Hemen her yerdeki resmi açıklamaya göre, eğer şunu şunu yaparsak, dünya ekonomisi kısa sürede tekrar rayına girecektir. Gerçekte hiç kimse –ne hükümetler, ne büyük bankalar, ne de at gözlüğü takmış ekonomistler- buna inanmıyor.

Gerçekten büyük bir iflasın eşiğinde bocalayan dünya bir bunalım içinde. Dünyanın herhangi bir yerindeki hiç kimse, birkaç şanslı kimse bu durumdan faydalanarak para kazanmayı başarsa bile, bu iflasın olumsuz etkilerinden kendini hariç tutamaz. Hükümetlerin ana kaygısı nasıl daha iyi olunacağı değil, ama diğer devletlerden nasıl daha az kötü olunacağıdır.

Dünya basının dikkati tümüyle Amerika, Euro bölgesi ve de Çin’deki kamuoyu tartışmalarına odaklanmış durumda. Ancak bu demek değildir ki, büyük oyunculara oranla manevra yapma yetenekleri genellikle daha sınırlı olan –büyük ya da küçük, görünüşte büyüyen ya da açıkça durgunluk içindeki- diğer devletler aynı derecede kaygılı değiller.

Temmuz ayında, büyük dramın orta yerinde, Euro bölgesi bir çeşit politik uzlaşmaya varmış göründü. Bu uzlaşma, Avrupa Birliği’nin rakiplerine göre daha az kötü durumda olmasına olanak verecek mi? Kanımca bu mümkün. Ancak gerçekten ne olduğunu görmek için, karmaşık ekonomik kararların ötesine geçmek zorundayız. Kimse, üzerinde uzlaşmaya varılan konuda fikir birliği içinde görünmüyor, hatta bu uzlaşmanın Euro bölgesinin karşı karşıya bulunduğu ekonomik güçlükler bakımından iyi olup olmadığı konusunda bile pek uzlaşma içinde değiller.

Uzlaşma ekonomik değil politikti, dolayısıyla asıl sonuç da politik olacaktır. Euro bölgesi ülkelerinin hedefi, Euro’yu tek bir para birimi olarak korumaktı. Bazılarına göre bu harika bir şey; diğer bazıları için de bir felaket. Yine de Euro’yu korumayı başardılar. Bu durum, dünyada süre giden jeopolitik mücadeleler bakımından, Avrupa’nın önde gelen bir oyuncu olarak kalmasına imkân tanıyacak.

Der Spiegel’de yazan Carsteb Volkery, kararları şöyle özetledi: “Avrupalı liderler (21 Temmuzda) borç batağına düşmüş Yunanistan için sürpriz bir şekilde özel sektörün yüksek düzeyde katılımını da içeren ikinci bir kurtarma paketi için çaba gösterdiler. Buna ek olarak, kuşku uyandıracak biçimde Avrupa IMF’sine benzer bir yapıyla Euro bölgesine yeni güç sağlandı.

Yunanistan (ve diğer Euro bölgesi ülkelerinin) borcu konusundaki daha önceki ekonomik tartışma bütün standart unsurları içeriyordu. Bir uçta sonuçları ne olursa olsun “piyasaya” tam bir inanç duyulmasını vaaz edenler vardı. Bunların en uçta olanları (yasal olarak neredeyse imkânsız olmasına rağmen) Yunanistan’ın Euro bölgesi dışına itilmesini istediler. Diğer uçta da, (yeniden) bir efektif talep yaratmak –“küçük bir Marshall planı- için neo-Keynesyen politikalara vurgu yapan bir temel üzerinden ekonomik dayanışmayı tavsiye edenler vardı.

Temelde yatan politik problem farklı ülkelerin iç politikalarıydı. Keynesçi bir çözüm Almanya’da hiç de popüler olmadığı için Bayan Merkel, seçim olduğunda, bir seçim felaketi yaşamaktan mantıksal olarak korkmaktaydı. Neo-liberal bir çözüm ise Yunanistan, İspanya ve muhtemelen diğer bazı ülkelerde de ciddi halk ayaklanması riskini içermekteydi. Sonuçta büyük uzlaştırıcı olarak kalan, Avrupa Finansal İstikrarı Sağlama Kurumu’na (EFSF) daha fazla yetki verilmesi için mücadele eden ve açık olarak bunu Avrupa Para Fonu’nun başlangıcı olarak varsayan Fransa’nın Nicholas Sarkozy’sinden başka biri değildi. Merkel bile benzetmenin mantıksız olmadığını kabul etti.

Bayan Merkel, arzuladığı tavizi –özel yatırımcıların da dâhil olması- elde etti. Avrupa Merkez Bankası (ECB) da onay vermeyi kabul etti. EFSF kendi tahvillerini çıkaracak ve Yunan tahvillerini elinde bulunduranlar bunları, muhtemelen faiz oranı daha düşük olacak olan yeni tahvillerle değiştirecekler. IMF de yeni başkanı Christine Lagarde aracılığıyla bütün bunların herkes için olumlu bir etkisi olacağı konusunda onay verdi. Bu yeni düzenleme, IMF’nin kaynaklarının kısıtlı olduğu bir zamanda, kuşkusuz, IMF’nin sürece daha az dâhil edilmesine imkân tanıyor. Euro bölgesi ülkesi olmayan İngiltere bile uzlaşmayı alkışladı.

Bir çeşit sihirbazlık olan bu durum Avrupa’yı “kurtarır” mı? Hiç de değil. Her şeyden önce, hâlâ uzlaşmayı bozmak isteyen oyuncular var. Seçim sonuçları da henüz görülmedi.

De Gaulle sonrası post-Gaullist dönemin mirasçısı olan Sarkozy, niçin Avrupa’yı ortak bir yönetim modeline yakınlaştıran böyle bir uzlaşmanın mimarı oldu? Bunun gerçekte iki nedeni var. Birincisi, bir dizi politik başarısızlıktan sonra, Fransa’nın önümüzdeki dönem seçimleri bakımından, Sarkozy’nin dış politikada bir şeyi başarmış olması önemli. Gerçekten de, Fransız kamuoyu yoklamaları Sarkozy’nin itibarının arttığını gösteriyor.

Bununla birlikte, ikinci neden, bütünüyle Gaullist bir neden. De Gaulle, Fransa’nın çıkarlarının aksine, Amerika’ya hizmet ettiğini düşündüğü Avrupa’da daha fazla federalizme karşıydı. Ama günümüzde, Avrupa için daha fazla federalizm, Amerika’dan ziyade Avrupa’nın (dolayısıyla Fransa’nın) çıkarlarına daha fazla hizmet ediyor. Euro bölgesinin çökmesi, -doların her çeşit yardıma ihtiyaç duyduğu bir dönemde doları güçlendirerek- devletlerarası sistemde önde gelen bir oyuncu olarak Batı Avrupa’yı saf dışı bırakabilir.

Solun solundaki sesler ise sürekli olarak Euro bölgesinin esas olarak bankaları koruyan ve küçük insanları ezen neo-liberal bir kurum olduğundan yakınıyorlar. Bu büyük ölçüde doğru. Kesinlikle anlamadığım şey, niçin herhangi bir kimse, solun bir dizi tümüyle birbirinden ayrı devletlerle daha iyi bir şey yapacağını düşünsün. Bana öyle görünüyor ki, neo-liberal güçler, eğer Avrupa Birliği ortadan kalkarsa çok daha güçlü olacaklardır.

Sonuç olarak yaklaşmakta olan büyük çöküşte, AB ve Euro bölgesinin durumu daha az kötü olacaktır. Bu belki de bir başarıdan çok, cankurtaran botlarına doğru bir yarıştı, Avrupa en azından bunlardan bir tanesini suya indirmeyi başarabilir.

Kaynak: www.iwallerstein.com

Çeviri: Demokrat Haber