Bir ay önce oğlumun bademciklerimi iltihaplandı, tükürüğünü yutamaz hale geldi, iyi değilim beni doktora götürün dedi, çünkü antibiyotik hapını bile ezerek suya karıştırıp içmeye çalışıyordu. Hafta sonu olduğu için bizde en yakınımızdaki hastaneye gittik apar topar. Doktor hemen hastaneye yatırmamız gerektiğini söyledi, evde tedavi olacak durumu geçmişti. Acil müdahale edilmesi gerekiyordu. İki gün özel hastanede yatması hastalığına göre bize sürpriz bir maddi külfet çıkaracağından biz de onu sigortasından yararlanabileceğimiz tam teşekküllü bir hastaneye götürmeye karar verdik.

Sıkıntılı bir acil servisi beklemesinden onu hastaneye yatırdık. Oğlum hastaneyi pek beğendi, kaldığı sürece acı çekmesine rağmen, sürekli otel gibi rahat bir yer olduğunu, kendini tatilde hissettiğini üçüncü gün çıkmak istemediğini söyledi. Refakatçi olarak ben su koy verdim, burada daha fazla kalmam, istiyorsan sen kal dedim o da mecburen çıkmak zorunda kaldı.

Hastanede kaldığımız sürece kafeteryada ya da ameliyathanenin önünde banklarda yatıp hastalarını bekleyen hasta yakınları ruhumu kararttı. Onların dağınık yağlı saçları, üzerindeki elbiseleri, ayaklarındaki plastik terlikler, o durumda olsam ne kadar mutsuz olacağımı hissettirdi bana, o yüzden onları daha fazla görmek istemedim.

Hastalarımızı beklerken zaman geçirmek için hastanenin kantininde otururken sıkıcı insanlar olduğumuzu düşündüm. Kendimi içine kattığım güruh aslında sıkıcıydı. Bizim gibi insanların eğlenmek için koşulları vardı. Hatta yaşamak için koşullarımız vardı. Saçlar temiz olmalı, dağınık ancak yataktan kalkılır, derhal banyo yapılırdı. Giyinmek külfetti. Elbette giysi eksikliği de külfetti. Gece yatılan, sabah giyilen, evde giyilen, sokağa çıkarken giyilen, ne giyileceğini düşünen bir güruhtan olduğuma inanıyordum. Hafta sonu kahvaltıda çocukların ne giyeceği, nerede kahvaltı edileceği, herkesin nasıl davranacağı, kimlerle kahvaltıya gidileceği hep planlanırdı bizim oralarda. Her günün bir anlamı vardı. O güne uyanılır güne uygun plan yapılırdı.

Kantinde otururken yanımdaki masada oturan kadın çocuğunun doğduğu günden beri hiç doğum günü kutlamadığını çünkü hep hastanede yatmak zorunda kaldığını anlatıyordu masada oturan hasta ziyaretçilerine. Bu sene hastanede ona doğum günü yapacaktı. Kardeşi pasta yapmaya söz vermişti. Ben bir başka felakete şahit olmanın iç bunaltıyla yüzümü onların mamasına döndüğümde, annenin bunları çevresindekilere keyifle anlattığını gördüm. Kızına pastalı bir doğum günü yapacaktı. Üç senedir orada olmayı, kızının hastalığını kabullenmiş, pastalı sürprizin keyfini yaşıyordu.

O zaman orada ki insanların anlık keyifleri çok daha hızlı yakaladıklarını düşündüm, onların keyiflenmek için fazla koşul aramadıklarına şahitlik ettim.

Dün akşam Son Durak dizisinin tekrarını izlerken, yine huysuzdum. Beğenmemek kararıyla oturmuştum, dizinin başına. Sinirlenecek bilindik hatalar aradım. Kenan’ın sevgilisi Zeynep’in kötü bir oyuncu olduğunun dışında bir hata bulamadım. Neden ona başrol vermişler anlamadım, belki rolü kısadır erkenden ölüyordur, Kenan onun acısıyla hırslanıyordur falan diye ümit ettim ama jenerikte kızın resmini görünce bunun da olmayacağını anladım.

Dizinin en başarılı oyuncuları gençler, lisede okuyan, madde kullanan, semtin diskosunda abuk danslar eden gençler, rollerini ciddiye almış bunun için gözlem yapmış görünüyorlar.

Kenan Zeynep Cesur arasındaki saçma ilişkiyi çözemedim. Zeynep hapiste olduğu sürece sevgilisini ziyarete gitmemiş. Onu gördüğünden beri sürekli işim var eve gitmeliyim diyor. Belli ki bir bebeği var. Cesur ona tecavüz mü etmiş diye düşündüm önce kız utanıyor çünkü eski sevgilisinin yüzüne bakmaya, öyle söyledi, ben onun yalancıyım. Adamı seviyor ama ondan uzak durmak istiyor. Kenan’ın iyi bir adam temiz kalpli bir adam olmasını aşkı üzerinden göstermek istemiş senaristler ama yansıması salak aşık olmuş. Hangi adam çıktığı günden beri işim var gibi saçma bahaneler bulup sürekli uzak kalmaya çalışan bir sevgili üzerinden gelecek hayalleri kurar. Hiç aklına gelmez mi bu kadın bana neden böyle uzak duruyor.

Mahallenin imamı, yüksek lisans yapan kimya mühendisi bir adam, eski dünyadan fırlamış gibi. Mahallenin yaşam koşullarını gençlerin sorunlarını kendine dert edinmiş ama kullandığı kelimeler tarihin tozlu sayfalarından çıkmış gibi.

Dün arkadaşımla tam da bu konuyu, edebiyatta böyle bir söylemi konuşmuştuk. Ben itici sloganvari bulmuştum. O tam tersini savunmuş, sloganvari olmasının daha da vurucu ve etkileyici olduğunu söylemişti. Belki senaristlerde aynı düşüncedeler, bilemedim. Bana hala itici gelmeye devam ediyor.

Dizinin hikayesi Kenan’ın modifiye arabasının tepesine yazdığı getto bir mahallede geçiyor. Herkes mutsuz, her evin sıkıcı hikayeleri var. Böyle herkesin mutsuz olduğu, karakterlerin yaralarının çok açık olduğu bir hikaye ne kadar sabırla seyredilir bilmiyorum.

Zenginler istediklerini yapabilmek için sınırsız ve hırslı, fakirler zengin olmak sınırsız ve acımasız. Bir tek gençlerin şapşallıkları ve hüzünler birlikte at koşuyor ama ne kadar taşır hikayeyi bilemedim.

Futbol sevdalısı gencin kramponu olmadığı için elemelere katılamaması çok sahici bir örnek mi kulüpler ya da çalıştırıcılar bu kadar ahmak mı bilmiyorum bana sahici gelmedi.

Anın ve geleceğin bazen aynı anda gösterilme tekniği hep olacak mı bilmiyorum. Bu bölüm değişiklik olduğu için rahatsız etmedi. Ama her bölümde böyle kayışlar ilgisini çeker mi seyircinin bilemedim.

Kastı yaparken temiz yüzlü Kenan’la kardeşini bir araya getirmek çok zorlama olmuş. Kardeşi cami avlusundan almış gibiler, çok alakasız görünüyor iki kardeş.

Bir de trt nin kuralları dibine kadar uygulanmış. Diskoda çay, oralet falan içiliyor ama esrar satılıyor, komik olmuş.

Dizi madde bağımlılığının ne kadar kötü bir şey olduğunu vurgulamak üzere yazılmış ama içki olayına girmek istememişler. Meyhanede su içmek gibi. O zaman meyhane sahnesi yazmayacaksın. O yüzden senaryo yazmaktan pek haz almıyorum. Yazarın ruhuna aykırı, bu kadar sansür zihne çekildiğinde yazarın yazmak gelmez içinden. O içindekileri salıvermek ister, içindekilerin izini sürmesi gerekir. Sonradan zihnine girenlerin izini sürene yazar denmez. Senaristler yazar değil belki de ama o zaman yazdıkları bir şeye benzemez.

Sarhoş bir adamın hikayesini adama çay içirerek hiç meyhanede göstermeden anlatamayacağımız gibi gece keyfini çayla, gazozla anlatamayız. Şayet gerçekse niyetimiz. Araya esrarı sokmak üzerine komik bir tüy dikmekten başka bir işe de yaramaz çünkü.

Neyse diziyi seyrederken eksik bir şey bulamadım aslında. Çok fazla karakterin ve hikayenin olduğu güzel bir dizi. Buradan kendi şirketime sesleniyorum, yıllar önce madde bağımlısı çocuklarla ilgili hikaye yazmak istediğimde, böyle mutsuz bir konuyu kimse seyretmez demişlerdi. Madde bağımlılığının da televizyonda gösterilmeyecek sakıncalı bir konu olduğunu söylemişlerdi. İşte şimdi Trt çaylı çorbalı da olsa kendince gayet güzel hikayesini seyirciyle paylaşıyor. Vermek istediği mesajı şifreli, örtük de olsa veriyor, parmak basıyor, ne haber mi demeliyim şimdi?

Raiting sonuçları kötü çıkmış ama Trt bunu ne kadar göz önünde bulundurur bilmiyorum. Zaten raitingleri ben pek ciddiye almıyorum çünkü her zaman haklı çıkmıyor sonuçları. Benim sevdiğim bir sürü dizi diplerde olduğunda, onların yüzünden kaldırıldı. Bu hikayenin de aldığı sonucu hak ettiğine inanmıyorum.

Umarım uzun soluklu bir ekran serüveni olur. Çünkü Zeynep dışında tüm oyuncularının oldukça başarılı olduğu güzel bir dizi Son Çıkış. Sadece mutsuzluğun dozunu ayarlamaları gerek, üstelik benim gözlemlediğim o insanların keyifli anları daha beklenmedik ve aniden gelişiyor olması. Koşulları da yok gibi koşulsuz mutlu olmayı biliyorlar.

Umarım seyircinin gözünde de layık oldukları yerlerine otururlar.

Güzel günlerde görüşelim efendim.