Aralık ayının ortasından bu yana ülke çapında sürmekte olan protesto gösterileri, Tunus’un 23 yıllık devlet başkanı Zine El Abidin Ben Ali’nin iktidardan düşmesine ve ülkeyi terk etmesine neden oldu.

El-Cezire’nin üst düzey siyasi analisti Marwan Bishara, bu konuya ilişkin üç kritik meseleyi yorumluyor:

Yazının orjinel linki aşağıda:

http://english.aljazeera.net/indepth/2011/01/20111157937219109.html

Çeviri: Erdoğan Usta / DEMOKRAT HABER

Tunus’da son günlerde yaşanan dramatik değişim pek çokları için bir sürpriz oldu. Protesto gösterilerinin zamanlamasını, hızla yaygınlaşmasını ve ulaştığı başarıyı nasıl açıklıyorsunuz?

Bu soruya verilebilecek belki de en doğru ve en yalın yanıt, yaklaşık yüzyıl kadar önce, Tunuslu şair Abu Al-Qasem Al-Shabi tarafından, Anavatanın Savunucuları adlı şiirde dile getirilmişti zaten. Bu mısralar zamanla Arap şiirinin en popüler mısralarına dönüştü ve Tunus Ulusal Marşı haline geldi: “İnsanlar yaşamaya karar verdiklerinde, kader buna boyun eğmeye mecburdur ve kölelik zincirleri bir gün mutlaka kırılacaktır”

Komşu ülke Cezayir’deki kısa ömürlü protestoların yahut diğer Arap ülkelerindeki sosyo-ekonomik protesto gösterilerinin aksine Tunus’daki başkaldırı ortaya çıktığı andan itibaren bu ülkedeki bütün muhalif gruplar tarafından desteklendi. İslamcılardan komünistlere ve işçi sendikalarına dek bütün muhalif grupların protesto gösterilerine destek veriyor olması sayesinde gösteriler, politik açıdan etkin olan kuzey bölgesi de dâhil olmak üzere ülkenin dört bir yanına sıçradı.

Hakeza, onlarca yıla yayılan bir diktatörlüğün yarattığı muazzam gerilim, özellikle de son çeyrek yüzyıl boyunca Ben Ali yönetimi altında sürdürülen polis devletinin yarattığı gerilim, işsizlik karşıtı gösterilerle tetiklenerek adeta bir patlamaya dönüştü.

Böylesine baskıcı bir rejim nasıl oldu da uluslar arası toplumun tepkisine konu olmadan bu kadar uzun süre hüküm sürebildi?

Uluslar arası toplum diye adlandırılan şey, geleneksel olarak, kendisine üye olan ülkelerin sergilediği baskıcı uygulamalara karşı sessiz kalma eğilimindedir. Bunun yegane istisnası, söz konusu ülkelerdeki baskıcı rejimlerin her hangi bir Batılı ülke tarafından bir dış politika hamlesi adına sorgulanmaya başlanmasıdır.

Bu türden baskıcı rejimler, tıpkı Tunus örneğinde olduğu gibi, Batılı müttefiklerinin ekonomik yahut stratejik yönelimlerine uyum gösterdikleri sürece, uyguladıkları baskı ve sergiledikleri zorbalık görmezden gelinir.

Bütün bunlar Tunus’ta yaşanan isyan karşısında Batılı liderlerin niçin büyük bir sessizlik içine girdiklerini ve ne yapacaklarını bilemez hale geldiklerini de, bundan bir yıl önce İran’da yaşanan olaylar karşısında ise derhal bu isyanı destekleyen bir tutum aldıklarını da büyük ölçüde açıklıyor. Bu tam bir ikiyüzlülükten başka bir şey değil.

Evet, ama bu ülkeler açısından Tunus’un önemi neydi ki? Tunus bu ülkelere ne vaat ediyordu?

ABD ve Avrupalı liderler açısından Tunus’un devrik başkanı radikal İslam’a karşı verilen mücadelede ve terörizme karşı savaş diye adlandırılan şeyde sadık bir müttefik olarak görülüyordu.

Uluslar arası insan hakları grupları tarafından da rapor edildiği ve yaygın bir biçimde bilindiği üzere Ben Ali, Batılı ülkelerin kendisine verdiği bu desteği barışçıl muhalefet gösterilerini zor yoluyla bastırırken gayet iyi kullandı.

2004 yılında Ben Ali Arap Ligi toplantısının Tunus’ta yapılmasını sağlamak amacıyla ziyaret ettiği Beyaz Saray’da, dönemin ABD başkanı George Bush tarafından ‘terörizme karşı verilen savaşta değerli bir müttefik’ diye övülmüş; Bush Tunus’ta ‘basın özgürlüğü’ konusunda atılan adımlardan ve ‘özgür ve demokratik seçimlerin yapılıyor olmasından’ övgüyle söz etmişti.

Bu tablo 2008 yılında bir kez daha yinelendi. Bu kez Nicolas Sarkozy, o günler itibarıyla insan hakları ihlallerinin büsbütün sınır tanımaz bir hale gelmiş olduğu Tunus’u ‘özgürlükler alanını’ genişleten bir ülke olarak övgüyle anıyordu. Özgürlükler alanını genişleten bir ülke olarak övgü alan Tunus’ta ise o günlerde sözgelimi ülkenin güneyindeki bir maden kenti olan Redhayef’te 200’den fazla insanın sosyo-ekonomik nedenlerle gerçekleştirilen bir protesto gösterisine katılmalarından dolayı tutuklanmaları gibi şeyler yaşanmaktaydı.

Her hangi bir Batılı yetkili Tunus’un insan hakları ihlallerinden eleştirel bir dille söz edecek olsa, bu eleştiriye mutlaka ülkenin ekonomik performansını konu alan bir övgü de eşlik ediyordu.

Fransa Tunus’un en önde gelen ticari ortağı konumundadır ve yabancı yatırımcılar sıralamasında da dördüncü sıradadır. Tunus’un dış ticaretinin yüzde 80’i Avrupa Birliği ile yapılmaktadır.

Tunus’ta da diğer Arap ülkelerinde de, bu ülkelerin neoliberal politikalar sonucunda ekonomilerini Batılı yatırımcılara açmış olmasının, bu ülkelerde yaşanan ekonomik yıkım üzerinde hiç de azımsanamayacak bir rol oynadığı rahatlıkla söylenebilir.