Nagarkot’tan Chisapani’ye giden ve oradan Sundarijal’e uzanan zorlu yollarda rastladık sana. Ürkektin, önünde bir keçi, elinde bir tas. Binlerce tasa yapışmamıştı henüz suratına ama korkuyordun besbelli. Güttüğün keçi senden büyüktü, dünya da büyük her zaman hepimizden, merak etme, değişmez.

Elbiselerin kirliydi, bizim de etrafımız hep kirli kalacak, değişmez. Bu ikircikli bakış da değişmez ve değişmeyecek. Bir bıkkınlık, bu kaybolmuşluk hissi, hiç değişmeyecek. Her zaman utanacak ve kaçacak şeylerin olur hayatta. Senin bize baktığın gibi, bakar dururuz hayata, boş ve anlamsız, anlam vermeye çalışırken iyiden iyiye batarız da usanır bırakırız, izleriz ve gözlemleriz nihayetinde, ilerlemeden ve geri dönmeden...

Perişanlığına acımadık, sevindik... Zira gerçekti, netti, kesindi... Hiçbir şeyin sahte olmasın çocuk, sahte bir şeyle karşılaşma... Sevincin de, kederin de, sancılı, keskin ve gerçek olsun... Dünyaları verseler de, dünyanı açma. Korkma çocuk yaşamaktan, kaçarak değil, çırpına çırpına, boğuşa boğuşa yaşa... İnatla ve tutkuyla...

Yoluna döşenen köşeli ve koşullu taşlara ve önünü alıp yaşamaya üşenen müşkülpesent ve malumatfuruşlara aldırış etme.

Yaşa o anı, güzelliğinle, acınla, neşenle... Bırak, korkma, yaşa çocuk...