DEMOKRASİYİ DESTEKLEYENLER POLİTİK İSLÂM'IN YÜKSELİŞİNE HOŞGÖRÜYLE BAKMALILAR
 

Tunus'tan Mısır'a İslamcı hareketler halkın oylarını kazanıyorlar. Bu, istikrarı tehdit etmek bir yana, bunu olanaklı kılıyor.
 

Tunus'un İslamcı partisi Ennahda, geçtiğimiz ay meclisteki sandalyelerin %41'ini kazanarak batı dünyasında endişeye neden oldu. Ne var ki, Ennahda Arap dünyasında bir istisna olarak kalmayacak. Geçtiğimiz Cuma günü de İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi Fas'ta seçmen oyunun en büyük dilimini elde etti ve tarihte ilk kez yeni koalisyon hükümetini yönetecek. Yarın da, en büyük parti olacağı öngörülen Müslüman Kardeşlerin katılımıyla Mısır seçimleri yapılıyor. Daha fazlası da gelecektir. Ali Abdullah Salih rejimi düştüğünde, Yemen'de yapılacak olan özgür ve adil seçimler sonucunda İslamcı olan Reformcu Yemen Cemaati de ezici bir çoğunlukla seçimi kazanacaktır. Demokratik sürecin kendi mecrasında geliştiği her yerde bu model kendini tekrar edecektir.

Bu olgu, batıda, politik İslam'ın yükselişi "sorunu" konusunda bir tartışmaya neden oluyor. Arap dünyasında da, İslami gruplar konusunda endişelenen laiklerle İslâmcılar arasındaki tansiyon yükselmeye devam ediyor. Birçok ses, Arap baharının İslami bir kışa varacağı ve İslamcıların, demokrasiyi desteklediklerini söylemelerine rağmen, ona karşı dönecekleri konusunda uyarıda bulunuyor. 9/11 sonrası kök salmış basmakalıp görüntüler, batıda tekrar ön plana çıkmaya başladı. Arap dünyasında, İslamcıların muhtemel kazananlar olacakları bahanesiyle demokratikleşmeye itiraz eden demokrasi karşıtı laik bir cephe Tunus ve Mısır'da belirdi.

Ancak İslamcıların kazançlı çıkmalarıyla birlikte gelişen bu gürültünün bir faydası yok; politik İslam'ın yükselişi konusunda sakin ve akıllı bir tartışmanın zamanı çoktan geldi.

Birinci olarak, kavramlarımızı tanımlamalıyız. "İslamcı" kavramı, Müslüman dünyada, İslam'ı temel alarak kamusal alana katılan Müslümanları tanımlamada kullanılıyor. Bu katılımın demokrasiyle uyumsuz olmadığı kabul ediliyor. Bununla birlikte, bu kavram, batıda, rutin olarak şiddeti bir araç ve amaç olarak kullananları tanımlıyor. Böylece, demokratik politik katılımı reddetmesine rağmen, El Kaide'nin temsil ettiği cihatçı Salafism, Batı tarafından "İslamcı" olarak adlandırıldı (El Kaide lideri Ayman el-Zawahiri, Filistin yasama organı seçimlerine katılma kararı verdiğinde Hamas'ı ve düzenli olarak da, şiddet kullanımına karşı çıkan Müslüman Kardeşler örgütünü eleştirdi).

Batıda ve Müslüman dünyada bu kavramın anlaşılmasındaki kopukluk, çoğu zaman despot Arap rejimlerinin demokratik politik programlara sahip İslamî hareketleri baskı altında tutması için kullanıldı. Şimdi net olmanın zamanı.

Müslüman Kardeşler gibi reformcu İslamî hareketler politik sürecin içinde yer alıyorlar. 1982 yılında Suriye'deki Hafız Esad rejimine karşı, 20.000'den fazla insanın ölümüne mal olan ve çok daha fazlasının cezaevine konulmasına ya da sürülmesine neden olan silahlı çatışmadan acı bir ders aldılar. Suriye deneyimi, önde gelen İslamî hareketleri silahlı mücadeleden sakınmak ve "stratejik sabır"la davranmak konusunda ikna etti.

İkinci olarak, bölgenin tarihini anlamaya ihtiyaç var. Batı söyleminde, İslamcılar, politikaya sonradan giren, radikal bir ideoloji tarafından motive edilen ve deneyim sahibi olmayan aptal fanatikler olarak görülüyor. Oysa, 1920'den bu yana Arap politik arenasında öncü bir rol oynadılar. İslamî hareketler, sıklıkla muhalefetteydiler, ancak 1940'dan bu yana parlamenter seçimlere katılarak ve laik, ulusalcı ve sosyalist gruplarla ittifaklara girerek birçok hükümette -Sudan, Ürdün, Yemen ve Cezayir- yer aldılar. 1977 yılında Sudan'daki Nimeiri rejiminde olduğu gibi İslamcı olmayan rejimlerle de ittifak kurdular.

Bir dizi başka olay kolektif Müslüman aklı üzerinde etki yaratarak politik İslam'ın olgunlaşmasına katkıda bulundu: En çok tartışılanı 1979'daki İran İslam Devrimi; 1989 yılında Sudan'daki askerî darbe; Cezayir İslamî Kurtuluş Örgütü'nün 1991 seçimlerindeki başarısı ve bunu izleyen ordunun onun yönetme hakkını elinden alması; 1996 yılında Afgan topraklarının çoğunun Taliban tarafından fethedilerek İslamî emirlik kurulması; ve 2006 yılında Filistin Yasama Konseyi seçimlerinde Hamas'ın başarısı. Hamas'ın seçim üstünlüğü kabul edilmediğinden ulusal birlik hükümeti de kurulamadı. Bunun yerine, hareketi boğmak için Gazze'ye bir kuşatılma dayatıldı.

Belki de en etkili deneyimlerden biri, Türkiye'de 2002 seçimlerini kazanan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) deneyimi oldu. Bu deneyim birçok İslamî hareket için esin kaynağı oldu. AKP kendisini İslamcı olarak tanımlamasa da, onun 10 yıllık politik deneyimi çoğu İslamcının başarılı olarak kabul ettiği bir model yarattı. Bu modelin üç temel özelliği var: Genel bir İslamî referans çerçeve; çok partili demokrasi; ve anlamlı bir ekonomik büyüme.

Bu farklı politik tecrübeler, politik İslâm'ın esnekliği ve eylem kapasitesi ile daha sonra da felsefesi üzerinde olmak üzere derin bir etki yarattı.

Bununla birlikte politik İslam, diktatöryel Arap rejimlerinin 9/11'den sonra daha da yoğunlaşan büyük baskılarına maruz kaldılar. İslamî kurumlar baskı altına alındılar. İslamî aktivistler tutuklandı, işkence gördü ve öldürüldüler. Bu türden tecrübeler derin bir travmaya yol açtı. Böyle bir tarihten dolayı, bazı aktivistlerden aşırı heyecanlı sloganlar ya da hoşgörüsüz tehditler duymak herhalde doğal olmalı. Cezaevlerinden serbest bırakılanlardan bazıları şu anda seçim kampanyalarının ön saflarında yer alıyor. Bunların profesyonel diplomatların diliyle konuşmalarını beklemek hakkaniyetli olmaz.

Buna rağmen, İslamcı politik söylem genel olarak dengeli bir söylem. Tunus İslamî hareketi buna iyi bir örnek. Ennahda hareketi, Ben Ali rejimi altında acı çekmesine rağmen, liderleri hoşgörülü bir söylem geliştirerek ılımlı laiklere ve sol politik gruplara açılmayı başardılar. Hareketin liderleri, Tunus vatandaşlarını onların kişisel hayatlarına karışmayacaklarına ve seçme haklarına saygı duyacaklarına inandırdılar. Hareket aynı zamanda meclise 42 Ennahda üyesi kadın sokarak kadınların katılımı konusunda ileri bir model sundu.

İslamcı hareketin batıya yaklaşımı da, batı ülkeleri despot Arap rejimlerini desteklemiş olmasına rağmen, dengelendi. İslamcılar ekonomik ve politik olarak iç içe geçmiş bir dünyada uluslararası iletişimin öneminin farkındalar.

Şimdi batının önünde kaçırılmaz bir fırsat var: Artık despot rejimleri desteklemeyeceğini, bunun yerine bir parti karşısında bir diğeri lehine müdahalede bulunmayı reddederek ve tercih ettikleri sonuç olmadığında da demokratik sürecin sonuçlarını kabul ederek Arap dünyasındaki süreci desteklediğini göstermek. Bölgeye istikrar, güvenlik ve hoşgörü getirmek için demokrasi tek seçenektir, ve Araplar kalplerinde önemli olan demokrasiyi sekteye uğratacak herhangi bir girişimi affetmeyeceklerdir.

Bölge, İslamcıların dışarıda tutulması ve onlara kamusal alanda bir rol verilmemesi girişimlerinin sonucu olarak çok acı çekti. Şüphesiz, İslamcıların yönetime katılması hem İslamî çevrenin kendi içinde hem de yerel ve uluslararası diğer güçlerle ilişkileri bakımından birçok zorluğun ortağa çıkmasına neden olacaktır. İslamcılar, kendilerine aşırı güven duyma tuzağının içine düşmemek için dikkatli olmak zorundalar: Hoşlarına gitmeyen tavizler vermek zorunda olsalar da, diğer eğilimlere de yer vermek zorundalar. Toplumlar, seçmen ağırlıklarına bakmaksızın politik uzlaşma ve bütün politik grupların katılımına ihtiyaç duyarlar. İslamcılarla diğer gruplar arasındaki bu etkileşim, hem Arap demokratik geçiş sürecinin olgunlaşmasını garanti edecek hem de onlarca yıldır eksik olan Arap politik uzlaşmasına ve istikrarına yol açacaktır (The Guardian / 27 Kasım 2011).

Çeviri: Demokrat Haber