Nihayet tüm eksiklikleriyle birlikte, henüz içi belirsiz de olsa, nasıl doldurulacağı meçhul de olsa, Kürt sorununun çözümü için pozitif barış süreci açısından bir adım atılmak üzere. Gerçi yasanın adı yine yanlış; “Terörün sona erdirilmesi ve toplumun bütünleşmesinin güçlendirilmesine dair yasa”. Olay hala klasik, militarist devlet mantığıyla ‘Terörle mücadele ve güvenlik’ sorunu olarak görülüyor.

Nitekim aynı mantık sadece yasanın adında değil, çözüm çalışmalarının koordinasyonunun ‘kamu düzeni ve güvenliği müsteşarlığı’na verilmesini öngören maddede de görülüyor. Oysa problemin temeli dillerin ve halkların hak eşitliği temelinde Kürt sorununun demokratik bir çözüme kavuşması ve coğrafyamızda kalıcı bir barışın sağlanmasıdır.

Hal böyle olunca güvenlik meselesini nasıl kavramak gerekir? Herkesin eşit ve en geniş, kalıcı özgürlüğe kavuşması olarak algılamak gerekir. O halde Kürt sorunu için pozitif barış süreci gerçekten başlayacaksa bu çabaların koordinasyonu bir güvenlik müsteşarlığıyla değil, özel bir bakanlık ihdas edilerek veya özel bir Başbakan yardımcılığı ihdas edilerek yapılabilir. İsmi de Toplumsal Barış Koordinasyon Bakanlığı pekala olabilir.

SİLAHLARIN SUSMASI NEGATİF BARIŞ SÜRECİDİR

Her şeyimiz kadük olduğu için yine kadük bir çerçeve yasası. Kuşkusuz yine de önemsenmeli ve iyi değerlendirilmeli. Bilindiği gibi silahların susması negatif barış sürecidir. Ama gerçek normalleşmeye kapı açacak olan pozitif barış sürecidir. Bu da Kürt sorununun çözümü için gerekli Anayasal ve yasal adımların atılmasıyla yani pozitif hukuka yansımasıyla olacaktır. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, sosyo-psikolojik vs. velhasıl sorunun tüm boyutlarıyla.

İLK ADIM GENEL AF OLMALI

İlk adım da vakit geçirmeden geniş ve siyasal affın -buna toplumsal barış yasası da denebilir- gündeme gelmesi olmalıdır. Hatta bir genel affın düşünülmesi evladır. Adli suçların birçoğunun kökeninde de Kürt sorununun çözülmemesinin bulunduğunu görmek gerekir. Göçün yarattığı; açlık, işsizlik vs. koruyuculuk sistemine son verilmesi, kalekol ve karakol yapımına son verilmesi, anadilde eğitim hakkının yasallaşması, yerlerinden, yurtlarından edilmişlerin tazminatlar ödenerek topraklarına dönmelerinin sağlanması. Yapılacak çok iş var. Avrupa yerel yönetimler özerklik şartındaki çekincelerin kaldırılması, seçim sistemindeki barajın kaldırılması gibi.

ÖCALAN’IN KOŞULLARI

Kuşkusuz pozitif barış için ilk adımlardan biride Sayın Öcalan’ın taraflardan birinin önderi olarak sürece tam katkı sağlayabileceği fiziki koşulların, özgürlük koşullarının yaratılmasıdır. Öcalan basınla, toplumun değişik kesimlerinin kurum ve temsilcileriyle doğrudan görüşebilmelidir. Kandil’le görüşebilmelidir. Yine süreç ilerlediğinde PKK gerillalarının legal siyaset yapabilmelerinin önü açılmalı, böylelikle silahlı çatışma koşullarının bir ihtiyaç olması ortadan kaldırılmalıdır. Bu konuda söylenecek çok şey var. Çerçeve yasanın çıkmasından da daha önemlisi içinin nasıl doldurulacağı meselesidir. Burada da dünya deneyleri önümüzde durmaktadır. Aklın yolu birdir. Yine bu süreçte çıkacak ihtilaflarda insan hakları hukuku ve halkların hukuku açısından objektif çözümlemeler ve uyarılar yapabilecek sivil toplum kurumları temsilcilerinden ve aydınlardan oluşacak bir gözlemci heyetinde oluşması önemlidir.

Söz konusu çerçeve yasa girişimiyle eksik de olsa, yanlışlıklar da içerse, şu veya bu niyetle de yapılmış olsa (Cumhurbaşkanlığı seçimi saiki vs.) ne olursa olsun olumlu bir adım atılmıştır. Yani görüşmelerin gerçek bir müzakereye dönüşmesi ve bunun da yasal bir statüye dayanması gecikmiş de olsa olmazsa olmaz bir gereksinimdi.

YARGININ HALLERİ

Çözüm süreciyle yakından bağlantılı olan bir başka konuya da, kanayan bir yara olan yargının hallerine de değinmek durumundayız. Bilindiği gibi hangi iktidar olursa olsun cumhuriyet tarihi boyunca bizde yargı bir misyoner rolü; statükoyu eleştirenleri, muhalifleri, farklılıkları ötekileştiren bir idari işlev rolünü yerine getirmiştir. Yani bizde yargı esas ve genel olarak hukukun evrensel kurallarını değil dönemin iktidarlarının, yürütmelerinin istemlerini yerine getiren idari birimler olarak çalışmışlardır.

Burjuva hukuku anlamında dahi yargı olamamışlardır. Muhalifler için adli getto, adli tehcir yaratan idari organlar olmuşlardır.

İstiklal mahkemeleri, Dersim yargılamaları, Yassı Ada yargılamaları, sıkıyönetim dönemi yargılamaları, DGM’ler, Özel Yetkili ve TMK ile Yetkili mahkemeler eliyle ‘düşmanla savaş hukukunun’ değişik versiyonlarını uygulamışlardır.

SOL VE KÜRTLERE İLİŞKİN DAVALARDA AYRIMCILIK

Çifte standartlar, kişiye özel uygulamalar, baskı gruplarına göre özel uygulamalar yargının gelenek ve göreneği olmuştur. Bugün de bu gelenek ve görenek aynen devam etmektedir. Son günlerde verilen kararlara baktığımızda; Ergenekon, Balyoz, Şike davaları ve eski bir emniyetçiyle ilgili Anayasa mahkemesinin, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin ve yerel mahkemelerin gerek yeniden yargılama ile ilgili, gerekse tutukluluk halinin son bulması ile ilgili kararlar; ne yazık ki KCK ve sol davalarda hayat bulmamaktadır. Diyarbakır’da başta Hatip Dicle olmak üzere birçok siyasetçi KCK davalarında halen tutuklu bulunmaktadır. Sol ve Kürtlere ilişkin davalarda yeniden yargılama yoluna gidilmemekte, 6526 sayılı yasanın Özel Yetkili ve TMK ile yetkili mahkemeleri kaldıran gerekçesi rafa kaldırılmaktadır. Balyoz davası ile ilgili Anayasa mahkemesinin kararında vurgulanan hususlar aslında tüm Kürt ve sol davalar için de geçerlidir. Dolayısıyla İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza mahkemesinin yeniden yargılamaya ilişkin kararının gerekçesi sol ve Kürtlere ilişkin davalar içinde geçerli olmalıdır.

Şike davasıyla ilgili İstanbul 13. Ağır ceza mahkemesinin yeniden yargılama kararının gerekçeleri de sol ve Kürtlere ilişkin davalar açısından geçerli olmalıdır. Keza eski bir emniyetçi ile ilgili verilen Anayasa ve 9. Ceza Dairesinin tahliye kararının gerekçesi de öyledir. Şu manzaraya bakın. Yeni yasanın ve dürüst yargılama hakkını düzenleyen Anayasanın 36. maddesinin uygulanması açısından bazı tutuklu ve hükümlüler özyurttaş, bizim bahsettiğimiz dosyalardaki tutuklu ve hükümlülerse üvey yurttaşlar olarak değerlendirilmektedir. Yanlış anlaşılmasın. Biz Balyoz, Ergenekon, Şike ve eski bir emniyetçi ile ilgili verilen Anayasa mahkemesi, Yargıtay 9. Ceza Dairesi ve yerel mahkeme kararları yanlıştır demiyoruz. Topal adalete, bir gözü kör adalete karşı çıkıyoruz.

Fazla teknik ayrıntılara girmeden vurgulayacak olursak; “6526 sayılı yasanın gerek genel gerekçesine gerekse maddelerle ilgili özel gerekçesine bakıldığında 6526 sayılı yasayla varlıklarına son verilen gerek özel yetkili mahkemelerin gerekse özel yetkilere sahip Cumhuriyet savcıları eliyle yürütülen soruşturmaların Anayasanın 90. maddesine göre doğrudan uyulması zorunlu olan AİHS ve AİHM içtihatlarıyla çelişen organlar olduğu vurgulanmıştır. Bu mahkemelerin geçmiş yargı pratiklerinde adil yargılanma hakkının ve bunun gerekleri olan suçsuzluk karinesinin, susma hakkının, silahların eşitliği ilkesinin ve savunma hakkının tahrip olduğu genel gerekçede vurgulanmaktadır. Devamla aynı genel gerekçede özel yetkilere sahip Ağır Ceza mahkemeleri uygulaması sonucunda üç farklı Ağır ceza mahkemesinin ortaya çıktığı ve toplumda adeta “özel hakim”, “özel mahkeme”, “özel savcı” nitelemeleri yapılmak suretiyle hakim ve cumhuriyet savcıları arasında fiili olarak hiyerarşik bir algı ortaya çıktığı haklı olarak vurgulanmıştır. Devamla adil yargılama bakımından üzerinde büyük tartışmalar olan bu kurumların varlıklarına ve usullerine son verilmesi gerekliliğinin altı çizilmiştir. Buraya kadar belirttiklerimiz hiç yorum yapmadan bizzat 6526 sayılı yasanın gerekçesinden alınmış saptamalardır. Bu saptamalara ceza ve ceza yargılaması hukukunda emeği olan akademisyenlerin ve bizzat yıllarca pratik olarak yargılama faaliyetinde yönetilenleri temsil eden savunmanların; bu kurumların mahkemeden ziyade idari birer birim olarak çalıştıkları saptamasını da eklemek gerekir.

Aynı gerekçenin devamında “Ceza Muhakemesi Hukukunun temel amacı insan hakları ihlaline yol açmadan maddi gerçeğe ulaşmaktır. Diğer bir ifadeyle, ceza soruşturmaları ve kovuşturmaları sırasında yukarıda anılan Anayasal ilkelerin mutlaka göz önünde tutulması ve temel hak ve hürriyetlerle ilgili sınırlamaların makul ve ölçülü olması zorunludur…” denmekte ve devamla masumiyet karinesine de vurgu yapıldıktan sonra çok önemli şöyle bir vurgu yapılmaktadır; “…iddia ve savunma makamları arasında, iddia ve savunma faaliyetinin gereği gibi yapılmasına engel olacak ayrımlar yapılması; örneğin iddia makamının bildiği bir delili savunma makamının bilmemesi, silahların eşitliği olarak bilinen ilkeye aykırılık teşkil etmektedir. Silahların eşitliği savunma makamının bir hukuk devletinde kendisine tanınmış bulunan hakları etkin bir şekilde kullanabilmesi anlamına gelmektedir.”

Demek ki 6526 sayılı yasanın gerekçesinde de vurgulandığı gibi kaldırılan mahkemelerin yaptıkları işlemlerde esas olarak dürüst yargılanma hakkının tüm temel ilkeleri zedelenmiş, Ceza Yargılaması Hukukunun temel ilkelerine tamamen aykırı, yargı dışı faaliyetler yapılmıştır. Gerekçeden anlaşılması gereken en önemli noktalardan birisi budur.

Bir diğeri de; konunun bu yönü de çok önemlidir, söz konusu yasa ile doğal yargı yoluna tekrar dönülmektedir. 6526 sayılı yasanın gerekçesinden çıkaracağımız sonucu mevcut dava dosyalarına uyarlayacak olursak söz konusu özel yetkili mahkemelerin faaliyetleriyle neticelenen kararlar genel gerekçede az önce alıntıladığımız ibarelerde belirtilen ihlallerle, sakatlıklarla maluldür. Bir diğer yönü bu dosyaların sanıkları doğal yargıçları önünde değil her açıdan doğal yargı ilkesine aykırı adeta idari birimler gibi çalışan özel yetkili savcıların ve mahkemelerin işlemlerine muhatap olarak mağdur olmuşlardır.

Bu somut durum karşısında Yargıtay’da bulunan tüm dava dosyalarının karara bağlanmadan doğal yargı yerlerine gönderilerek yeniden yargılamaların yapılması gerekir. Yasanın gerekçesi dikkate alındığında Yargıtay’da bulunan dosyalar açısından yeniden yargılama yapılmaması ayrıca henüz Yargıtay’a gitmeyen ve devam eden davalarda da eski işlemlerin geçerli sayılması kesinlikle yasanın esprisine, gerekçesine aykırıdır. Mevcut uygulama bu anlattığımız nedenlerle Anayasa’nın 2,10,19,36,37 ve 38. maddelerine de aykırıdır.

Keza Anayasa 90. maddesi gereği uyulması zorunlu olan AİHS’in dürüst yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesine ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddelerine de aykırıdır. Kaldı ki bu yönde AİHM’in yerleşik kararlarda bulunmaktadır. Şöyle ki; AİHM içtihatlarına göre dürüst yargılama yalnızca adaletin işlenişinde değil örgütlenişini de içerir. Örneğin; Golder/Birleşik Krallık kararında; “ mahkeme 6. maddenin hukukun üstünlüğü ilkesini de içerdiğini, bu hakkın adli mekanizmanın sadece işleyişini değil, adli mekanizmanın organizasyonunu da kapsadığını” belirtmiştir. ( Feyyaz Gölcüklü, AİHS’de adil yargılanma hakkı, ag. 200, Golder/U.K 21.02.1975) Keza Coeme/ Belgium 32492/96 kararında da aynı husus vurgulanmıştır. Keza Hakan Önen/Türkiye kararında da AİMH bağımsız ve tarafsız olmadığı tespit edilen bir mahkemenin yetki alanı içinde bulunan kişilere hiçbir şekilde adil yargılama sağlayamayacağı kanaatindedir. Aynı hususlar 25.02.1997 Findlay/İngiltere ve Zolotas/Yunanistan kararında da vurgulanmıştır.

Keza Salov/Ukrayna 65518/01, 06.09.2005 kararında da “bir mahkemenin 6/1 anlamında bağımsız olduğunun kabul edilebilmesi için diğer hususlar ve yanında üyelerinin atanmasının, hizmet sürelerinin, dış baskılara karşı güvencelerinin ve bağımsızlık görüntüsü arz edip etmediğini göz önüne alınması gerektiğini yinelemektedir.” Kısacası sadece bazı kişilere ait kararlar değil Özel Yetkili ve TMK’yla yetkili mahkemelerde görülen tüm davaların yeniden yargılanması gerekir.

Ayrıca Anayasa mahkemesinin gerek eski genel kurmay başkanı ve gerekse eski bir emniyetçi hakkında tutukluluğun son bulmasına ilişkin verdiği kararın gerekçesi tüm tutuklu dosyalarda da dikkate alınarak makul süreyi aşan ve siyasal rehinlik durumuna dönüşmüş bulunan tutukluluk hallerine son verilmelidir. 5 yılın dolması da beklenmemelidir. Yine masumiyet karinesi dikkate alınarak Yargıtay’da geçen tutukluluk sürelerinin de dikkate alınması gerekir. Kuşkusuz acil olarak da ağır hasta durumunda olan tüm tutuklular ve hükümlüler serbest bırakılmalıdır.

Ne yazık ki yargının halleri değişmemektedir. 9. Ceza Dairesi mevcut haliyle dürüst yargılanma hakkının önünde bir engel olarak durmakta, hukukun evrensel ilkelerine karşı direnmektedir.

Yine de tüm iç karartıcı manzaralara rağmen Çetin Altan’ın tabiriyle ensemizi karartmayalım. İnanıyoruz ki hak ve özgürlükler mücadelesi günün birinde yeryüzünü ve coğrafyamızı kuşların özgürlük bahçesi olan gökyüzü gibi, insanların özgürlük bahçesi olacak yeryüzüne dönüştürecektir.