneleştirmek pek de yapılan bir şey olmuyor. Dersim’de çok yoğun bir şekilde ağaçların, derelerin, taşların insan hayatında çok başka bir anlam içerdiğini görmek mümkün.  Her ne kadar politika yapmak devletin başat bir rolü olarak görülse de, Toplumsal Ekoloji, devlet ile gerçek politikanın uzlaşmaz karşıtları olduğunu söyler. Gerçek politika, bunu Antik Yunan’daki anlamı çerçevesinde düşünürsek; birey-yurttaş olarak halk meclisleri ya da doğrudan kendi hayatları konusunda söz sahibi olma hali yaşam tarzını/alanının kendisidir.

Antik Yunan’da olduğu gibi doğa ile yaşamlarının iç içe olduğu Mezopotamya’da da büyük merkezi iktidarlar yerine, insan/toplulukların kendi hayatları üzerinden doğrudan söz/eylem sahibi olduğu yaşamlar gerçek özgür alanları oluşturmaktadır. Bu anlamıyla da kentleşme insan ihtiyaçları üzerinde değil, bir şekilde kendisine bir iktidar alanı oluşturan imtiyazlı çeşitli grupların istem ve beklentileri üzerine oluşturulmuştur. Doğa ile iç içe, doğal yaşamın bir parçası olan inanlık için doğanın kendisi de hayatın bir parçasıdır. Doğa ile iç içe bir hayat içinde insan hayatı kendisi için olduğu kadar hayvanları, ağaçları, bostanı, deresi içindir. Botan’ın o uçsuz bucaksız dağlarının tepesindeki köylerde, Munzur’un ormanları içindeki hayatlarda doğa ile yaşam bir aradadır. Güne her merhabanda içine doğan sadece insanın, insan ile olan ilişkileri değil, insanın doğa ile olan ilişkileridir de.

Her coğrafya parçası, üzerinde hayatı paylaştığı insanlar ile birlikte bir kültürel doku açığa çıkarır. Toplumsal düzeni sağlayan, bireylere yol gösteren doğru ve yanlışı, olumlu ve olumsuzu belirleyen kurallar, standartlar ve fikirler belirir. Mezopotamya coğrafyası da bu anlamda kendisine has bir kültürel doku açığa çıkarmıştır. Bu kültürel doku, geçmişten beri merkezi/büyük iktidar alanlarını gereksiz kılmıştır. Bu anlamıyla katı merkezi yapılanmalar mümkün olmamıştır. Daha çok coğrafya/bölge eksenli gevşek federatif yapılar söz konusu olmuştur. Bu anlamıyla Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması ile ulaşmak istediği konfederal sistem bu coğrafya için en ideal sistem olma özelliğini taşımaktadır. Geçmiş deneyim ve  modellerden çıkarak bu sonuca ulaşması hiç şüphesiz halk ve coğrafya/doğal yaşam ile olan güçlü bağının somut bir ifadesidir. Botan’da, Dersim’de doğa ile bağını koparmamış, doğayı nesneleştirmeyen, toplumsal cinsiyetçiliğe karşı, özgürlükçü ve eşitlikçi bir yaşamın somut bir ifadesi de bugün Rojava’daki model üzerinden gelişiyor. Kimi güçlerin Rojava’ya olan saldırılarının kaynağında yatan gerçek de budur. 

Ortadoğu coğrafyasında batılı egemen sistemler ve de onların yerel işbirlikçilerinin kurdukları/kurmak istedikleri tekçi, militer, parçalı/küçük merkezi anti-demokratik monarşik yapılar büyük zulümlerin kaynağı oldu. Bugün de bu coğrafyada büyük katliamlar yaşanıyor. İnsan ölümleri ve doğa tahribatının en yaygın yaşandığı coğrafya Ortadoğu’dur. Bütün bu vahşetlerin yok olmasını sağlayacak yapısal değişiklikler gerekmektedir. Bu değişiklikler bölgede yaşayan halkların, inançların, doğanın kendisini gözeterek ancak gelişebilir. Bu anlamıyla merkezi iktidarların yerine gevşek, yerel inisiyatiflere dayanan konfederal sistemlerin gelişmesi gerçek bir çözüm niteliği taşımaktadır. Botan’ı, Dersim’i bu sisteme yakın düşünmek, Rojava’yı böyle düşünmek bir hayal değil, hayat bulan bir gerçeği görmektir. Bunun için yaşanan bu devrimsel gelişmeyi daha çok görmeli ve sahip çıkmalı.