Türkiye demokrasi güçleri, 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL ile birlikte daha çok baskı ve yıldırma politikalarına maruz kaldı. İktidar olağanüstü dönemin fırsatlarını kullanarak, işsizleştirme, tutuklama, yıldırma, işkence, ülkeyi terk ettirme, medya organlarını kapatma, sansür gibi asimetrik politikalarla muhalefeti yok etmeye çalışıyor.

Toplum üzerinde büyük bir baskı var. Bu baskı büyüklüğü oranında ise sessizlik…

Bugün sanki toplumda sadece iki odak konuşuyor.

Nuriye-Semih bağlamında çıkan ses ve her gün inatla sürdürülen eylem. Bu eylemlerin fotoğraflarının en güzel ve hüzünlü yerinde Veli Saçılık duruyor.

Diğer odak ise Selahattin Demirtaş’ın şahsında Kürt politikacıların kamuoyuna gönderdiği ses. Bu ses iyimser ve direngen bir insan suretinin, umut dolu sesidir.

Sanki ülke bir hapishane ve herkes yapayalnız bırakılmış durumda.

Her zaman şunu düşünürdüm; ekonomik mağduriyetler olduğunda insanların sesi daha çok gür çıkmaz mı? Oysa şimdiye dek bu pek olmadı. Her mağduriyet kişisel çözümler arayışına girerek bir yol bulmaya çalıştı kendine.

Bugün yaşadığımız durum, sanki Nuriye ve Selahattin’in sesi olmazsa yaprak kıpırdamayacak hissi veriyor insana. Koyu bir karanlık Türkiye. Koyu bir karanlığın kederi ve umutsuzluğu çökmüşçesine...

Toplumda büyük bir hoşnutsuzluk var. Fakat bunu ifade edecek bir yöntem ve araç yok gibi.

Yarın çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalacağız. Cezaevlerinde uygulanacak olan tek tip elbise tüm enerjimizi alacak. Tek tip elbise birçok iktidar tarafından denenmiştir. Sonuçta ağır bedeller ödenerek bu politika boşa çıkartılmıştır.

Evet, hep boşa çıkmış bir politika olmasına rağmen tutsaklar ve toplum bağlamında bedeli de hep ağır olmuştur.

Egemenler için eskiden oligarşik bir ittifak söz konusu iken, şimdi güç tek merkezde, daha da önemlisi tek adamda merkezileşmiş durumda. İktidar tek merkezden, güçlü bir şekilde kendi programını yurttaşlara dayatıyor.

Yurttaşlar ise dağınık öbekler şeklinde muhalefet ediyor. Fizikte bir yasa vardır. Her kütle oranında basınç yapar. İktidar gücü merkezleştirdikçe, tahribat alanı büyüyor. Devletin ideolojik tüm aygıtları tek elden kendi programlarını uygulamak ve sürdürür kılmak için uğraşıyor.

Halk adına, halk için veya halkla birlikte tanım ne olursa olsun, mücadele veren unsurlar ise oldukça dağınık.

Bu dağınıklık nedeniyle ne kadar çok ses çıkarırsanız çıkarın sesiniz cılız kılıyor.

Bugün ideolojik, politik, diplomatik, ekonomik, tarihsel veya her ne ise, çözümlemeler üzerinden ayrışma dönemi değildir. Bir ortak ağa ihtiyacımız var. Bu ortak ağ, tüm muhalif güçleri içine alacak geniş ve ferahlıkta olmalı.

Somut adım nasıl atılmalı?

HDP, CHP’li vekillerin bir kısmı, diğer sol demokrat partiler, KESK, DİSK ve TÜRK-İŞ’ten bazı sendikalar, Barolar, Odalar, Halkevleri gibi kitle çalışması yapan vakıflar, politik gruplar, dergi çevreleri, aydınlar akademisyenler, gazeteciler… Liste uzar.

Demokratik Bir Yol Arayışı Olarak; Çokluk Ağını örmek gerekir.

Bu ağ ile;

1-Birbirimize sahip çıkacağız, mağduriyette kimseyi yalnız bırakmayacağız, Yalnızlık duygusunu kıracağız.

2-Birlikte karşı duracağız. Bir set öreceğiz. “Artık yeter dur” diyeceğiz.

3- Birlikte mücadeleyi ileriye taşıyacağız.

Bu bir araya geliş, bugün için ölümün kıyısına gelmiş olan Nuriye ve Semih’i sahiplenmek, eylemlerini kitleselleştirmek ve kazanım oluşturmak açısından değerlidir.

İkinci somut talep ise Selahattin Demirtaş şahsında esir alınmış tüm Kürt siyasetçileri geri almak.

Üçüncü somut talep, tek tip elbise yasasını işlevsiz kılmak.

Türkiye demokratik muhalefeti bu ağı kurmak zorunda. Yoksa gidişat, gidişat değil. Herkese dokunan ve hayatını zorlayan bir süreç yaşanıyor.

Kim bu ağın kurulması için seslenecek? Benim aklıma gelen ilk isim Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’dur.

Onun seslenişine büyük bir cevap geleceğine inanıyorum.

Denemek gerekir. Geç kalmadan.

***

Not: Bu yazıya ilham veren; Antonio Negri ve Michael Hardt’ın yazdığı ve Ayrıntı Yayınevi’nden çıkan Çokluk kitabıdır.