Bazı insanlar vardır, çekip gitseler de hayattan, izleri kalır, sesleri kalır kumruların soluklandığı salkım söğütlerin iç çekiminde. Boşlukta asılı yüzlerdir onlar gülümser dururlar yıldızların yanı başında berrak gecelerin konuğu olarak. Anıların közden çubuğunu yaktığımızda yaşanmışlıkların küllerinden başka bir şey kalmaz ellerimizde. Kalakalırız elimizde sıktıkça kanayan otobüs biletiyle yeni yolculukların başlangıcında bir güz kıyısında.

Anılarımızı tazelesek, geçmişin koyu örtüsünü kaldırsak gecenin, hemen onlar gelir gözlerimizin önüne. Karanlığa baktığımız ya da tavana gözlerimizi diktiğimiz çocuksu zaman sayfalarındaki masal diyarında. Pembeler uçuşur söz baloncuklarının kahkaha ile dolduğu eski zaman fotoğraf karelerinde. Çıkar gelirsin sıfır tıraşlı halimizdeki uzak bahçelerin serin sohbetlerine. Kuşlar iner akşamüzeri bahçedeki tulumba sesinin tınısına. Evler dolar saçta pişmiş nar gibi ekmek kokusuyla.

Bu insanlar ne kitap yazmıştır ne de popüler kültürle alakaları vardır. Küçük bir kasabada dört dağ arasına sıkışan yaşamlarında hep yıkmak işlemişlerdir bir şeyleri ya da her zaman olduğu gibi kendi ömür taşlarını çevreleriyle birlikte dökmüşlerdir ortalık yere.. Onları anımsarken geçmişteki halleriyle düşünür yanlışlarına bile kızamayız gülümseriz sadece. Zaman istemesek de onarıcı rengârenk tozlarını savuruverir çirkinliklerin üzerine, boydan boya pamuk şekeri gibi pespembe kesilir dünya. İçimize yaslanır susarız bir çölle aynı yazgıda buluşmuş olmanın ceylan adımlarıyla.

İşte Arap Fettah da böyle halktan, sıradan biri işte. Sıradan yaşamının mengene gibi sıkan pratiğinden belirli zaaflara yönelerek aşmaya çalışmış sıra dışı bir insan. Mahallelinin hakkında sevgiyle karışık nefret arasında gidip geldiği sıkışmış bir kimlik Arap Fettah.

Nasıl karışık duygulara sahip olunmasın ki…

Arap Fettah, kasabadaki orman işletmesinde gece bekçisi olarak çalışıyordu o yıllarda. Özellikle kasabanın pazarının kurulacağı gün, yani pazartesi günü başlardı içmeye. Pazar yerindeki saç kavurma yapan dağlı Halil’in tezgâhının arkasında, ciğer eşliğinde yudumlamaya başlardı rakısını. İçtikçe eş dost yoldan geçenleri de zorla çağırır, kasadan bozma masasındaki mezelerden ve rakılardan ikram ederdi. Parası bitince eve haber salar karısına para getirtirdi ayinin devamını sağlamak için. Akşam karanlığına kadar içer, sonra bir taksi çağırır, yol alırdı o an aklının estiği yerlere.

Akşam karanlığında, Murat taksinin içinde davul zurnayla çıka gelirdi. Kendisi arabanın şoför mahalline otururdu. Arka koltukta davulcu ortada, iki zurnacıda camlardan zurnanın ucunu çıkartarak bir zeybek havası eşliğinde dalarlardı mahalleye. Zurnacı çingenelerin esmer alınlarında boncuk boncuk terler, avurtları şişmiş bir şekilde inerlerdi arabadan. Arap Fettah, sahici bir efe edasıyla gürlerdi: “Fatmaaa! Gıız.! Masayı donattın mı?”

Fatma, ezile büzüle koşar gelir. Soruya kızaran yüzüyle yanıt verirdi.

Söğüt ağacının altında masa kurulur davul zurna çalmaya başlardı.

Üç gün sürerdi bahçedeki davul zurnalı cümbüş hali. Üç gün boyunca Arap Fettah aynı ağacın altında içer, havaya tüfek sıkar küfrederdi.

Davul zurna ekibinin ara ara kaçıp kurtulma girişimleri de olurdu tam Arap uyukladığı söğüt yaprağı gibi zurnanın denizlerinde salındığı sıralarda. O davul zurnanın kesildiğini anlayınca hoop diye havaya zıplar, kendisinden daha beter sarhoş olan davul-zurna ekibini sokağın ucundan yakalayıp aynı yere geri getirir, hazır uyanıkken bir zeybek dönüp tahta masaya külçe gibi yığılır dalar giderdi.

Düğün çengi devam ederken Arap Fettah mahalleyi de rahat bırakmazdı. Havaya doğrulttuğu çiftesiyle evinin tapusunu vermeyen ağalara küfrederek ateşler, hiç nedensiz yakın komşularını da aynı küfürlerle taciz ederdi.

Hiç kimse aldırmazdı onun bu taciz ve küfürlerine. Çünkü bilirlerdi ki Arap birkaç gün sonra ayılınca düğün derneği bitirince yanında karısıyla birlikte mahalleye el öpmeye çıkar, binlerce kez özürle af dilerdi. İçmeyeceğine yeminle söz verir küçüklere şekerler dağıtır gönül alırdı.

 Davul zurna ve sonrasındaki barış turları artık yıllardır onun ritüeline dönüşmüş mahallece kanıksanmıştı.

Bu durum bir dahaki pazartesiye kadar kavgasız belasız sürse de Arap kanser illetine yakalanınca yıllar sonra kesiliverdi.

Ölmeden önce yine herkesin gönlünü aldı helallik istedi. Ruhunun derinliklerindeki uçurumlar onun çelişkilerini ve kişiliğini biçimlendiren notalardı.

 Afrika’nın kara uğultusu, Torosların dorukları biçimlendirdi öyküsünü.

O ömrünü doyasıya yaşayıp çekip gitti hayatımızdan.

Davul zurnası, rakısı bol olsun…