Göksel DURUTUNA / ntvmsnbc

 

İrfan Sayar, 1975 yılında Gırgır dergisinde başlamış karikatüristliğe, henüz Güzel Sanatlar Fakültesi'ndeyken bir "genç yetenek" olarak kadroya alınmış. Oğuz Aral'ın verdiği “İrfan Sayar 22 Derece Pıtırık Gözlüklerinin Arkasından Dünyayı Nasıl Görüyor” köşesinde farklı, komik, soyut karikatürler çizmiş.

 

Yavuz Taran'la birlikte hazırladıkları "Çıngar" sayfasında da o unutulmaz karakter "Dünyanın en ileri zekalı gerisi Porof Zihni Sinir" doğmuş. Yarattığı çizgi karakter bir süre sonra İrfan Sayar'ın isminin önüne geçmiş.

 

İrfan Sayar'la; yazları köyde oyuncak yasağı ile geçen günlerinde başlayan yaratıcılığını, mizah yolculuğunu, 35 yaşını geride bırakan Porof Zihni Sinir'i ve "proceleri" konuştuk.

 

Yaratıcısı olduğunuz Zihni Sinir 35 yaşında. Zihni Sinir’in 35 yıllık yaratıcılığının arkasında Manisa’da yazın köyde büyümenizin etkisi var. Nasıl başladı bu yaratıcılığın öyküsü?

Ailem çiftçiydi ve yazın okullar tatil olduktan sonra biz de kardeşimle birlikte köye gidiyorduk. Ailem oraya oyuncakları götürmeme müsaade etmiyordu. “Siz de köydeki çocukların oyunlarından oynayın, sakil duruma düşmeyin” diye endişeleri vardı herhalde. Öyle olunca bir yasak gelmiş oluyor. Bu sefer oranın doğal imkanlarını kullanarak ben de kendimi doğal oyuncaklarımı yapar halde buldum. Mısır koçanlarının ortası yumuşaktır ona tüyler takarak çeşitli fırıldaklar, çamurdan tekerlekleri kurutarak patlıcan gövdesine takıp traktör, tuzlu balık konserve kutularından kepçe, vinç, telden arabalar gibi oyuncaklar yapıyordum. Macera öyle başladı. Evet, çocukluğumda yaşadığım Zihni Sinir’in ortaya çıkmasında etkisi var.

 

Güzel Sanatlar’da okurken ikinci sınıfta Gırgır’da çizmeye başladınız…

Çocukluktan beri çeşitli resimler yapıyordum. Akademi’de öğrenci olacağım diye o zamanlar kafama koymuştum, güzel sanatlarda okumak istiyordum. Güzel sanatlarla ilgili okul Türkiye’de sadece İstanbul’da vardı. Şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi... Kazanınca İstanbul’a geldim ve ikinci sınıfta okurken bir arkadaşım çizdiğim bazı şeyleri Oğuz Aral’a götürmesi üzerine çizmeye başladım.

Oğuz Abi bir köşe vermişti, “İrfan Sayar 22 Derece Pıtırık Gözlüklerinin Arkasından Dünyayı Nasıl Görüyor” diye ve bir yıl kadar o köşede çizdim. Gırgır’da genellikle sözel espriler yani sözle olmasa bile muhakkak balonda bir laf ilavesi oluyordu, karikatürler daha iyi anlaşılabilsin diye. Benim çizdiklerim çok da söz gerektirmeyen, soyut karikatürlerdi. Oğuz Abi, o zaman bunları bir köşede toplayalım ki neden bunlar balonsuz veya altında açıklaması olan şeyler olduğu daha iyi anlaşılsın diye bir formül bulmuştu. Gırgır’ın en eskilerinden sayılırım.

 

Zihni Sinir’in başlangıcı nasıl oldu? Karakteri yarattığınızda Oğuz Aral’ın tepkisi ne oldu?

“İrfan Sayar 22 Derece Pıtırık Gözlüklerinin Arkasında Dünyayı Nasıl Görüyor” köşesini çizerken çılgın bir arkadaş daha geldi, Yavuz Taran. O da soyut espriler üzerine çiziyordu ama çok komik ve farklı bir bakış açısı veriyordu. Yavuz da akademide öğrenciydi. Oğuz Abi, “İrfan sana Yavuz’la bir sayfa vereceğim, hiçbir şeyine karışmayacağım. Ne yaparsanız yapın” dedi. Çeşitli yaramazlıklar yapınca öyle bir bahçeye toplamış oldu bizi. Sonra biz “Çıngar” diye bir sayfa çıkardık. Sloganları çıkmaya başladı: “Yakında Gırgır’da Çıngar çıkacak” diye. Bütün karikatür kurallarının dışına çıkarak, bazen pikajın üzerine çizerek veya montajda bir şeyler yaparak, teknikleri de zorlayarak bir sayfa hazırlıyorduk. Sonra çeşitli tiplemeler yapmaya başladık. Ben de Zihni Sinir’i ilk orada çizdim dolayısıyla Oğuz Aral’a “şöyle bir şey çiziyorum” diye göstermeme gerek kalmadı.

 

Zihni Sinir projeleri değil “proceleri.” Neden proje değil de “proce”?

Çünkü kendisi de profesör değil “porof”, yaptıkları da içinde mizah olan projeler olduğu için adı “proce” olarak geçiyor. Üç boyutlu nesneler haline gelince o çizimler mizah, estetik ve fonksiyonellik özelliklerini içerisinde barındırıyordu. Kimisi hakkaten daha kullanılabilirmiş gibi duruyor, kimisi daha mizah öne çıkmış fonksiyonellik daha arka planda kalmış.

 

“Dünyanın en ileri zekalı gerisi” gibi bir sloganı da var. Okuyunca bu bir övgü mü yoksa yergi mi insan karar veremiyor…

Orada tam bıçak sırtının üzerinde yer almak, iki tarafa da bakabilmek, hayal dünyasıyla gerçek dünyaya aynı anda bakabilecek tepe noktada durmak çok zekice bir şey. Öbür taraftan geri zekalı bir noktada da birleşebilir gibi bir takım düşüncelerden dolayı “Dünyanın en ileri zekalı gerisi” sloganını kullandım.

 

Yaratım süreciniz nasıl oluyor. İlla kağıdı kalemi önünüze alıp çizmeye mi başlıyorsunuz yoksa her an sizin için bir yaratım süreci midir?

Aslında alışkanlık haline geliyor ve her an hayatı sorgulayarak geçiyor. Araba kullanırken, yürürken hep “neden böyle?”, “acaba şöyle olsa” diye fikirler geliyor. O yüzden hep sanatçının dalgın hali vardır ya, aslında o tür konsantrasyonlardan dolayı dalgınlıklar oluyor. Çizerken, mizahi bir şey yaparken iyice gerçek hayattan kopmanız gerekiyor, onu düşünebilmek için… O yüzden zaman zaman soruyorlar “neden sabahlama, haftanın diğer günleri neden duruyor da haftanın bir günü sabahlayarak çıkartıyorsunuz.” Sonrasında ben de düşündüğümde, çünkü el ayak çekilmesi gerekiyor. O zaman dünya size kalmış gibi bir durum oluyor ve istediğiniz gibi evirip, çevirip; istediğiniz açılardan bakabilir bir yaratım dünyasına giriyorsunuz kolaylıkla. O yüzden gece yarıları çalışmak daha elverişli oluyor.

Yaratım sürecinde çizdiklerinizin fonksiyonel olmasına dikkat ediyor musunuz?

Dergide çalışırken gerçek sorunu bir kere beyninizde arıyorsunuz, buluyorsunuz sonra ikinci safhada bunu mizaha çeviriyorsunuz. Bunlar kısa sürede alışkan haline geliyor. Bir de popüler bir mizah diline çevirmek belki Türkiye’deki insanların anlayabileceği popülerlikte ve o döneme ait yaygın bir dil kullanmanız gerekiyor. O yüzden Oğuz Aral dilindeki karikatür diliyle, ona tercüme ederek yapıyordum. Zihni Sinir karakteri insanla eşya arasındaki ilişkiyi sürekli sorguluyor. Sorgulayıcı şeyler, nesneye dönüşse bile yine fonksiyonel olmasının ötesinde, bir heykel olarak görüyorum ben onları. Aslında Zihni Sinir'deki amacım insanlarda var olan yaratıcı olma özelliğini dürtüklemek. Çünkü bir takım şeyler alışkan haline gelince öyle devam edecekmiş gibi bir etki yaratıyor. Belediye otobüsüne biniyorsunuz, sıkışık trafikte bekliyorsunuz, günler böyle böyle geçiyor diyelim. Peki, o belediye otobüsü nedir? Neden altında tekerlekleri olan bir kutuda gidiyorlar? İnsanların bir yerden bir yere gitmesi için başka neler olabilir? Veya bu otobüs şeklinde olacaksa illa bir dikdörtgen mi olması lazım? Yan yana bir körük eklenebilir mi? Hatta üst kata da bir körük ilave ederek iki katlı ve körükle giderek uzayan bir şeyler yapılabilir mi? gibi düşüncelere götürüyor insanı. Böyle sorguladıkça “ha o zaman başka bir takım taşıt araçları da yapılabilir, onu da zaten birileri yapmış, biz buna mecbur değiliz” etkisini sürekli yaratarak, kendi çevresini kurabilecekleri bir toplum oluşturmak düşüncesi vardı. Zihni Sinir, bunu körükleyen bir karakter.

 

Tasarımların hepsi orijinal, patentini aldınız mı tasarımlarınız var mı?

Patentli bir şey yok. Çünkü daha önce yayınlandığı ya da obje olarak da bir yerlerde satıldığı için patentini alamıyorsunuz. Onun bir süresi var. Bu arada patent derken Fikri Haklar Kanunu içerisinde tasarım tescili, faydalı model tescili, bir de marka tescili var. Zihni Sinir markası tescilli dolayısıyla yapılan ürünler de Zihni Sinir markasıyla korunmuş oluyor.

 

Beyoğlu’ndaki mekandan, atölyenizden bahsedelim biraz. Ne zaman açtınız?

İlk Arnavutköy’de başladım, küçük bir atölyem vardı. Mizah dergileri kapandıktan sonra adeta Zihni Sinir’i çağırıp “bana iş bul” gibi bir halde kaldım. Ve eskiden beri düşündüğüm, onun üç boyutlu nesnelerinin çalışmasına orada başladım. Formül şuydu: hayal dünyasından kopmadan, o hayali gerçek dünyaya taşıma.

 

Yarattığınız karakter isminizin de önüne geçti. Siz de “Zihni Sinir” olarak anılır oldunuz ve öyle tanınıyorsunuz…

Tabii tabii çoğu zaman "Zihni Bey" diye çağırıyorlar. Hatta Arnavutköy’deyken bir gün arıyorlar “Zihni Sinir’le görüşmek istiyoruz” diye. Ben de İzmir’deyim o sırada, sekreter “yarın gelecek” diyor. Ertesi gün bir daha arıyorlar, ben bu sefer de yemekteyim “sonra arar mısınız?” diyor sekreter. Üçüncü kez aradılar. “Kiminle görüşüyorum” dedi, “İrfan Sayar” dedim; “Zihni Sinir’le görüşmek istiyorum. Neden kaçıyor, hep başkaları çıkıyor telefona” dedi. Ben de “Zihni Sinir’in çizeriyim” deyince, “Tamam ben çizeriyle değil kendisiyle görüşmek istiyorum” dedi. Yanında çalışan çizer zannetti beni ve kızarak kapattı telefonu, asla ne o Zihni Sinir’le ilişki kurabildi ne ben onu tanıyabildim. Böyle bir maceramız da var.

 

Zihni Sinir bir çizgi karakter olmaktan çıkıp bir sıfat olarak da kullanılıyor. “Zihni Sinir gibi adamsın” deniyor…

İki anlamda kullanılıyor. Birincisi, ayakları yere basan bir dünya üzerinde görüş bildirirken, biraz uçuk bir şey çıktığında onu aşağılamak için “Zihni Sinir projesi” gibi sözcük olarak kullanılıyor. Ama diyelim ki; çok statik gidiyor, yeni buluşlar yapmak, yaratıcı olmak gerekiyor, inovasyon konuları gündeme gelmeye başlıyor bu sefer Zihni Sinir pozitif bir şey olarak kullanılıyor. Bir de ayrıca sözel olarak tanınıyor. Zihni Sinir’in mizahi bir kahraman olduğunu bilmese bile Zihni Sinir lafını biliyorlar.

 

“Zihni Sinir proceleri”nden konuşuyoruz, son zamanlarda projeler de havalarda uçuşuyor. Özellikle İstanbul üzerine… Başbakan’ın “çılgın projesi” hakkında ne düşünüyorsunuz?

Zihni Sinir tabii çok çılgın görmüyor, daha çılgın şeyler bekleyebilir. Zihni Sinir’le birlikte baktığımız zaman da gözümün önünden şöyle şeyler geçiyor: Yüzlerce çakıl, kum, hafriyat kamyonları TEM yolunda… Orada zaten sıkışan trafiğin içerisinde senelerce sürebilecek yüzlerce kamyon trafiği... Sadece işin o hali bile çok fantastik bir şey. O yüzden olumsuz bir çılgınlık olarak görüyorum.

 

Gerçekleşme olasılığının ötesinde o kadar emeğin sonunda kazanılacak bir değer olarak başka bir sürü şeyler var. Oralarda çok daha fantastik, çılgın şeyler yapılabilirken diğerini çok eğlenceli çılgınlıkta görmüyorum açıkçası.

 

Zihni Sinir yıllarca Gırgır, Hıbır, HBR Maymun ve Bilim Teknik’te çizgi karakter olarak var oldu. Tekrar dergilerde görebilecek miyiz?

Olabilirse ben açığım tabi. Mizah dergileri bittikten sonra TÜBİTAK’la bir buluşma oldu. O dönemlerde zaten bilimin popülerleştirilmesi, yaratıcılık, yenilikçilik, inovasyon konuları AB ile Türkiye’nin gündemine gelmişti. TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları dizisini çıkarmaya başladı. Ve onunla birlikte Zihni Sinir albümü çıkardılar. O da çok kritikti, “acaba çok mu sulandırırız, popülerleşirken bilimi biraz ayaklar altına mı alırız, bazı tutucu bilim adamları böyle bakarsa” gibi endişeli halleri vardı ama sonucu pozitif olarak görüyorlardı. Kitap da çok sattı. “Bilim Teknik dergisine de çiz” dediler, 3-4 sene çizdim. İletişim Yayınları da çeşitli zamanlarda çizilmiş, konulara ayrılmış bir kitap dizisi yayımlıyor.