O olmuş, bu olmuş, çok savaşmışız, ölmüşüz.. öldürmüş öldürmüş tüketememiş Çarlığın askerleri; seneler seneleri kovalarken, 1864 yılında Rusların zaferi, Çerkeslerin yenilgisi resmileşmiş iyice... İşte sırf bu yüzden Çerkesler acılarını, Ruslar da zaferlerini o tarihe sığdırabilir. Sığdırıyorlar da; yenilgi Çerkeslerin, zafer de Rusların hakkı sonuçlara bakılırsa.

Buradaki ince çizgi şu; Çerkesler yenilmiş olsalar bile, o savaşta haksız değillerdi. Ruslar zaferle tamamlasa bile, o savaşta haklı değillerdi. Nitekim; Çerkesler haklı bir savaşta yenildiler, Ruslar haksız bir savaşta kazandılar. Bakunin'in dediği üzere "Tarih kazananların propagandasıdır" sözü, daha önce binlerce kere olduğu üzere tekerrür etti ve haklı ile haksızı ayırmadı. Kazanan ile kaybedeni ayırdı.

Gerçek mi yalan mı bilmem de; bir sürü mit, efsane var o tarihlerle ilgili, yani bütün efsaneler doğruysa bile, bütün o mitler yaşanmışsa bile "yenilgi" o kadar ağır ve gerçek ki; hiçbir efsane ve mit, yenilgimiz kadar değiştirmemiş kaderimizi.

Sonuçta ben de, Türkiye'de yaşayan milyonlarca Çerkes gibi o efsanelerin, mitlerin kahramanlık destanlarının ekmeğini yemiyorum, bir yenilginin 152’nci yıla taşan ağır gerçeğini yaşıyorum.

Ancak bazıları, yaşadığı gerçeğin farkında bile değiller. Hala efsanelerle, mitlerle, kahramanlık hikayeleriyle bakıyorlar hayata. Elbisesi temiz, pabucu boyalı, karnı tok, başının üstünde bir dam, yatağının üstünde yorganı var. Belki memur, belki değil, belki kendi işyeri var; kısacası sırtı pek... yarına dair, elbisesiyle, pabucuyla, karnıyla, damıyla, yorganıyla ilgili hiçbir kaygı taşımıyor. Haklı taşımamakta. Kim ne diyebilir? Ama bütün bunların bir bütün olarak Çerkeslikle, Çerkesliğin içinde olduğu durumla ne ilgisi var? Diyorsun ki; Çerkesliğin elbisesi vatanın, yurdun.. Karnı; kültürün, dilin.. papucu; ulusal kimliğin, gençliğin.. yorganı; mücadelen, talebin..

Diyor ki "ben yediğim kaba pislemem" bazı arkadaşlarımız uzunca bir müddet "siz köpek misiniz, kaptan mı yiyorsunuz" dediği için, bugün daha güncelleşmiş bir hale taşıdılar bu sözü; "ben yediğim tabağa tükürmem" olarak. Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne yaklaşıp yaklaşıp uzaklaştığı şu yıllarda böyle faydalarını gördük, Türkiye'deki Avrupalı ÇerkeZler; yediği tabağa tükürmüyorlar. Takdire şayan, 152 yıllık Anadolu yaşamında üretebildikleri en sağlam argüman bu olsa gerek.

Ha... onların yediği kaba pislediği ya da yediği tabağa tükürdüğü de yaşadıkları ama farkında olmadıkları en büyük ikinci gerçek. Bunları onlara anlatabilmek, imkansıza yakın bir durum. Onların hangi damardan beslendikleri çok bariz çünkü.

Yani Çerkesliği, Çerkesliğin geneliyle algılamakdıkları katıksız bir gerçek. Türkiye Diasporasında artık yaygın olarak kullanılan ÇerkeZ kelimesi, (Z'si büyük) tam olarak onların kimliği kabul ediliyor. Çünkü esasen, Çerkesliği, Çerkesliğin geneliyle algılayan farklı görüşte olsalar bile bütün insanlar, o kişilerle aynı kimliği taşımadıklarını düşünüyorlar. Kendilerine de "Çerkes" diyorlar.

Velhasıl ben artık bu ÇerkeZleri konuşmaktan sıkıldım, enerji kaybından ötesi değil.

Biz Çerkesler, üstümüzdeki kıyafetin, ayağımızdaki pabucun, tok karnımızın, baş üstündeki damımızın, yatak üstündeki  yorganımızın, cebimizde taşıdığımız paramızın, Çerkesler olarak yaşadığımız ağır gerçeği yok etmediğinin farkındayız. Hepimiz aynı fabrikadan çıkmış gibi aynı görüşleri, aynı mücadeleleri, aynı dini de paylaşmıyoruz açıkçası. Kimimiz sosyal demokrat, kimimiz Çerkes milliyetçisi, kimimiz biraz liberal, kimimiz çok sosyalist, bendeniz anarşist, bazıları apolitik.. kimisi rock müziği seviyor, kimisi hip-hop'ı.. kimisi kırda bayırda yürümeyi seviyor, kimisi alışveriş yapmayı. Biz sadece; Çerkes olarak aynıyız.. Aynı ağır gerçeğin içinde, farkındayız.

Bu farkındalık çok önemli, bu farkındalık bizi harekete geçirecek çünkü.

Biliyorsunuz, bu farkındalığın harekete geçirdiği önemli adımlardan birisi de "dönüşçülük" hareketiydi. Türkiye'den anavatanına dönen büyüklerimiz olmuştu. İşte bu büyüklerimizin de içinde sosyal ve siyasal olarak hakim bir anlayış yoktu. Tek benzedikleri nokta; yaşadıkları ağır gerçeğin farkında olmaları ve bu farkındalıkla o gerçeğin ağırlığından kurtulma çabalarıydı. Anavatana dönüş, Çerkesler için her şartta önemli bir mevzudur. Anavatana dönemedikten sonra; hiçbir hamle ve ilerlemenin sürekli faydası olmayacaktır. Kalıcılığı olmayacaktır. Devamlılığı olmayacaktır.

Yani kısacası; Türkiye demokrasisini Çerkeslik meselesiyle düşünerek kendi mücadele alanı haline çeviren arkadaşlarımızdan tutun da, Çerkes kimliği üzerine milliyetçi bir refleks oluşturmaya çabalayan arkadaşlara kadar hepsinin programında bir anavatan, bir diaspora ve ikisiyle bütünleşik bir "dönüş" hedefi olmak zorunda.

Bilmeyen yoktur, varsa diye tekrar edeyim. Türkiye'de İsveç demokrasisi olsa da, Çerkesler kendi anadillerinde eğitim yapan okullar kursa da, devlet onlara radyo ve televizyonlar açsa da; Türkiye'de öyle ya da böyle asimile olacaklardır. Küreselleşmeyle birlikte zaten Türkiye'nin egemen halkı dahi bir şekilde asimile olmaktadır. Toplumsal kültür, neoliberal politikalarla tüketim kültürüne devşirmektedir. O bakımdan dahi, bu toprakların yerlisi olmayan bir halkın bu devşirmeye kendi etkisini verebilmesi zaten imkansızdır.

Yani; bugün Türkiye’de Çerkesler olarak küçük grup ve inisiyatifler hangi yolla, hangi yöntemle ne yapıyor olursa olsunlar, bütün yaptıkları herşeyi bir dönüş politikası ile taçlandırmakla mükelleftirler.

Dönüşçü abilerimizin "Vatanınıza dönün" demesi; doğru yoldur.

Ama dönüşçü abilerimizin de, inatla (ve sebepsiz, amaçsız bir şekilde) anlamadıkları, lafı sürekli sağa sola çekerek konuyu çorbaya çevirdikleri ve karşılarındaki insanlar sırf bıkarak sustuğu zamanda kendilerini haklı zannettikleri bazı meseleler var, kendileri unutmuştur diye tekrar edelim.

Birinci meselemiz, Türkiye'deki Çerkesler kendilerinin sandığı gibi homojen değiller. Katıksız kalmamışlar ve çok farklı bakış açılarına sahipler. Birincisi; kendileri dönüşçü olabildikleri ve sırf bunu yapabildikleri için kendilerini yapamayanlara akıl verecek konuma taşıdıkları için bazı soruların cevaplarını vermeleri lazım.

1 - Kendileri Türkiye'deyken Çerkeslerin homojen olmayan yapısıyla ilgili nasıl araştırmalar yapmış, ne çeşit mücadeleler örgütlemişlerdir ve kendilerini kaç kişiye anlatmayı başarmışlardır?

2 - Kendileri Türkiye'de dönüş yapmaya karar verdikleri zaman, bu kararlarını toplumsallaştırmak adına nasıl çalışmalar yapmışlardır ve bu çalışmaları kaç kişiye anlatmayı becerebilmişlerdir?

3 - Kendileri dönüş yaptıkları zamandan itibaren; dönüşü örgütlemeye katkı sağlayacak ne gibi sosyal projelerde (belgesel, tiyatro, sergi, kitap, kitapçık, yayın ) yer almışlardır ve bu projeleri kaç kişiye anlatmayı başarabilmişlerdir?

4 - Kendileri dönüş yaptıkları zamanla, bugün dönüş yapmak isteyenlerin yaşadıkları hukuki süreç aynı mıdır? Bununla ilgili herhangi bir makale yayınlamışlar mıdır?

5 - Kendileri dönüş yaptıktan sonra, yurdumuzdaki stk’lara Türkiye'deki Çerkesleri anlatan herhangi bir çalışmada bulunmuşlar mıdır? Bunu oradaki halka (Çerkes, Rus vs.) ne kadar anlatabilmişlerdir?

6 - İlk beş soruda "başarılmayan, becerilmeyen, anlatılmayan, yayınlanmayan" şeyler hakkında herhangi bir rapor veya analizde bulunmuşlar mıdır? Bulunmuşlarsa, kısaca sebepleri nelerdir?

7 - Türkiye'nin iç işleri olan demokratik hareketlerdeki Çerkeslerin konumlarıyla ilgili

a) Gerçekten Çerkeslerin daimi kurtuluşu olarak yapıldığını mı sanmaktalar?

b) Neden sürekli takip edip, olumsuz görüş bildirmeyi vazife edinmekteler?

c) Nasihat vermeye çalışmakalar

8 - Yedinci soruda "Türkiye iç demokrasi mücadelesi veren Çerkeslerin" dönüşe karşı olduklarını mı düşünüyorlar, bu konudaki görüşleri nedir?


Bu soruların cevaplarını ister kendilerine, ister arkadaşlarına veya bize versinler hiç fark etmez. Bu soruları da, bir savaş metni gibi düşünmemeleri gerekir, zira hiçbirisi "bir şey yapmadıklarını" veya "az şey yaptıklarını" ispatlama niyeti taşımaz, bu değeri de yok.

Bu sorular, bugün yaşadığımız ağır gerçeğin yeterince farkında olunup, olunmadığıyla ilgili ve bu gerçeğin son 15 yılın mı yoksa çok daha eski yılların mı ürünü olduğunu anlamak üzerine kurulu.

Ben 29 yaşında genç birisiyim. Aklım erdiğinden beri; Çerkeslerin hiçbir zaman bir bütün olarak aynı gerçeği savunabildiklerini göremedim. Farzı misal; Çerkes kimdir sorusu bugün bile herkeste aynı cevabı oluşturan bir gerçek değil. Bu en basit sorunun bile karmankarışık çok fazla cevabı var. Şimdi peki; bu basitçe soruyu bile karmakarışık hale taşıyan temel nedir? Bu elbette benim sorumluluğumdur. Ama aynı zamanda benim babamın, benim dedemin, benim dedemin babasının da sorumluluğudur. Sadece benim de değil, hepimizindir. Peki bu sorumluluğa karşı bugüne kadar ne yapıldı? ne kadar yapıldı, ne kadar başarılı olundu? Bugün Türkiye'de en azından bu basit soruya verilen cevapta gelinen noktadaki ilerleme 10 yıl önceye göre daha sağlam. Biz bunun, sizin döneminizden kalan ve topluma mal edilmiş hiçbir emaresini göremiyorsak (gençler olarak), kusura bakmayın da; size hesap sormak bizim de en büyük hakkımızdır.

Hem aidiyetimiz sizin ve sizden öncekilerin zamanından tarumar edilmiş olsun, sinmiş bir topluma evrilişimiz, kapalı bir toplum olarak kalışımız sizin ve sizden öncekilerin zamanından bize miras kalmış geri kalmışlıklar olsun; siz hiç diyet ödemeden kalkın; yaşınızın arkasına saklanarak bizi nasihat yağmuruna tutun? Biz de hiçbir şey demeyelim. İyi valla. Güzel yere demir atılmış.

Ey yaşı kemale erip, bugün sürekli akıl veren abilerim... kardeşinizi dinleyin.... çok şey değil, bir özeleştiri bile veremiyorsanız; ilk baştan zaten söylediklerinizdeki samimiyetsizliğini anlıyorum ben.

Diğer bir yandan,

"Harikalar diyarı" terimini kim ortaya attı hatırlayamıyorum ama, biz onun içerisinde yaşasaydık; sanki her isteyen vatanına dönebiliyormuş gibi yazardık, çizerdik hatta şiir yazar, şarkısını bile okurduk. Lakin durum ortada. Son başvuran 161 kişi (siz istediğiniz kadar şov deyin, Rusya dışişleri bakanlığının suriye ateşinden kaçan Çerkesler için söyledikleri de bu kadar ortada ve yakın iken ) vatanına dönemedi. İçlerinde yaşı 18’i geçenler de dönemedi. Siz de az biraz tahmin edersiniz ki dönemeyecekler. Bu dönemeyişi Rusya hukuki bir dille, bir şeyler diyerek falan filan ederek eminim bize açıklayacaktır ama, siz de bizim toplumun içine bir "şov" velvelesi yapacaksınız. Yapıyorsunuz da.

Neymiş? Sessiz sessiz gelmeliymişiz. Önceden gelmeliymişiz, şöyle bir gezmeliymişiz.. karar vermeliymişiz..

Doğru ya. Sochi'den Türkiye'ye de tıpkı öyle geldik ya..

Önce geldik, şöyle bir gezdik, karar verdik ya..

Yani diyor ki; bir Amerikalı kızılderili nasıl Rusya vatandaşı olacaksa, siz de öyle olacaksınız. Yani burasının sizin anavatanınız olması, sizin anavatanınızdan sürülmüş olmanız, geri dönme hakkınızın bir adaleti temsil etmesi fasa fiso.. ya amerikalı kızılderili gibi gelin, ya da gelmeyin diyor kısaca.

Siz Türkiye'den Çerkesya'ya; bir amerikalı kızılderili gibi giderek vatandaş olmuş olabilirsiniz, vallahi umurumda değil ama, ben Türkiye'den Çerkesya'ya bir Çerkes olarak geleceğim ve siz istediğiniz kadar velvele çıkarabilirsiniz. Biz Türk değiliz, orası da Hindistan değil. Biz Çerkesiz, orası da bizim anavatanımız ve oraya 100’er 100’er, 1000’er 1000’er gelmek kadar, gelirken sevinçten bağırmak, düğün yapmak kadar doğal bir hakkımız olamaz.

Sizin hoşunuza gitse de, gitmese de.

Artık bu yolda sizin hangi rolü oynayacağınız size kalmış.

Dönüş dönüş demek kolay, papağanım bile söylüyor evde yoksa..