Dersimli sanatçı Ferhat Tunç baraj inşaatlarına yönelik tepkisini şu satırlarla dile getirdi:

Umutlarımızı diri tutmak adına, hep iyi temennilerde bulunuyoruz, yeni olana, diri olana dönmek, korku ve kaygılardan arınmış bir yaşamı özlüyoruz. Ancak biz sadece özleyen değil, bu özlemin gerçeğe dönüştüğü bir hayatı yaşamak istiyoruz. Bize çok gördükleri bu olsa gerek, izin vermiyorlar, vermek istemiyorlar.

Dersim üzerinde oynanmak istenen oyunların farkındayız ve siyasal iktidarın acılarımızın istismarı arkasına gizlenerek gerçek niyetini ortaya koyduğunu görüyoruz. Bu niyet, “Baraj” yapmak bahanesiyle dayatılan kıyımdır ve inancımızın, tarihsel kültürümüzün asimile edilerek yok edilmesidir. Tekliğe dayanan bir devlet anlayışı ve aygıtının devamı için var olan farklılıkları yok etme, edemediğinde ise törpüleme, kendine benzetme, içini boşaltma ve silikleştirme operasyonu devam ediyor ve Dersim bu gerici çabanın kurbanlarından biri olarak seçilmiş durumdadır. Dersim'de bahsi geçen çabanın başarıya ulaşması, kuşkusuz ki sadece bölgemiz için değil, bir bütün olarak Karadeniz'in, Ege'nin ve genel olarak coğrafyamızın yıkıma uğratılması anlamına gelecektir. Bu, aslında dişe diş bir kararlılık mücadelesidir, hem bizim açımızdan hem de felaketlerden beslenenler açısından.

İşte bu felaket haberleri ve çalışmaları son aylarda bütün Dersimlileri sokağa dökmeye yetti. Öncelikle barajlar konusunda Dersim, adeta bir barut fıçısı gibi patlamanın eşiğindedir. Bu isyanın haklı bir nedene dayandığının herkesçe bilinmesi önemlidir. Dersim'e yolunuz düşer ve Dersim'in eşsiz güzellikteki coğrafyasına bir göz atarsanız, bu isyanımızın ne ölçüde haklı olduğunu görür ve Dersimlilere hak verirsiniz. Dersim, tarihinin en karanlık, en acımasız baskı ve dayatmalarıyla karşı karşıyadır. Bu dayatmaların bu gün için Dersim'in coğrafyasını hedefliyor olmasının son derece anlamlı olduğunun bilinmesi gerekir. Munzur Vadisi'nden sonra şimdi de Pülümür Vadisi sulara kurban edilmek istenmektedir.

Çok büyük bir tehlikenin kılıcı altına alınmış olan Dersim'e bin bir acı yaşattıkları yetmiyormuş gibi, şimdi de onu tüm değerleriyle sulara gömmek istiyorlar. Diyorlar ki: “sizin yeriniz; evleriniz, bahçeleriniz, yuvalarınız değil, suyun dibidir” evet, aynen bunu demek istiyorlar. Dersimlilere suların altında kalmış bir toprak parçasını layık görüyorlar. Bu baraj çalışmaları Dersimliye: “buradan def olun” demenin en nazik yöntemi olarak sunuluyor, “siz rahatsız olmayın biz çalışır, baraj yapar gideriz” diyorlar. Oysa onların çalışma alanı Dersimlilerin kutsadığı topraklardır, dağlardan yüreklere akan Munzur suyundan başkası değildir.

Şimdi her şeyi sineye çekip bir kenarda durarak Dersimin sular altında kalışını mı izleyeceğiz; yoksa tüm medeni ülkelerde olduğu gibi kendi kararımızı, isteğimizi ve irademizi mi ortaya koyacağız, işte önemli olan bu gibi görünüyor. Dersimliler atılması gereken ilk adımları attı ve büyük bir kararlılıkla Dersimin sahipsiz olmadığını gösterdi. O, tarihinden, Seyit Rızaların haklı ve meşru direnişinden yana, onurlu bir sahiplenmeyi ve duruşun gereklerini Dersim'in coğrafyasını savunarak ortaya koyacaktır.

Devlet, Dersimlilerin kendi coğrafyasını ve kültürünü savunmak adına yükselen çığlığına kulak vermeli ve bu imha projelerini derhal geri çekmelidir. Bu konuda daha önce birçok yazı yazmış ve yetmeyince Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, yazdığım bir mektupla duyarlı olmaya çağırmıştım. Gelişmeler işaret ediyor ki ne Cumhurbaşkanı ne de siyasal iktidar bu konuda en küçük duyarlı bir yaklaşım göstermiyor.

Hemen hemen her ilin nüfusu artmaktayken Dersim’de nüfus ülke ortalamasına göre artmamakta tam tersine göçlerle birlikte nüfus, gittikçe azalmaktadır. Barajlarla birlikte iskân alanları gittikçe darlaşacak ve Dersimli göç etmek dışında başka bir seçenek bulamayacak. İyi kötü bir lokma ekmeği kendi çatısı altında yemeye çalışan Dersimlilere bu da çok görülecek ve yeni şehirlerin yolları; yani gurbet kader olarak belletilmeye çalışılacak.

Peki, bu kadar insafsızlık bu kadar zulüm olur mu? Kendi memleketinde, kendi evinde, bahçesinde, kendi dağlarında, ovalarında yaşamak varken, reva görülen bu acımasızlık neden? Gelişmiş demokratik ülkelerde bir yerde oturan insanlara, orada yapılacak işler hakkında fikirleri sorulur oysa Dersimde tam tersi yapılarak bin bir fitne, fesatla halk susturulmaya çalışılmaktadır.

Damlarımızdan içeriye baraj sularının girmesini, inandığımız; gönül ve ahd verdiğimiz inanç mekânlarımızın barajlarla boğulmasını, soluduğumuz havanın hava olmaktan çıkmasını, yerimizin, yurdumuzun bilmem kaç kilovat enerji için heba edilmesini istemiyoruz.

Munzur’un şahitliğinde, Düzgün Baba’nın vekilliğinde tarihimize, dilimize, inancımıza, kimliğimize yani hiçbir şeye değişmeyeceğimiz memleketimize sahip çıkacak mıyız?

“Evet” diyen seslerinizi duyar gibiyim. İşte bu seslerin çoğalması ve tepkilerin sadece Dersim'de yaşayan halkımızla sınırlı kalmayıp dalga dalga yayılması ve zulüm kıyılarını dövmesi gerekir. Çünkü zaman gerçekten gittikçe daralmakta, egemenler ise bir an bile durmadan, duraksamadan planlarını gerçekleştirmek için çalışmaktalar, demek ki bizim; değerlerimizi korumak adına onlardan daha fazla çalışmamız ve dirayet sahibi olmamız gerekiyor. Bin yılların alın teri ve onuruyla biriken bunca değeri bir çırpıda bir iktidarın hırsına, aç gözlülüğüne, kıyımına teslim edecek değiliz elbet. İşte bu nedenledir ki “Dersim sahipsiz değildir” şiarıyla direnmek ve kazanmak durumundayız. Atalardan alınmış bir emaneti layıkıyla geleceğe devredebilme onurunu korumak için mücadelemizin büyüyerek harlanması için, bir an bile tereddüt etmeyeceğiz ve durmayacağız bunun böyle bilinmesi gerekir.