Prof. Mohammed Ayoob, Michigan Üniversitesi’nden bir uluslararası ilişkiler uzmanı. Ortadoğu’yu ve özellikle Türkiye’yi yakından takip eden, Batı basınına bu konuda derinlikli analiz makaleleri yazan bir akademisyen. Aşağıdaki makalesi The Guardian’da yayınlandı.

Muhammed Ayoob / 4 Ekim 2012 The Guardian

Çeviren: Taylan Doğan (Demoktat Haber)

TÜRKİYE, SURİYE BATAKLIĞINDAN SAKINMALI

Türkiye, Suriye bataklığında derinlere çekilme tehlikesiyle karşı karşıya. Karşılıklı top atışlarından ve her iki tarafta can kayıplarının yaşanmasından sonra Türkiye’ye kasvetli bir ruh hali hâkim oldu. Son birkaç aydır Türkiye’nin Suriye muhalefetine verdiği desteğe dönük hemen herkesin paylaştığı coşku, işlere bu şekilde müdahil olmanın olumsuz sonuçları ortaya çıkmaya başladıkça, yerini daha düşünceli bir ruh haline bıraktı.

Türkiye’nin Suriye’deki demokratik hareketi desteklemesi hem idealist hem de gerçekçi bir boyuta sahipti. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hemen yanı başındaki harekete yardım elini uzatmazsa, demokratik referanslarına dayanan kendi meşruiyetinin ciddi şekilde aşınabileceğini düşündü. Ankara aynı zamanda Suriye’deki geçişin hızlı olacağını ve Esad’ın yerine gelecek olan rejimin desteği için Türkiye’ye müteşekkir olacağını ümit etti. Böylece muhalefeti desteklemenin, uzun vadeli ekonomik ve stratejik çıkarları açısından son derece yararlı olacağını hesap etti. Ankara aynı zamanda, İsrail’in Filistin’i işgali ve İran’ın uranyum zenginleştirme programı konularında ABD ile arasındaki farklılıklara rağmen, Washington’a hâlâ Batı kampında yer aldığı mesajını da gönderdi.

Bir süreliğine işler planlandığı gibi gitti. Fakat ardından işin rengi değişmeye başladı. Suriye demokratik hareketi, sivil bir muhalefetten, devletin güvenlik güçleriyle binlerce kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan acımasız bir çatışmaya girişen silahlı bir isyan hareketine dönüştü. Bu silahlı hareket, Suudi Arabistan ve Katar tarafından silahlandırılan Selefi cihatçılar dahil, çok sayıda gruptan oluşuyordu. Üstelik gerek Türkiye gerekse diğer güçlerin, Esad rejiminin ayakta kalan gücünü büyük ölçüde küçümsediği ve rejimin, yumuşak bir iktidar değişimini kabul etmek yerine, arkasında anarşi dolu bir kargaşa bırakma niyetini görmezden geldiği ortaya çıktı.

Aynı zamanda Türkiye kendini (paradoksal olarak demokratik muhalefetin önde gelen destekçilerinden olan) Suudi Arabistan ile (Esad’ın en sadık destekçisi) İran arasında bölgesel bir soğuk savaşın içinde buldu. Bu durum, başlıca enerji tedarikçisi konumunda olan İran’la Türkiye’nin ilişkilerini tehlikeye bir aşamaya getirdi.

Her şeyden önce Türkiye, çatışmanın bizatihi kendi toplumu açısından yarattığı yıkıcı sonuçların farkına varmaya başladı. Türkiye’nin Esad karşıtı isyancılara verdiği aktif destek, kendi içinde çoğunluk durumunda olan (ağırlıkla Sünnilerden oluşan Suriyeli isyancıları destekleyen) Sünniler ile azınlık konumunda olan ve Alevi egemenliğindeki Esad rejimine sempatiyle bakan Aleviler arasındaki mezhepsel bölünmeyi genişletti. Sünni hâkimiyetini iktidardaki AKP’yle özdeşleştiren Türkiyeli Aleviler, ağırlıkla Sünni karakterdeki bir isyanla karşı karşıya olan azınlık durumundaki Suriyeli Alevilerin de benzer bir sorunla boğuştuklarını düşünüyor. Bu durum kısmen, Alevilerin de oylarına dayanan ana muhalefet partisi CHP’nin, hükümetin Esat karşıtı kararlı duruşuna yönelik muhalefetini açıklıyor.

Türkiye’nin kronikleşmiş Kürt sorunu da kötüleşme riski taşıyor. Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) bağlı Suriye’deki Kürt gruplar şu anda Kuzey Suriye’nin bazı bölgelerini denetim altında tutuyor. Bu bölgeler, birçoğu Irak Kürdistanı’ndan ayrılmış olanlar da dahil, PKK’liler için güvenli barınma bölgeleri haline gelebilir. Türkiye’nin on yıllardır izlediği, PKK tehlikesine karşı Irak Kürt Hükümeti’ni kendi yanına çekme politikası böylece çökme tehlikesiyle karşı karşıya.

En son olaylar bu tehlikeli durumu, her an patlayabilecek bir duruma getiriyor. Her ne kadar üst düzey bir danışman “Türkiye’nin savaşmakta bir çıkarı olmadığı”nı söylese de, perşembe günü Türk parlamentosu Suriye’de askeri eyleme onay veren bir tezkereyi kabul etti. Türkiye, gerekli öngörüye sahip olmadan, öngörülemez sonuçlar doğurabilecek bölgesel bir çatışmanın içine çekilme riskiyle karşı karşıya.

Suriye’deki durum tamamen anarşik bir hal alırsa, Suriye muhalefetinin diğer önemli destekçileri Suudi Arabistan ve ABD’nin Suriye’yi kendi kaderine terk ederek “eve” dönme lüksleri var. Maalesef Suriye’nin komşusu konumundaki Türkiye’nin böyle bir lüksü bulunmuyor. O halde Ankara’nın gayet ihtiyatlı davranması ve müdahil konumunu yeniden değerlendirmesi bir zorunluluk. Aksi takdirde Suriye’de yaşanan kargaşası, Türkiye için de bir kargaşaya dönüşebilir.