Göksel Durutuna /ntvmsnbc

 

İSTANBUL - İlk karikatürlerini 9 yaşında çizmeye başlayan Erdil Yaşaroğlu, 17 yaşında profesyonel oldu. 20 yılı aşkın süredir Limon, Leman ve Penguen dergisinde çizdiği karikatürlerinin bir bölümünü şimdiye kadar 20 kitapta topladı. Bir bölümünü diyoruz çünkü her hafta çizdiği “Komikaze” sayfası, kapak ve gündem karikatürleri ile binlerce karikatürün altında imzası var. O karikatürlerin yanına bir de “Dünyanın en büyük karikatürü”nü ekleyen Yaşaroğlu, Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi.

 

Erdil Yaşaroğlu, bu yoğun üretimden ve tempodan hiç de şikayetçi değil. “Sevdiğin bir işi yaptığın zaman saatin nasıl geçtiği, ne kadar yorulduğunun hiçbir önemi kalmıyor” diyor.

 

“Pollyanna Abi olarak yaşıyorum hayatı. Yaşadığımız süre belli, mutsuz zamanları azaltmaya, mutlu zamanları çoğaltmaya çalışıyorum” diyen Yaşaroğlu, ile “Konuşma Balonu”nda bu hafta kürtaj ve sezaryenle değişen gündemi, Penguen dergisine yapılan saldırıyı, rekor karikatürünü ve mizah yolculuğunu konuştuk:

 

Gündemden başlayalım. Başbakan Erdoğan’ın kürtaj ve sezaryenle ilgili yorumlarını derginin kapağına da taşıdınız. Siz nasıl yorumluyorsunuz?
Maalesef, başbakanımız her hafta kapakta. Biz de sıkıldık ama yapacak bir şey yok. Her hafta hayatımızda başbakanımız. Arkadaşım olsa, “kürtajdan sana ne…” derdim. Ama arkadaşım değil. O yüzden daha ciddi cevap vereceğim. Sayın başbakanımızın bu kadar özel, kadınları ilgilendiren konulara girmesi bana çok da doğru gelmiyor. Bunlar sosyal konular, sosyal konulara da siyaset bulaştığı anda tehlikeli sulara doğru kulaç atmaya başlıyorsun. Aslında biz bunu gündem değiştirmek olarak algıladık. “Aman, dur, Uludere patladı; hemen gündemi değiştirelim” tadında bir davranış. Derginin kapağına da konuyu böyle taşıdık zaten.

 

Erdoğan, Penguen’e de dava açtı, “Tayyipler Alemi” kapağı nedeniyle… Başbakan ve siyasetçilerle aranız iyi değil ama en son sizin çizdiğiniz bir kapakla Egemen Bağış’tan “aferin” aldınız.
Aslında kurdele bekliyordum ama “aferin”le yetindik. Artık, o kadar da olur. Aramız iyi değil değil. Aramızda bir ilişki yok. Daha doğrusu aramızda bir ilişki var, o da mahkemeler düzeyinde devam ediyor. Sonuçta şöyle bir şey var, kendisini eleştiren kimseyi sevmediği zaman, bizi de otomatikman sevmemiş oluyor.

 

Siyasetçilerin eskiden mizah dergilerine bakışı bu kadar sert değildi. Özal’ın mizah dergisi, çizgi roman okuduğunu biliyoruz…
Okur, sever; ama dava da açardı bir taraftan. Ama şu güzel, en azından çizgiyle ya da mizahla bir ilişkisi var. Turgut Özal öyleydi, severdi, okurdu. Kendince “Evet, burası artık sınırı aştı. Bu hakarete giriyor” dediği anda dava açıyordu. Bu da bir yandan hakkı… Erdoğan’a da haksızlık etmemek lazım bir yandan çünkü bize bir kere dava açtı. Kültür Bakanı’nı da saymazsak başka dava açılmadı.

 

'O PLATFORMU DA YAKMIŞTIR ONLAR'
Geçtiğimiz günlerde bir saldırı atlattınız. Penguen dergisinde bir kundaklama sonucu olduğu anlaşılan bir yangın çıktı. Saldırıları neye bağlıyorsunuz? Sizi nasıl etkiliyor?

Mizah dergilerine çoğu zaman tehditler, uyarılar gelir; telefonla, yazılı, sözlü, kapıya gelip söylemeler, zaman zaman küçük çapta şiddet olayları da yaşanırdı. Ama bu derece dergiyi kundaklayıp, yakmaya çalışmak bambaşka ve çok tehlikeli bir zihniyet olduğu için biraz sinirimizi bozmadı değil. Bu bizim halimizi, tavrımızı değiştirecek bir şey mi? Değil, tabii ki. Şu üzücü, sonuçta biz mizah yapıyoruz, fikirlerimizi güldürerek anlatmaya çalışıyoruz. Mizahın karşısında şiddet görmek tabii ki insanı üzüyor. Aynı platformda tartışamıyoruz hiçbir şeyi, bu korkunç bir şey. Gerçi öyle bir platform da yok ki, biri seni yakmaya çalışıyorsa hangi platformda tartışacaksın. O platformu da yakmıştır onlar çoktan.

 

“Komikaze” sayfasında haftada 8 karikatür, aynı zamanda kapak ve gündem sayfalarında da çiziyorsunuz. Dergi dışında da çalışmalarınız oluyor. Böyle bir yoğun üretim zor değil mi?
Zor; ama eğlenceli. Sonuçta sevdiğin bir işi yaptığın zaman o saatin nasıl geçtiği, ne kadar yorulduğunun hiçbir önemi kalmıyor ki bazen günde 15-18 saat çalıştığım oluyor. Hayat böyle geçiyor, hafta sonu diye bir kavram yok. Ama bu beni mutsuz etmiyor çünkü hobi yapıyorum bir yandan o yüzden keyfim yerinde. Şöyle bir şey de var: 8 karikatür, kapak, içeriye 2-3 karikatür dendiği zaman haftada 25-30 espri bulmam gerekir ki onların köşelerini eleyim, iyilerini ayıklayım. O kadar espri bulmak da oturup disiplinli ve uzun süreli çalışmayı gerektiriyor. Haftada 3-4 günüm espri bulmakla geçiyor. Oturup çalışıyorum.

 

Neler yapıyorsunuz, çalışmaktan neyi kastediyorsunuz?
En başta konunu bulursun “şu konuda espri yapayım” diye. O konuyu bulmak için televizyona da bakarsın, arkadaşınla da sohbet edersin, uzaklara da bakarsın, kitap da okursun; konuları not eder, üzerine düşünmeye başlarsın. Ama genelde şöyle bir şey de oluyor, önünde kağıt, sürekli çizerek düşünüyorsun. Aklına gelen her şeyi çiziyorsun, çiziyorsun, öncekilere bakıyorsun… öyle öyle gelişiyor. Komik tarafları bulmaya çalışıyorsun.

 

Sitenizdeki özgeçmişinizde “Ansiklopedi okumayı seviyorum” diyorsunuz…
Okurum, çok severim ama artık gerek kalmadı, internet kocaman ansiklopedi oldu. Çocukluktan beri gelen alışkanlık tabii bir dönem çocuklarının “Ne? Neden? Niçin?” ansiklopedileri vardı. Hayvanlar Alemi, Resimli Ansiklopediler dönüp dönüp herhalde bin kere okuduğum kitaplar. Çok şey de öğrendim onlardan coğrafya, hayvanlar, teknolojiyi, bilim… Her şeyi anne babaya sorma evresi geçtikten sonra okumayı öğrendikten sonra kitaplara sormaya başladım. Ansiklopedi okumayı hâlâ da severim ama günümüzde eğlenceli ansiklopediler de yok artık çok ender bulabiliyorsun. Eskiden daha değerli kaynaklardı şimdi de internette dolaşa dolaşa bir sürü şey öğreniyorsun ama onun bir tek derdi var: iyi ve doğru bilgiyi seçebilmek.

 

Hayvanlar karikatürlerinizin en önemli kahramanı…
Hayvanları çok seviyorum, onları çizmek çok neşeli. İnsanlardan daha eğlenceli olduğu kesin. Bir de bu benim bulduğum bir şey değil. Hayvanlar üzerinden insanları anlatma hikayesi binlerce yıldır Ezop’tan, La Fontaine’den beri yapılıyor. Yine kendimizi anlatıp, kendimizle dalga geçiyoruz.


‘MARLON’U SIKILANA KADAR ÇİZDİM’
Hayvanlar dışında çocuklar da karikatürlerinizin önemli kahramanlarından hatta bir de çocuk karakter “Marlon”u yarattınız. Türkiye’de çocuk karakterlere baktığımızda “Avni”, “Fırat” çok sevimli karakterler ama “Marlon” mafya babası, acımasız bir karakter…
Çocuk acımasızdır. Doğasında olduğundan değil, bilmediği için. Vicdan öğrenilen bir şey sonuçta… Çocuk da farkında olmadığı için acımasız olabiliyor. O dönem çocukları çok çizerdim, “Marlon” o çocukların en uç noktası. Bir de her şeyi yapabilecek güce ve paraya sahip bir çocuk olsa ne olur; mafya babası olur. Onun maceralarıydı. Sıkılana kadar çizdim çünkü sen sıkılınca okuyucu da sıkılıyor, net bir şey. Penguen’e benimle birlikte gelmedi.

 

Siz de çok küçük yaşta, 12 yaşında karikatüre başlamışsınız…
12 bile değil 9 yaşında… Varol’u gördüm kuzenim, o 12 yaşındaydı. O çiziyordu, “Ne çiziyorsun” dedim, güldü. “Karikatür” dedi. Ben o zamanlar resim çiziyordum , çizgi roman etkisiyle konuşma balonları da koyuyordum ama karikatür değildi onlar. Sonra da karikatüre başladım ve 17 yaşında da profesyonel oldum.

 

Limon dergisinde mi başladınız?
Güneş gazetesinin gençlik ekinde mizah sayfasını yapıyordum. Güneş’le Limon aynı binadaydı. İşlerimi aldım, gittim. “Ben burada çizmek istiyorum” dedim. Güldüler, “çiz” dediler. Çiziyordum, yayımlanmıyordu. Birkaç ay sonra tek tek yayımlanmaya başladı. 7-8 ay sonra da ilk köşemin sahibi oldum.

 

Dergi dışında da üretimleriniz var. En son bir rekora imza attınız ve “Rekortmen Karikatürist” oldunuz. Bu proje nasıl doğdu?
Samsung Galaxy Note diye bir telefon geliyordu. “Birlikte bir şeyler yapalım” dediler. Ben de “Yapacaksak faydalı, eğlenceli, neşeli bir şey yapalım” dedim. Onun üzerine düşünmeye başladık. Telefon kocamandı. Oradan da dünyanın en büyük karikatürünü yapalım fikri ortaya çıktı. Yapalım da faydası da olsun sadece makarası olmasın dedik. Dünyanın en büyük karikatürü fikri çıktı. İstanbul’da değil de daha bilinmedik bir yerde yapalım diye de Pınarhisar’ı seçtik. Türkiye’de, Avrupa’da, Amerika’da her kasabanın uyduruk ya da güzel bir sembolü vardır. Bizde o hep yiyecek üzerine kurulu. Ya kayısı ya köfte… Dünyada köfte heykeli olan başka bir ülke var mıdır? Kırklareli’ne giderken Pınarhisar’a girmek için bir değer olsun dedik. Şimdi oraya 12 bin fidan dikildi, karikatürü ağaçlarla boyadık.

Türkiye’den Guinness Rekorlar Kitabı’na girenlere baktığımızda ilginç rekorlar var. Mesela, “Dünyanın en büyük omlet 4 bin 401 kilo”…
Daha büyüğünü yaparım…

 

Dünyanın en uzun mangalı 6 bin 166 metre…

Yerim… Tek başıma 3 kilometresini yerim…

 

Dünyanın en büyük sosisi 1740 kilo…

Onun içi pişmez…

 

Bir dakikada en fazla tişört giyme rekoru 25 tişört…

Kışın giyerim. Yazın sıcak basar.

 

Ben ilk başta korktum. “Guinness’e de başvuralım” dediler. Ben de “Ne o, gözünden 3 metre su fışkırtan adamlardan mı olacağım” dedim. Güldüler ve ikna ettiler beni. Bir an Guinness’e girip meşhur olmaya çalışan adam gibi hissettim kendimi ama öyle olmadı Allah’tan.

 

Bu rekorlarla ve isimlerle anılmak nasıl?
Çok neşeli, bir yandan da bunun her birisi ayrı bir değer. Oturup uğraşmışlar, emek var. Bir de şunu gördüm Guinness’e girmek denen şey ciddi de bir şey. Güney Kore’den Amerika’ya, Avustralya, Brezilya’ya kadar haber oluyorsun, milyonlarca insan seni izliyor. Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz bir markadan bahsediyoruz. Esprili yaklaşıyorum ama değerli de bir şey.

 

'UZUN METRAJLI BİR ÇİZGİ FİLM GELİYOR'
Yeni projeler var mı?
Birçok proje var. En çok eğlendiğim uzun metraj çizgi film. Senaryosunu Murat Dişli’yle birlikte yazdık. Karakterler tamamlandı artık prodüksiyona geçeceğiz. Anadolu’da geçen bir çiftlik macerası. Çocuklar için ama 7’den 70’e herkese hitap ediyoruz. Daha iki senesi var.

 

Sitenizdeki özgeçmişinizde “Hayatın sıkıntılarının kendisini üzmesine izin vermiyor” diyorsunuz. Türkiye’de gündem malum, bu kadar sıkıntının içinde bunu nasıl başarıyorsunuz?
Haberleri izliyorsun, mutlu bir insanken bir anda dünyanın en depresif insanı oluyorsun. Aslında Türkiye’nin gündemiyle ilgili değil kendi kişisel dertlerimle ilgili o. Pollyanna abi olarak yaşıyorum hayatı. Bu kadar sıkıntılı hayata geldik, geçiyoruz yaşadığımız süre belli. Mutsuz zamanları azaltmaya, mutlu zamanları çoğaltmaya çalışıyorum. Bir sürü derdimiz var. Allah kimseye vermesin ama en kötü dert, yok olmasa bile azalıyor. İleride biteceğini görüyorsun, onu hayal edip çok da dert etmemeye çalışıp, kendimi hafifletmeye çalışıyorum. Bunu zaten çok güzel bilip, anlatabilsem şimdi o gurulardan biri de ben olurdum. “Erdil Yaşaroğlu ile mutlu olma teknikleri”...

 

Karikatür dışında resim ve heykelle de uğraşıyorsunuz. O çalışmalarınız da sizi pozitif etkiliyordur…
Etkilemez mi sonuçta hobim. Kendimi en iyi ifade edebildiğim şey karikatür ama karikatürün yetmediği alanlar da var. O yüzden çizgi film de yapmak, o dili kullanarak da bir şeyler anlatmak istiyorum. Heykel de öyle bir şey senede bir ya da iki tane yapabiliyorum ama orada da söyleyecek başka şeylerim var. Onu da karikatürle ya da söyleyerek anlatamıyorum, heykelle anlatıyorum. Resim de keza öyle. Ayrıca üniversitelere, şirketlere söyleşiler yapıyorum. Esprinin yolculuğunu anlatıyorum.

 

Televizyona da çok sayıda program yaptınız. Televizyon için de çalışmalarınız olacak mı?
Televizyon için 50’ye yakın program yaptık. İlk “Plastip Show”da başlamıştık. Sonra kendi programlarımızı yapmaya başladık; en son 2000’de bıraktım. Teklif geliyor ama bu saatten sonra gerçekten eğleneceğim, beni mutlu edecek bir şey olabilir. Hiçbir şeyi yapmam, hayır demiyorum hayatta. Ama “Komikaze adında annelere yönelik Pazar eğlence programı yapalım mı?” diye şuursuz teklifler bile geliyor hehe...