Ortadoğu tarih boyunca emperyalistlerin petrol dürtüsü ve İslamiyet‘in hak ve özgürlüklere en uzak din olması nedeniyle her şeyin kirlendiği bir bölge oldu. 1981 yılında kaybettiğimiz yetenekli şairlerimizden Özdemir Asaf yukarıdaki dizesinde farkında olmadan sanki Ortadoğu‘yu ve insanını düşünmüş. Belki. Kuşkusuz Ortadoğu ‘da hiç beyaz oldu mu? Beyaz gerçekten var mı? insan ilişkilerinde, siyasal ve sosyal mücadelelerde, aşk ilişkilerinde, günlük meşgalelerde. Ortadoğu ‘da neden bu kadar diktatörler çıktı? Sözde güvenlik, özde sıkıyönetim yasa tasarısının meclis komisyonunda tartışıldığı şu günlerde iktidar ‘diktatöryal bir komutanlık düzenlemesi’ daha gündeme getiriyor. MİT’i, jandarmayı ve tüm güvenlik birimlerini aynı potada toplayıp, bunu da bir tek kişiye bağlamayı. Bu adeta diktatör bir sıkıyönetim komutanlığı düzenlemesi olacak. Kirli Ortadoğu’da muhalifler dahi çoğu kez iktidardakilere benziyor. Kuşkusuz bunun birçok nedeni var. Herhalde nedenlerin başında tarihsel olarak en fatalist din olan islamiyetin diğer dinlerden farklı olarak reformla hiç tanışmaması ve korkunç bir dogma olarak kalması. Reform yönünde çırpınanlar da kâfir damgası vurularak imha edilmiş zaten. Hallacı Mansurlar vs. Egemenlerin sesi olan Mevlana‘nın dahi, ezilenlerin ıstırabını düşündürücü nüktelerle dile getiren Nasrettin hocaya karşı kumpaslar içinde olduğu iddiası resmi tarihçiler dışındakilerce rivayet edilir.

Aydınlanma akımı Ortadoğu'ya hep küsmüş. Keskin solculuğumuz zamanında aydınlanma akımını hep küçümserdik. Birey olmakla bireyci olmak hep bizim camiada birbirine karıştırıldı. Bugün dahi bazı Stalinist çevreler ‘özgür birey ve özgür toplum’ kavramlarından, komünist toplum hedefine Marx’ın tabiriyle ‘özgürlükler imparatorluğu’ denmesinden pek hoşlanmazlar. Bireyle bireyciliğin birbirine karıştırıldığı gibi, aydınlanma reformunu yaşamayan bizim gibi toplumlarda etikte ahlakta hep birbirine karıştırılır. Onur kaynaklı olması gereken erdemliliği sembolize eden etik değerler, statükocu olan, tutucu olan ahlakla hep bir tutuluyor. Ahlakın değişkenliği karşısında etiğin değişmeyeceği ancak derinleşerek daha da zenginleşeceği pek algılanamadı. Ahlak yabancılaşma kurumlarının elbisesi ise, etik doğrudan demokrasi araçlarıyla özgürleşmenin cilasıdır. Neleri ima etmek istiyorum? İktidar için uğraşanlar nasıl siyah renklere yakınsa, iktidarsızlık alanlarını genişletmek için çırpınan özgürlükçüler ise beyazımsı renklere yakındır. Beyaz diyemiyorum. Beyaz sanki gerçekleşmesi zor bir hayal. Açık renk griye dahi fit olduğumuz günler yaşıyoruz. Ahlakla etiği yukarda kıyaslarken söylemeyi unuttum. Ahlakta likidasyon vardır. Güzel olanı, estetiği, haz vereni dıştalamak vardır. Etikte insani olanı, estetik olanı kucaklayarak zenginleştiricilik vardır.

İnsan hakları mücadelesinin ve özgürlükçü hukuk mücadelesinin ahlaka değil, etiğe ihtiyacı vardır. Kendi alanında doğrudan demokrasi, şeffaflık, erdemlik, onurlu olmak, yolsuzluklara bulaşmamak, fonksiyonu kötüye kullanmamak, tek kuruşun dahi dayanağını gösterebilmek, hesabını verebilmek, kariyerizme, iktidar olmak hastalığına geçit vermemek. Kuşkusuz her suçlunun suç ne olursa olsun savunma hakkını ve müdafi seçme hakkını, de facto kusursuz savunmak gerekir. Ancak özgürlükçü hukukçuların dava seçiminde bile erdemliliğe ters düşecek konumlarda olmaması gerekir. Amacımız bir nevi tarikat veya yeni tür bir mezhep yaratmak değil. Tam olmasa da hayalimizdeki beyaza yakın griyi yakalamak. Cazibeli, verimli, üretken bir ekol yaratmak. Buraya kadar yazdıklarımız soyut gibi görünebilir. Anadolu ağzında bir söz var ”kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla”.

Beyaza yakın griyi yakalamanın siyasal ve sosyal alanda umut verici örneğini Rojava kantonlarının mücadelelerinde görüyoruz. Rojava direnişi Ortadoğu‘nun en kirli çetesi, belki de tarihin en şer çetelerinden IŞİD’e karşı sadece ana toprağı savunma değil, soykırım suçunu işleyen IŞİD’le ve soykırım suçuna iştirak eden dinci faşist rejimlerle mücadelenin yanı sıra, aşağıdan yukarıya doğrudan demokrasiye kanal açan yöntemlerle, iktidarsız özyönetim deneyimini savunma içeriği de taşımaktadır. Rojava anayasası birçok eksikliklerine rağmen Ortadoğu‘nun beyaza en yakın gri anayasasıdır. Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin (Asuri ve Arami), Türkmenlerin ve Çeçenlerin toplumsal sözleşmesi olan Rojava anayasası; ulus devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, merkezi yönetimi ve iktidar olgusunu veto ettiğini açıkça deklere etmektedir. Feminen bir anayasa olup tüm organlarda ve mahkemelerde asgari yüzde kırk kadın kotasını, Süryani ve gençlik kotasını düzenlemiştir. İki defadan fazla bir kimsenin aynı göreve seçilemeyeceği demokratik düzenlemesini oluşturmuştur. Ulusalüstü insan hakları hukukunu, iç hukuk normu haline dönüştürmüş, ekolojik değerleri korumayı teminat altına almıştır. Ortadoğu‘nun birçok ülkesinde yoğun bir şekilde uygulanan idam cezasını kaldırmış, her türlü işkenceye karşı net yaptırımlar getirmiştir. Keza herkesin sığınma hakkı olduğunu, siyasi sığınma isteyen hiç kimsenin isteği dışında geri çevrilemeyeceğini hüküm altına almıştır. Geçmişteki Sovyetlerden farklı olarak  aşağıdan yukarıya doğru komün örgütlenişini, komün meclisleri oluşumunu anayasal kural haline getirmiştir. Kuşkusuz savaş koşullarından kaynaklı, doğrudan demokrasi ve sekülerlik açısından olmaması gereken bir iki düzenleme daha vardır. Örneğin din bakanlığı, şehit aileleri bakanlığı, özyönetim ilkelerine pek uymamaktadır. Yine kanton yöneticiliğine aday olacak kişinin ”35 yaşını geçmiş olması gerekir” düzenlemesinin de bu güzel anayasanın ruhuna uymadığını belirtmek gerekir. İnsanlar 25 yaşında da 20 yaşında da yönetici olabilmelidir. Keza kanton yöneticiliğine aday olacak kişinin ‘ Suriye yurttaşı olması’ şartını da, demokratik birden çok yurttaşlık ilkesine, hatta savunmamız gereken demokratik vatansızlık ilkesine aykırı olduğunu belirtmemizde bir mahsur yoktur. İnanıyoruz ki Rojava, IŞİD gibi dinci faşistlerin istilasından ve her türlü sömürücü rejimlerin tehditlerinden kurtulduktan sonra herhalde beyaza daha da yakın bir toplum sözleşmesi ve yaşama giderek yayılan bir pratik gelişecektir.

Rojava deneyi örneğindeki özellikleri kendi coğrafyamızda ve kendi alanlarımızda da üretmek çabalarımızı yoğunlaştırmalı, beyaza yakın grileri kirlenmede birincilikten sonunculuğa yükselte bilmeliyiz.